Varın Hazzını Yaşayın


Mümin, Rabbinin  rızasına  uygun bir hayat  yaşamayı  kendine prensip  edindiğinde  hem  bu  dünyası , hem de  sonsuz  hayatı  cennet olacaktır.
Kendisinden  yapılması  istenen her amelde,  kaçınması  emredilen  her sınırda  ince  bir hikmet,  bizzat  kendi  mutluluğu  gizlidir.

Bir  an  dahi  aklından  çıkarmayacağı bir  nokta  vardır  insanın: Dünya  hayatının  fani  olduğu…

Fanilikten  bâkiliğe  uzanan  yolda,  Mutlak  Var  olan  Allahu Teala’yı  hissetmeye  başlamakla  atılır  ilk  adım.. Tüm  kâinatın  yegâne  sahibi  ve  yaratıcısı, kullarına çok  merhametli  ve  Râuf  olan  Rabbimiz, kendisini  tanımamız  ve  itaatte bulunmamız  için bizleri  yokken var etmiş, bilmezken bilir, hissetmezken  hisseder  kılmıştır. Bizi varlık âlemine çıkarması, O’nun bize olan sevgisinin  bir  tecellisidir. Kullarını  çok  seven  Rahman, onlarla  her an  beraberdir, Kendi  ifadesiyle  şahdamarından  daha  yakındır.

İşte Yaradanı kendine şah damarından bile yakın, kalplerden  geçenlere  bizzat  vakıf, dua  edenin duasına  icabet  edenken, O  mutlak Var  ile  yakın  olmanın hazzını  yaşayabilen  kul için,  âlemler  ondan yüz  çevirse  bile, ne  önemi  olabilir ki? Âlemlerin  sahibi  de  O  Rahmanurrahim ve her  yaratılmışın  dönüşü de yine  O’na  değil midir?

Rabbi ondan  yüz  çevirmesin  yeter ki ziyanın büyüğü  ve asıl kayıp  budur.

Yoğun hasretiyle ömrünü tüketenler, Mutlak  Var’ın  kendisi  için  takdir  ettiğiyle yetinmeyip  onla hoşnut  olmasını bilemeyenlerdir.

İnsan,  çoğu  zaman  tulü emel  sahibidir. Öyle  ki; İçinde  sınırsız bir özlem , dünyalık emelleri ardı sıra  gider iken, onlara kavuşamadan  eceli  ona  yetişiverir.

İnsanı  şükürden, takdire  rızadan  ve  tevekkülden  alıkoyan, işte bu sonu  gelmeyen  istekleridir.

Ömrü, bu hasretler  peşinde,  kuru  bir  yaprağın  rüzgârda savruluşu  gibi yordamsız tükendiğinde, yitik hayatının nedameti fayda  vermeyecek ve ancak toprak  doyuracaktır haris gözlerini.

Rabbim  böyle akıbetten bizleri muhafaza buyursun.

Var’ı tanımayanların, Var’ın yansımalarıyla uğraşması doğaldır. Rabbini bilmeyenlerin de dünyanın boş ve geçici geçimlikleriyle  eğleşmesi...

Yolcunun bir ağaç dibinde gölgelenme mesabesindeki  dünya  hayatının  maişeti, bir anlık göz açıp  kapama  süresi  kadar  kısadır.

Şimdiye  kadar  yaşadığımız  yıllara  baktığımız da,toplamın eldesi de  aynen  böyle  değil midir?

Ömrün  sonunda da yine böyle  olacaktır, 

ne  kadar  uzun  yaşarsak  yaşayalım...

BİZ ,  EBEDİ  ÂLEMİN  YOLCULARI !

Sadece  uğrak  yerimizdir  dünya.

Ölmeyecekmişiz gibi hissederek yaşamamız, menzili  unutmamızdandır.Her yakîn bir gün gelecektir, Allahu Teala’nın  vaadi  böyledir. Ve  Rahman  vaadinden  asla  dönmez.

Bizi  yolculuğumuzdan alıkoyacak şekilde dünyaya bağlanmaktan ve dönüş biletimizin doğarken kesildiğini unutmaktan şiddetle  sakınmak, misafir  edebindendir.

Can ve beden emanetimize  sahip  çıkarak, onu  sonu  gelmeyen  nefsani arzulardan beri çekmek zorundayız ki, zahmetli  yolculuğumuzun sonunda ebedi cennet mükafatımızolsun,  mihnetler  yerini  sonsuz  huzur ve mutluluğa  bıraksın.

Rabbim  bizleri  ahir  yurduna  imanla  varanlardan  eylesin..

Kendisine Rabbi  tarafından  ihsan  edileni, rıza ile karşılayan kişi  için,  takdir  edilenden  daha  güzeli  olamaz, velev ki ufacık bir  pâye  de  olsa...

Allahu  Teala  her şeyi  bir  hikmetle  halk eder  ve kuluna  bahşeder. O’nun  her verişi  güzel,  hikmetli  ve  latiftir.

Vermeyişinde de  bir  hikmet  vardır.

Rabbi kuluna  bir şeyi  layık  görmüşse, kul  onun  hazzını  gönlünde  yaşamaya  koyulur  artık.

Güzel  olan Rabbinin  kendisi  için  taktir  ettiğidir.

Böyle  bir  kulun  dünyası  cennettir,  çünkü ona  bahşedilen  her  şey,  onu  mutlu  kılar.

Rabbinin onu düşünüp ona verdiği her şeyde bir letafet ve hikmet  görür.

Güzel  olanın  takdiri de  güzel  olmaz  mı  hiç ?

Bu hal, takdire katlanışın değil,  onu benimsemenin,  ona  rıza  göstermenin, kendisi için en güzelinin bu olduğunu bilmenin teslimiyetidir.

Böyle  bir  kul  için,  farkı  yoktur kuştüyü  yatakla  hasır  üzerinde  yatmanın.

Yüce  Nebi (sav)’in  mübarek  yüzünde,   uyandığı zaman hasır  izleri  görülürdü. O’nu  canından  çok  seven  Hz.Ömer (ra),   bu  haline  üzülerek:

“Sen  ki  Âlemlerin  Efendisi ! Kâinatlar  senin hürmetine  yaratıldı. Kisralar, saraylarında  kuştüyü yataklarda yatıp sefa içinde  yaşarken senin  böyle hasırlarda yatman bana çok dokunuyor.”   derken,  gözyaşlarını  tutamamıştı.

Nebinin  Rab  sevgisiyle  dolu  yüreğinden  dökülen  şu  cümle  ise ibrete  şayandır:

‘’Bırak  dünya  onların, ahiret  bizim  olsun,

istemez misin? ’’

Evet, ahiretin ebedi serveti  ve Rabbin  rızası  yanında dünyanın  tüm  varları  nedir  ki?

Bir  nimete  eriştiği  zaman  insan,  o  nimete  ermiş  olmanın  hazzını,  nimetin  değerinde  değil, münimin (veren)  azametinde duymalıdır.

Münimi tanıyan  insan ancak  bu  azametin  hazzını  duyabilir.Bu  şükrün  hal  rüknü  olup bu  hal  vaki  olduğunda  şükür  eda  edilmiş  olur.

Gerçek  şakir, şükür  sahibi  için Allah’ın  nimetleri  arasında  fark  yoktur  çünkü  hepsinin  Münimi  aynıdır, Allah’tır.

Nimetlerin  gerçek  hazzı ise arzular içinde  hissedilemez. Arzuların  sınırı  olmadığı  için kişinin  kendinde  olmayan, sahip  olamayacağı  bir şey  mutlaka  olacaktır, ne  kadar  zengin de  olsa.

O  yüzden  asıl  zengin, kanaat sahibi  olan  kişidir. 

Daima  yoğun  arzusuyla  yanan  birinin

hayatı  hasretle  geçecektir. Ne  zaman ki yoğun  arzusunu  terk eder, varın  hazzını  işte  o andan  itibaren   yaşamaya  başlar.Böyle  bir  insana  ancak,   ötelerin  ufukları  açılır.
Çalışmak ise nefsin hiç  bitmeyecek arzularını  elde etmek, ömrünü  tulü  emel peşinde  tüketmek için değil, Allahu  Teala’nın  “çalış”  emrinden  dolayıdır.

Gayretinin  asıl karşılığını  kul,  ahirette  alacaktır.

Allahu  Teala  bize  “çalış” dediği  için bu  dünyada  çalışırız, başka  bir  gayemiz  olamaz.

Bu,  kul  olarak  Rahman’ın  emrine  itaattir  yoksa  rızkın  kefili  sadece Allah’tır ve onu  çalışma  sebebine  bağlamıştır.

Allahu  Teala’nın kefalet ettiği  bir  hususa  kulun  karışması,  abesle iştigal olur.

O sadece Rabbinin emrine  uymakla mükelleftir kul  olmak  cihetiyle,  gerisi Rabbinin  takdiridir.

Her  varın  varlığının  sebebi, evveli  ve  ahiri  olmayan, sonsuz  Var olan Allahu  Teala’dır.

O’ndan bihaber  olarak ömrünü, O’nun  var ettiklerinin  hasreti içinde  tüketenler, hayat  nimetinin  kıymetini  bilemeyip  onu  heba  edenlerdir ancak.

Rabbim  bizleri  tek  bir nefes  dahi  kendi  varlığından uzak kılmasın  ki ,  O’nun  bize

lütfettiklerini  başkalarına mal  ederek o  sonsuz  hazdan  mahrum  kalmayalım  ve bize  taktir  etmediği  bir  şeyin  ardına  düşerek  ömrümüzü  hasretlerle  savurmayalım.

Şu cümleyi her gün  görebileceğimiz  bir  yere  not  almamız  güzel  olur  sanırım.

‘’ Varın hazzını yaşayınız, yokun hasretiyle ömrünüzü   tüketmeyiniz...  (Kul İbrahim)

Satırlarımı Hz. Ali (ra)’ın  ölmez  sözlerinden biriyle noktalamak  istiyorum:

 İbni Abbas ( Radiyallâhü anh ) der  ki :

Ben  Rasulullah ( Sallâllahü aleyhi vesellem )’in  sözlerinden  sonra müminlerin  emiri  Ali  İbni  ebi- Talib ‘in   bana  yazmış   olduğu  mektubundan  faydalandığım  gibi  hiçbir  sözden  faydalanmadım.

Bana  şöyle  yazmıştı :

‘’ Hiç  şüphe  yok ki  insan  oğlunu   erişemediği    müddetçe  kaybettiği  ve  kaçırdığı  şey  üzer. Birtakım  nailiyetlerde kaybetmediği  müddetçe ,  kendisini  sevindirir. Öyle  ise  senin  sevincin  ahiretten  nail  olduğun  nimetler ,  üzüntün  ve  kederin  ise  ahiretten  kaybettiğin  nimet  ve fırsatlar  olsun. Dünya  hayatından  eriştiğin  şeye  sevinme,  ondan  kaybettiğin  şeyden  dolayı da üzülme. Bir  kelime  ile  senin  düşüncen  ve  gayretin  sadece  ölümden   sonrası  için  olsun  ,  vesselam. ‘’

  Eşya  iki  şeyden  ibarettir :

-Birincisi  benim  erişemediğim  ve  ezelde de  bana  rızk olarak  takdir  olunmamış şey ki,  buna  gelecek  bir  zamanda  erişmeyi  de  asla  düşünmem ve  beklemem.

-İkincisi  merhum  olan  vaktinden  evvel  erişmeme ,  yer ve  gök ehlinin  kuvvetini  de  toplasam ,  imkânı  olmayan  şey.

Hayret  olunur  O  kimseye  ki ,  kaybolması  imkânı  olmayan  şeye   erişmek  Onu  neşelendirir   ve  yine  hayret  olunur  O  zata ki,  erişmesi  mümkün  olmayan  bir  şeyin  kayboluşu  onu  müteessir  eder.

Eğer  düşünse  görür  ve  bilirdi  ki,  kendisi  ancak  şahsı  için  hazırlanmış   şeyin   tedbircisidir. Ve  kendisine  nasip  olmayan  şeye  de  eremeyecektir  .O  halde,  kalbi  eriştiği  şeyle  müsterih  olurdu.

Buna  göre  içinde  emeli  az  olanlardan , zahirde  amelleri  güzel  olanlardan  olunuz. Zira  ALLAHU TEAL  müminleri  en  güzel  bir  edeple  edeplendirmiştir  ve  bunlar  hakkında  BAKARA suresinde :

‘’ O  fakirleri  cahiller,   tevazu  ve  iffetlerinden  dolayı  zengin  (zaruretinden  dolayı ) sanırlar. Sen  onları  görünüşlerinden  anlarsın. Onlar  tacizle  bir şey  istemezler. Onlara  yaptığınız  iyiliği  ALLAH  bilir. ‘’ buyurmuştur.

Ö.Zeyneb EKİNCİ
muttakisahabe@hotmail.com

Kayseri - 02.03.2004
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail