Her
zaman kullanılır etiketler. Hayatımızın anlamını belirler
etiketler. Gereklidir etiketler. Etiketler ile oluşur hayat.
Etiketler sanki gerçeğin aynaya yansımasıdır. Aynaya yansıyan,
ne kadar gerçeği anlatsa da, O değildir.
O
ancak O’dur. O’nda yoktur olumsuzluk. O’nda yoktur önyargı.
O’nda
yoktur etiket.
Etiketler
sarar bizleri çocukluktan bu yana, hayatın süsü olduğunu
unutup dalarız çeşitli etiketlere ve bu etiketler bizleri
oyalayıp durur.
Bir
gün, bir hafta, bir ay, bir sene, bir ömür…
Etiketler
hayat gayesi olmuştur artık; şan, şöhret etiketi için yaşamaya
başlarız ve etrafımızdakileri kendi düşündüklerimize çekmek
için – egonun en güçlü mekanizması olan - “kutsallık” etiketini kullanırız.
Kutsallık
işin içine girdi mi “akan
sular durur” hesabınca korkarız sormaya, korkarız düşünmeye
ve hemen kendimize yol gösteren ararız. Mazeret gösterme alışkanlığımız
olduğundan suçu başka omuzlar üzerine yüklemeye çalışırız.
Sorumlukluk taşımaya ne gerek var; “Allah`ın rahmeti bizi
de kuşatır” diyerek günümüzü gün edip bir sonraki anımızı,
“ahiretimizi” cehenneme çeviriyoruz.
Hani
çocukken yapılan yanlışları kardeşimizin üzerine atardık
ya... “Suçlu
ben değilim, o öyle dedi.” alışkanlığı. Sorumluluk üstlenmeme
alışkanlığı. Nasıl üstleniriz ki? Anne ve babayı anladığımız
günden beri “Şunu
yaparsan Allah seni cehennemine atar, o haram bu haram…”
diyerek sorumluluk alma korkaklığı, yerleşmiş çin seddi
gibi, sınırsız olan düşüncelerimize, örtmüş gerçeği
korkaklığımız.
Konuşmuyor
kimse Allah`ın “Vedüd” sıfatından.
Dönelim
konumuza: Etiketler iki unsurdan oluşuyor: KORKU ve SEVGİ. Bu
ikisinden oluşuyor hayat. Geriye kalan bütün düşünceler
ise, bu ikisinin değişik maskeleridir.
Örneğin
“Seni seviyorum” dediğimiz zaman, gelen cevaba göre tepki
gösteriyoruz. Olumlu bir cevapla karşı karşıya kaldığımız
zaman, bizi hemen ister istemez, sahiplendiğimiz o kişiyi,
kaybetme korkusu sarmaya başlar.
Alışmışız ya…
Ve
bu andan sonra, bizi saran bu korkuları ciddi ve samimi bir şekilde
düşüncelerimizden açığa çıkarmaz isek, yani bu korkuyu
analiz etmezsek -önünde sonunda- sevdiğimizi kaybederiz.
Nedeni
şudur : “Üzerinde çok yoğun düşündüğümüz bir
olay – bilinçli veya bilinçsiz – yaşamda dua olarak kabul
edilir ve hemen sistemde açığa çıkar. Dua mekanizması,
pozitif veya negatif ayrımı yapmadan, çok düşünülen
olayları önümüze çıkartır.”
“Kulumun duasını reddetmem” ayetinde vaad edildiği üzere.
Evet
ne demiştik? Hayatın süsüdür etiketler.
Çocukken en çok güvendiğimiz, anne ve babamız tarafından
verilir bizlere etiketler. O güzel saflık ve masumiyet örtülmeye
başlar ve hayat oluşur.
Birkaç
gün önce okuduğum hikâyede şöyle diyordu:
“Eğer
kendinizi yaşamın varlıkları olarak görseydiniz, ölümsüzler
olarak
çağrılırdınız.” dedi Merlin
“Bu adil değil” diye itiraz etti Arthur. “Ölümü biz seçmedik.
O bize zorla verildi.”
“Hayır, sen sadece ölüme alışmışsın. Hepiniz diğerlerinin
yaşlanıp öldüğünü gördüğünüz için
yaşlanıp ölüyorsunuz. Bu eskimiş alışkanlığınızı
bırakın, böylece zamanın ağına yakalanmayacaksınız.”
Arthur, “ Ölümü bırakmak mı? Nasıl yapılır bu?” diye
sorarak öğrenmek istedi.
“İlk
önce alışkanlığının kaynağına git. İlk olarak orada
seni ölümlü olmaya ikna etmiş bir akıl hatası bulacaksın.
Hatalı akıl yürütme, tüm yanlış inançların temelini oluşturur.
Sonra mantığındaki hatayı bulup onu devre dışı bırak. Çok
basit…”
Evet,
böylece devam ediyor. Anlamamız gereken ise alışkanlıklarımızdan,
yani etiketler ve isimlerden oluşan hayat, bizim « gerçek
benliğimizi » örtmüş ve düşüncelerimizi ölümlü
kılmış. Etrafımız hep doğuyor, yaşlanıyor ve ölüyor.
Bu görülen süreçle bloke etmişiz kendimizi ve herkes de böyle
ise bende de böyledir mantık hatasına düşüyoruz.
Etiketler
sistemi o kadar mükemmeldir ki, bir kere isimlendirilmeye görsün.
Bir nesneye etiket verildiği an saflıktan çıkar ve göreselliğe
bürünür. Örneğin; beni hiç görmediniz ve tanımıyorsunuz
ve benim resmimi görene kadar ben sizin dünyanızda saf ve
masum bir halde varım. Resmimi gördüğünüz an, benim imajım,
dünyanızda oluşur ve “İşte, Kader Haydaroğlu şöyle
veya böyle bir kişidir” dersiniz. Böylece ismi ve etiketi
olmayan saf ve yaşayan âlemden, ölü ve örtülü imaj âlemine
inilir.
Bu
andan itibaren duygular başlar bizleri yönetmeye ve imaj âleminde
meydana gelen nesneye pozitif veya negatif etiketi takarız.
Hayat
böylece devam eder…
Farkında
olan ise seyreyler. Seyreylerken çeşitli etiketlere bürünür
ve hayatın tadını zevk ile yaşar. Takılıp kalmaz üç beş
isimde, hepsi onundur.
O`dur.
İstediği
etiketi kullanır.
Yalnız
imajlar âleminin değil, “gerçek”
etiketiyle isimlendirdiğimiz âlemin, nasıl farkına varılır?
Bu
konuyu bir dahaki yazımda sizlerle paylaşma umudu ile sağlıcakla
kalın.
« Gerçek
âleme uzaklığın, sahiplendiğin etiketlerin kadardır ! »
Hikâye
« Büyücünün Yolu » kitabındandır.
Kader Haydaroğlu
kader@ahadmedia.de
Hamburg
- 21.11.2002
http://sufizmveinsan.com
|