Hudeybiye andlaşmasının 628 yılı Mart ayında imzasından üç hafta sonra müslümanlar Medine’ye geldiler. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sulh-u sükûn devrinde İslam’ı tebliğ ve etrafa yaymakla meşgul oldu. Peygamberliğini bütün dünyaya duyurmak zamanı artık gelmişti. O, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Bu esnada Bizans Kayserine, İran Kisrasına, Mısır Mukavkısına, Habeş Necaşisine ve Arap reislerine mektuplar göndermişti. Çünkü, İslamiyet davası oldukça ilerlemiş bu Tevhid dininin etrafa yayılma sırası gelmişti.

Hicretin yedinci yılında İslam’a davet mektuplarından birini gönderdiği Mısır hükümdarı Mukavkıs bu mektuba bir cevap ile birlikte bazı hediyeler, Mariye ve Sirin adlarında iki kız kardeşi cariye olarak Hz. Peygamber’e göndermişti. Elçi olarak gönderilen Hâtıb bin Ebi Belteş (r.a) dönüşü esnasında yolda İslamiyeti bu cariyelere anlattı. Hristiyan dinine mensuplar iken bu defa gönülleri İslam’a açıldı ve henüz Medine’ye gelmeden önce, bu dini kabul ettiler. Mukavkıs’ın gönderdiği hediyeler Hz. Peygamber (s.a.v)’e ulaşınca bu iki kızdan Sirin’i şair Hassan b. Sabit’e verdi ve ondan Hassan’ın Abddurahman isimli oğlu dünyaya geldi. Mâriye’yi de kendisi aldı ve O’ndan İbrahim adındaki oğlu doğdu.

Mâriye binti Şemun (r.anha) Mısır’da Ensina ülkesinde Eşmünin’in karşısında ve Nil nehrinin  doğu kıyısındaki Hafın köyünde, Kıbtî bir baba ve Roma’lı Hristiyan bir anneden dünyaya geldi. Mukavkıs’ın sarayına götürülmeden önce kızkardeşi Sirin’le birlikte  bu köyde yaşadı. Sonra birlikte saraya alındılar. Peygamberimizin elçisi Hâtıb (r.a) Mısır’a ulaştığında bu kızkardeşler sarayda idiler, Mukavkıs İslamiyeti kabul etmedi ama çok ve değerli hediyeler gönderdi.

Rasûlüllah (s.a.v), Mâriye annemizi Mescid’e yakın bir yerde olan Harise b. Numan’ın evinde konaklattı. Daha sonra kendisine tahsis edilen Medine’nin Avâli diye anılan yukarı taraflarında Beni Nadirlerden kalmış olan hurma bahçesinde oturdu ve hurma mahsulü ile ilgilendi. Hz. Mâriye (r.anha) çok güzeldi. Peygamberimizi çok memnun ettiğinden gece  ve gündüz onu ziyarete giderdi. Fakat diğer eşleri kıskançlık gösterdiler. Tahrim Suresinin ilk ayetleri bu vesile ile nazil oldu. Eşlerinin hepsi de Allah’ı, Rasûlünü ve ahiret yurdunu istediklerini söylediler, hatalarını anlayıp vazgeçtiler. Bir daha Râsulüllah’ı hoşnutsuz edecek söz, tavır ve hareketlerde bulunmadılar.

Hz. Mâriye (r.anha) hamile olduğunu anlayınca sevincinden uçacaktı. Peygamberimiz de buna çok sevindi. Zira  Hz. Hatice (r.anha)’den Kasım’dan başka çocuğu olmamıştı. Hicri sekizinci yılın Zilhicce ayında (M. 630 Nisan) Rasûl-i Ekrem’in Mâriye’den İbrahim adında bir oğlu oldu. Böylece hanımları içinde çocuğu  olan ikinci hanımı Mâriye Kıbtıye oldu. Hz. İbrahim’in doğumuna ebelik görevini âzâdlılarından Ebu Rafi’nin karısı Selma Hatun yaptı. Doğumdan hemen sonra Peygamberimiz’e müjdeledi. Peygamberimiz de ona bir köle bağışladı. Mâriye’yi de bu vesile ile âzâd etti. Sonra yanıbaşında duranlara, “Bu gece bir oğlum oldu, Ona atam İbrahim’in adını koydum” buyurdu. Cebrail gelip: “Esselamü aleyke ya Eba  İbrahim (Selam olsun sana ey İbrahim’in babası!) diyerek Peygamberimiz’i selamladı. Doğumunun yedinci günü akika kurbanı kesildi, saçları Ebu Hind tarafından kesildikten sonra tartılarak ağırlığı kadar gümüş sadaka olarak dağıtıldı. Süt anne olarak birçok istekli çıktı ise de bunlar arasından tercih edilen Ümmü Bürde Havle binti Müncir’e verildi. Kocası demirci idi. Peygamberimiz oğlunu hemen hemen hergün ziyaret eder ve genellikle öğle uykusunu orada uyurdu.

Hz. Âişe (r.anha) validemizin şöyle dediği rivayet edilir: “Sonra Allah (c.c) Mâriye’ye çocuk bahşederek O’nu mükafatlandırdı. Biz ise bundan mahrum kalmıştık.”

Hz. Mâriye’nin mutluluğu bir yıldan biraz fazla sürdü. İbrahim iki yaşına yaklaşırken rahatsızlandı. Süt annesinin evine gelen Peygamberimiz O’nu kucağına aldı, çocuk can veriyordu. Mübarek gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı: “Vallahi İbrahim, biz senin firakınla çok üzgünüz. İbrahim benim oğlumdur, bir süt kuzusudur. Cennette O’nun süt emme müddetini tamamlamak üzere iki süt anne tayin olunmuştur.” buyurdu. İbrahim’in vefat ettiği gün, güneş tutulmuştu. “İbrahim’in ölümü için güneş tutuldu” dediler.  Peygamberimiz (s.a.v): “Ey insanlar! Güneşle, Ay, Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar bir kimsenin ne hayatı, ne de vefatı için tutulmazlar!” buyurdu.

Mâriye annemiz evine çekildi.Sabrın güzelliğine sarıldı. Rasûlüllah’ın kalbindeki evlat acısı yarasını, kanatmamaya dikkat etti. Sabrı taştıkça Bâki Kabristanı’na gider, kaybettiği yavrusunun kabri başında rahatlamaya çalışır, gözyaşı dökerek acısını azaltmak isterdi.

Hz. Peygamber’in Mâriye ile evlenmesi Mısırlılar üzerinde gerçekten güzel bir etki bırakmıştı. Mısır’ın fethinde Mısırlıların tarafsız kalması ve müslümanların da Bizanslıları mağlup etmesi sebeplerinden biri de bu olmuştur.

Hz. Mâriye (r.anha) Peyamberimizin vefatından sonra sessiz ve sakin bir hayat yaşadı. Beytülmal’dan verilen tahsisatla geçindi. Hz. Ömer devrinde Hicretin 16. yılında vefa etti ve Bâki Kabristanı’na defnedildi. Allah kendisinden razı olsun

Hamdi Boydak
İstanbul - 12.0
2.2002
 http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail