Gülen Hoca

Çok ilginç bir eğitim sistemimiz var. Bu ilginç eğitim sistemi, bizi de düşünce sistemimizi de ilginç şekillendiriyor, hatta komik. Nobel ödüllü bir Japon yazar vardır Kenzaburo Oe derler. Japonya’ya ilk geldiğim sene derste onun son çıkan öykü kitabını işliyoruz. Kitabın adı: Kendi ağacımın altında(Jibun no ki no shita). Yer, Japonya ve Japon edebiyatı olunca tabi ki ders de Japonca. Çok değişik bir hocamız vardı. Düşünceye ve felsefeye değer veren. Bu kitabı işledik. Kısaca öykü şöyle geçiyor:

Yazar Kenzaburo, çocukluğunda yaşadığı bir dönemi anlatıyor öyküsünde. İkinci dünya savaşı. Yazar ilkokul öğrencisi. Japon orduları savaşın başında büyük zaferlere imza atıyor. Japon imparatoru bir ilahtır! Tanrıdır! Halkın önüne çıkmaz! Sadece halkı yönetir kaderini tayin eder ve bütün Japonlar imparatora tam sadakat ile bağlıdırlar. Ancak yabancılar düşmandan ötedir. Yabancılar gâvurdur. Yabancılar şeytandır. Bu şekilde anlatılır yabancılar çocuklara. Hiç yabancı görmemiş bu Asyalı çocuklar da kafalarında şeytan hayal ederler. Hadisenin kapalı bir köyde geçmesi nedeniyle çocukların fantezi dünyası daha da canlıdır.

Bu noktada hoca bizim sınıfa soru sordu. Sınıftakiler değişik milletlerden yirmi beş civarı yaşlarda on beş genç, Fransız, Çek, Çinli, Kore, Alman vs. sanki dünya gençlik karması. Ve ben… Hoca, herkese eğitim hakkında fikrini sordu tek tek... Herkes eğitim hakkında görüşlerini söyledi. Cevaplar: “bir meslek edinmek için, kültürlü kişi olmak için...” gibiydi. Benden benzersiz bir cevap geleceğini biliyordu, bu yüzden bana en son sordu! Ben de adeta sezdim hocanın benden beklentisini. Cevabım kısa ve anlamlı olmalıydı.
-Turhan sen ne dersin dedi, eğitim ne işe yarar?
-Eğitim kişinin ‘database’ini (veri tabanını) oluşturur dedim!
Birden herkes bana döndü! Ne diyor bu gibisinden baktılar suratıma. Hoca ise gülümsedi. Anlaşılan beklentisini tatmin etmişti. Oysa ben kopya çekmiştim. Okuduğum mistik kitaplarda buna benzer şeyler yazardı.

Sonra hikâyeye devam ettik. Savaş sona erer. Japonlar savaşı kaybeder. Bütün Japonya’yı Amerikalılar işgâl eder. Japonya’da taş taş üstünde kalmaz. İmparator radyodan halka meşhur konuşmasını yapar ve kendisinin bir ilah olmadığını itiraf eder. Bir gün yazarın köyüne Amerikalı askerler gelecektir. Bir hafta önceden hazırlıklar başlar. Köyün girişinde çocuklar askerleri karşılayacak ve onları Amerikanca “Hello Hello” diye selamlayacaklardır. Yazar çocuk haliyle buna isyan eder! Okuldan kaçar. Dağa çıkar ve düşünür: “Hani onlar şeytandı? Hani onlar düşmandı? Neden şimdi onlara hello diyeceğiz?”
Ve yazar öyküde bu süreçteki düşüncelerinin psikolojik çözümlemesini yapar.
Hoca sınıfa tekrar görüşlerini sordu “bu konuda siz ne dersiniz?” diye… Benim cevabım yine basitti.
-Veritabanında çakışma olmuş bu yüzden böyle düşünüyor.
Herkes yine bana baktı. Hoca ise gülümsüyordu.

Şimdi düşünüyorum da kendi eğitim sitemimizi. Ve Türkiye’de aldığım orta öğretimi. Hiç unutmam ortaokulda fen bilgisi dersinde konu insanın varoluşu konusuydu. Hoca dedi ki: “Bu konuda üç hipotez  var, biri hepimizi tanrı yaratmış, diğeri uzaydan bir göktaşıyla gelmişiz, diğeri ise maymundan gelmişiz. Aman bu konuyu es geçelim, çarpılırız ne olur ne olmaz bir bu konuyu atlayalım. Ancak siz bana bu konuda hangi görüşü savunduğunuz söyleyin.” “Ya bilmediğimiz şey hakkında nasıl görüş bildiririz?” diye bir soru aklıma gelmişti o zaman. Ama benim hoşuma gitmişti bu, ne de olsa koyu Fenerbahçeliydim. Taraf tutmakta üstüme yoktu. Zaten sınıf arkadaşlarımla aramda iki yaş vardı. Ben küçük olanıydım. Ben dedim ki insanlar maymundan gelmiştir. İki kişi uzaylı görüşünü desteklemişti. Geri kalanlar ise tanrının yarattığı varsayımı üstünde hem fikirdiler. Bu bilgisizce fanatik yaklaşım beni çok rahatsız etti. O zamandan sonra bu konuyu araştırmaya karar verdim. Toplumun bu konudaki görüşü belli. Herkes bir takım tutuyor. O zamanlar Fenerbahçeli nüfusu fazlaydı, son günlerde Galatasaraylıların sayısı artmış. Herhalde artık futboldan anlamıyoruz, anlasak herkes feneri tutardı gibi bir yaklaşımla bilimsel konulara yaklaşıyoruz. Bu yüzden de büyük çoğunluk evrim teorisine karşı çıkıyor. Konuları değerlendirirken onların başlıklarında kalmayıp içeriğini iyi şekilde algılamak gerektiği kanaatindeyim. Biz gençler arasındaki tabiri ile Teklikle kafayı yemişlerin, yani amacı Teklik olanların, en önemli işareti tepkisiz kalmak olsa gerek. Bu arada akla şu soru gelebilir: “o zaman kendimizi tekten soyutlamış olmaz mıyız?” Böyle göresel bir yaklaşıma verilecek cevap, “O zaten soyuttur” olurdu herhalde.

Takım tutar gibi evrim teorisine yaklaşmak ne kadar doğru olur acaba? İnsanın varoluş teoremi gibi ciddi bir konuya daha tutarlı yaklaşmak gerekir. Scientific American Dergisi, özel sayısında bu konuyu işlemiş. Bu dergideki konuları sadeleştirerek önümüzdeki günlerde bir yazı dizisi halinde yazmak istiyorum.

Hoşçakalın

Turhan Doğan
turhandogan@yahoo.com

Tokyo -
22.02.2003
http://
gulizk.com

 


Üst Ana sayfa e-mail