Allah’a
varmak için, güzelliği hedef tutmak ve güzellikten hareket
etmek lazımdır. Başlangıçla gaye arasındaki hayat yolunda
da, güzelliklere tutunarak istikamet alınmalıdır. Bu yolda
her şey güzeldir. Mesela yerde, gökte ne var ise; her tabiî
güzellik bu cümledendir. Çirkinde bile bir iç güzelliği
gizlidir. Yaradan ki güzeldir, yaratılmış her şey dahi
elbette hakîkâtte güzeldir. Zîra ondan beliren bir nişane
taşır.
Fanîlerin güzelliği insanı Allah’a götürmeli, yolunu
Allah’a doğrultmalıdır. Bir fanî güzeli görüp gönül
veren; ayni vesîle ile Allah’ın güzelliğine gönül vermiş
olmalı, kalbini Allah’a tevcih etmelidir. Fanîye gönül
verip Allah’tan gaflete düşen; yolunu kaybetmiş olur. Bu
halde mecazî aşk, yol kesen olur. Böylesi perîşan olur.
Aşk; bir an titremeden ibaret arızî ve cismanî bir şey değildir.
Rühî ve nuranî bir yanmadır. Allah’a varmak için yanarak
kesafetten kurtulmadır.
Hayat; Allah’a istikamet alırsa hayat; borcunu öder ve hakkını
alır. Bu istikameti hayata vermek için sıkı ilahî bir bağ
ve ıstıfa lazımdır. İşte yalnız aşktır ki insanda devam
üzere bu bağı sıkılar ve ıstıfaya temizliğini yaptırır.
Aşk olmasa insan ne ile Allah’ın peşinde koşar? Ya bir
ihtiyaç veya bir zor netîcesi veya ibadet mükellefiyyeti ile
değil mi?
1) İhtiyaç; bir lüzumlu şeyin yokluğu neticesi ona duyulan
lüzumdur. Fakat o şey elde edilince Allah’a iltica bağı
gevşer.
2) Zor: İnsan bir sıkıntıya düşünce amana düşer.
Allah’a iltica edip yalvarır. Fakat o sıkıntı [o darlık,
o tehlike] bertaraf olunca, yine iltica bağı gevşer.
3) İbadet: Aşksız ibadet, ruhsuz ve hararetsizdir. Böyle
hararetsiz ibadet edenlerde, ilahî münasebet, ibadet anlarına
münhasır kalır. İbadet yerinden, ibadet halinden ayrılınca
insanda ilahî bağlar yine gevşer. İmdi, aşksız ibadet de
[sırf vazîfe îfası mahiyetinde korku netîcesi yapılan
ibadet de] devam üzere Allah’a rabıtayı te'min etmez. Çünki
özsüz ve temelsizdir. Zîra, muhabbetle yanarak değil,
cehennemden korkarak yapılır. Allah’ın cemaline kavuşmak aşkı
ile değil, nefsi okşayan cennet ni'metlerine kavuşmak hırsıyla
yapılır. Allaht’an korkan; yalnız kötülükten el çekmekle
kendini tatmin eder. Şimdi ancak Allah’ı aşk ile sevendir
ki; hem kötülüğe eli varmaz, hem de varını yoğunu Allah aşkı
ile insanlık yoluna harcamaktan kendini alamaz.
Böylece içinde, yalnız Allah korkusundan ibaret bir çekingenliği
olup aşkı ve atılganlığı olmayan insan; cemiyette bir
yabancı gibi lakayd ve verimsizdir. [Egoizmadan] şahsî
menfaat peşinde koşmaktan berî kalmaz. Böylesi, Allah peşinde
koşmak için; yüreğinde hararet, cazibe, gayret bulamaz. Böylesi
cömert ve fedakâr olamaz. Çünki feragat ve fedakarlık hissi
duyamaz. Bu İlahî yüksek hisler; insanda insanlık sıfatı
olarak tecellî eder. Mayası, cazibesi ve tezahürat sebebi
muhabbettir. Şimdi hiç alaka bağları gevşemeden, insanı
Allah’ın peşinde koşturan yalnız ve yalnız muhabbettir.
Demek ki seven, daima sever; sevgilisine ait her şeyi sever. Ve
sevgilisini incitmemek için onları incitmekten sakınır.
Seven; Allah’ın her kulunu aziz tutar. Onların faydası uğrunda
her şeyini harcar. Ve onları candan benimser, analar gibi
onlara yüreğini, kanadını açar. İlahî adete uyarak öylesi;
yalnız sever ve verir, karşılıksız verir. Kayıtsız şartsız
verir, Allah’a verir gibi verir.
Bodrum
- 10.02.2002
http://sufizmveinsan.com
|