Kur'an-ı Kerîm akla hitap eder. Ve müteaddit ayet-i kerîmelerde Cenab-ı Hak, Müslümanlara, “akıl etmez misin, düşünmez misin?” yollu ihtarda bulunur. Zîra, Kur'an-ı Kerîm, beşeriyetin aklını kullanacağı rüşd devrinde gelmiştir. Vesayet altında yaşamak devri [çocukluk, gençlik safhası] insanlar için umumî ma'nâda geçmiş demektir.

Bu esası te'yid ederek Peygamber Efendimiz dahi “benden sana bir Hadîs naklederlerse, benim adımı işiterek veyahut nakledenin şekline bakarak birdenbire inanma, sen rüşd devri adamısın, hayatta bütün işini Allah’la ve akıl ışığında göreceksin, akıl kimsenin şahsî malı değildir. Allah’tan gelen bir nur cereyanıdır. O, başkalarına geldiği gibi sana da gelir. Akıl ile beraber ilham da gelir. Binaenaleyh, hem Allah’ın var, hem de Allah’ın sende iki yardımcı cereyanı var. Onlarla evvela Hadîs'in doğru olup olmadığını tart, ayarla, tetkik et; aklın yatar, mantığın uyarsa kabul et, değilse hiç aldırma” demek istiyor. Zîra Allah; kullarının aldatıldığını istemez. Peygamber Efendimiz dahi aldanmayasın diye sana yukarıdaki iki Hadîs-i şerîfi öğretmiştir. Sen aldanırsan seni aldatan hain, senin zararına ve içinde 'bulunduğun zümre zararına bir fenalık etmiştir. 0, belki onu fena bir kasıtla da yapmış değildir. Bunu cehaletinden, düşüncesizliğinden yapmıştır. Fakat aklını kullanmak mükellefiyyetin seni kurtarmıştır.

Gerçek olmayan Hadîslerle karşılaşmak insanı çok üzer. Onu ilk işiten, Peygamber Efendimizin sözü zannederek evvela dilini tutar, O’na hürmetsizlik olmasın diye itiraz etmez, susar amma içi muhalif hislerle dolar. Bu müsbet menfî düşünce ve tazyik arasında içi sıkıldıkça sıkılır. Eğer vaktiyle öğrenmiş ise, ki kimsenin kimseyi “bu söz Peygamberimizin sözüdür” diye kabule zorlamağa hakkı yoktur. Herkes, aklını kullanmak hak ve hürriyetine sahiptir. Kabul edilmeyecek şeyi kabul etmemekle Allah’a, Peygambere asîlik değil, hizmet etmiş olur. Hemen hak ve hakikâti söyler ve müdafaa eyler. Zîra, hikmetsiz, kıymetsiz sözler veya yanlış fikirli zararlı nasihatler, talimler Enbiyalık şanına uymaz. Bunlar 'kusur teşkil eder. Din namına Peygamberden sadır olacak kusurlu söz, dinin kıymetine de fena te'sir eder. Dinin hak ve hakikâti hakkında insanı şüpheye düşürür. Bu; dinimiz için ne büyük bir iftira ve nakleden için ne tamir edilmez büyük suç olur!

Şimdi, Hadîs nakledenler, evvela kendileri nakledecekleri Hadîs'in sıhhatine, akıllarınca tamamiyle kanaat getirmiş olmalıdır. İnanılacak Hadîs'i nakledip inanılmayacak Hadîs'i nakletmeyen de Allah’a ve Peygamberine hizmet ve dinin itibar ve sıhhatini muhafaza etmiş olacağı gibi, sahih olmayan Hadîs'i kabul etmeyen de bir hatayı önlemiş, Allah’ı hoşnut edecek derecede hakkını kullanmış, rüşdünü isbat etmiş ve aldatılmamış demek olur. 0, bu haklı durumu; işiteceği sözün haklı cevabını vermekle te'min edebilir.

(Müftiler fetva verseler dahi, sen fetvayı kendinden al) emri gösteriyor ki, kendi aklını kullanıp doğruluğunu anlamadan müftinin bile fetvasına uymakla, reşid insan mesuliyyetten kurtulamıyor. Zîra müftinin ilmi var, amma herkesin de aklı   var. Müfti bir şahıstır, hata edebilir, çünki insandır. Hatta ona o mevkii, o payeyi verenin ona maaş  tahsis etmiş olanın müfti üzerinde hiç te'sir ve nüfuzu da yok denemez. Te'sir altında kalabilir ve onun arzusuna uymamak doğruluktan ayrılmamak için herkes mevkiini belki feda edemez. Müftiler halk namına padişahı murakabe ve mesul etmek için değil, halkı  padişah nam ve hesabına el altında tutmak için kullanılmıştır. Allah’ın neler istediğini bilmeyen, şeriatin nelere muvafık nelere muhalif olduğunu bilmeyen halkı, padişahlar hesabına kullanmak, elde tutmak için kullanılmıştır. Buna alet olmayıp doğruyu söyleyen, Hak’tan ayrılmayan müftiler de gelip geçmiştir. Fakat tarihteki sayıları çok değildir.

Mutaassıbın eline düşen zavallı Müslüman’ın  uğrayacağı tehdit çoktur. Mutaassıp naklettiği Hadîs'i Peygamber sözü diye kabul etmeyene hiddetlenir, tehditler savurur. Ve mesela; “bunu ben nakletmiyorum, rivayet edenleri falan, falan zatlardır ve onlar ashabdandır. Onlara inanmıyor musun, onlara inanmamak olur mu?” der. İşte ağzı kapatmak için kullanılan sözlerin çoğu, bu kabildendir. Buna karşı da dinleyenin şu cevabı vermek hakkıdır:”Ben Hadîs ilmi âlimi değilim. İslam şahsiyetleri hakkında bilgi cemetmiş olan ilmin âlimi de değilim. Rivayet edenlerin sözlerine ne dereceye kadar inanılır olduğunu belki onlar bilir, fakat ben bilmem. Ben Kur'an ayetlerinden ma'dasına tereddütsüz inanamam. Allah Kur'an’da Hazret-i Muhammed'e inanmamı emretti. Fakat Hazret-i Muhammed'in bugün huzurunda değilim. Rivayet yoluyla nakledilecek sözlerine de aklımı vicdanımı kullanmadan inanmak hakkını haiz değilim. Aldatıldığım ve fena bir yola saptırıldığım takdirde ben Allah’a karşı mes'ulüm. Sen de iyi bir şey söyle, aklım ersin, yüreğim kabul etsin, ben de  kabul edeyim Fakat Peygambere  bile iftira  edilerek söz uydurulduğu gibi, ashaba da iftira edilerek, nakletti denebilir. İmdi,  yalana aldanmamak için, bugünkü insanın ihtiyat ve temkinden başka yapacağı bir şey yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerîm’de akıldan, aklî  delîlden katiyen ayrılmamak için öyle kat'î hükümlü bir emir vardır ki,   izahlı me'ali şöyledir: “Başkasının sözüne değil,  kendi  aklını  kullanarak  neticede   helak mı olacaksın, kurtulacak mısın, ne olacak isen ol, fakat beyyine ile yani aklî delîle istinad etmiş olarak hareketin neticesi ol” buyurulmaktadır.

Rüşd sahibi insan için meşru yol budur. Netice, Allah’ın takdirine kalır.

Bodrum - 21.05.2002
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail