Hicret,
Peygamber Efendimiz (sav) ve gönlünü İslamiyet’e adamış mübarek
sahabelerin Mekke’den Medine’ye göçüdür.
Hicreti
vatan değiştirme, bir yerden bir yere taşınma zahirinde
bırakırsak, o kutlu ruhu anlayamamış oluruz.
Çünkü
hicret, küfürden tevhide, batıldan hakka, karanlıktan aydınlığa
çıkıştır. Cahiliyenin, insanı hayvanlar mertebesine düşüren
sefilliklerinden, insanın yaratılış itibariyle layık olduğu
medeniyete yükselişidir hicret. Bu manada muhacir ise, nefsinin
hoş gördüğü hal ve hareketlerden Allah’ın çizdiği sınırlar
dahiline hicret eden kişidir. Başıboşluktan nizama, sınırsızlıktan
disipline geçişle gerçek manadaki mutluluğa varıştır hicret.
Uyanışın,
dirilişin manevi timsali olan bu kavramı sadece o döneme
özgü saymak, İslamiyet’i o döneme has kılmakla eş manada
sayılır. Çünkü insan, kıyamete kadar hep yaşar hicreti.
Nefsinde
yaşar başta.
Kendini Allah’a kul olmaktan uzaklaştıracak nefsinin
telkinlerinden Rabbine sığınarak yaşar .
Aile ve çevresinde de hakeza...
Hicrete devam ettikçe ufku aydınlanır , değeri artar ve manevi
yükselişlerle salihler zümresine ilhak olunur. Kur’an’ı Kerim’de
buyrulduğu şekliyle, tüm canlılar için de beden ve ruh
haliyle en güzel biçimde yaratılma şerefine nail olmaya
çalışır. Hakkı batıla tercih etmesi ve bu yoldaki zahmetlere
göğüs germe sebatını göstermesi, ancak onu Rabbi katında güzel
bir seviyeye ulaştırır.
Başta nefsine, sonra şeytan ve yoldaşlarına karşı direnişi ,
körü körüne yürümeyişi ve aklını Hakk’ın emrine verişi ile
umulur ki, Rahman’ın hicret eden muhacire verdiği sevaba nail
olur.
Şimdi
hicret zamanı…
Nefsimizden Yaradan’a sığınışın böylelikle kendimizi korunmanın
en güzel yoludur HİCRET….
Ö.Zeyneb EKİNCİ
muttakisahabe@hotmail.com
Kayseri - 24.02.2004
http://gulizk.com
|