İnternetin dünyayı
nasıl değiştirdiğinin özellikle bilgiye erişimi ne kadar
kolaylaştırdığının farkında mısınız? Ben her seferinde hayrete
düşüyorum. İşim bilim olunca mesleki konularda bir çalışma
yaparken önce bir düşünce oluşuyor. Sonra, bu konuda o zamana
kadar ne tür çalışmalar yapılmış, ne sonuçlar alınmış bilmek
gerekiyor. Bu noktada, bilimsel yayınları tarama devreye
giriyor. Eskiden kütüphanede günlerce sayfalar karıştırılarak
elde edilen tarama sonuçları artık internet sayesinde tek tuşa
klik ile eskiye oranla daha verimli elde ediliyor. Sadece
mesleki alanda değil bu hayret, günlük yaşamda da bununla iç
içeyiz. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız bir nispette de olsa
Türkiye’ye yakın. Ancak Amerika ve Uzakdoğu’da yaşayan bizler
için memleket çok uzakta. Düşünüyorum da on sene evveline kadar
buralara gelenler memlekette olanlardan nasıl haber
alıyorlardı? Telefon ile nispeten aile arası iletişim mümkündü,
ama güncel olayları öğrenmek bir hayli zor olmuştur. Şimdi
internet var. Bütün gazeteler elimizin altında. Yeni gelişen
internet teknolojileri ile televizyon ve radyolara kaliteli
erişimde mümkün. Sırası gelmişken yakınmadan edemeyeceğim. Bu
konuda maalesef ülkemiz çok geriden takip ediyor. ADSL
teknolojisi, fiber optik bireysel bağlantılar ve bunların
hızları hala yeterli düzeyde değil. Geçen gün buradan bir Japon
Tıp fakültesinde öğrenci arkadaşla konuşurken söz sözü açtı ve
İbn-i Sina’yı tanımadığını öğrendim. Kendisine lise yıllarından
kalan bilgileri kısaca aktardıktan sonra fark ettim ki, kendim
de pek iyi tanıyamamışım bu değerli kişiyi. Türkiyeden on bin
kilometre uzaktasınız nerden bulacaksınız İbn-i Sina ile ilgili
bilgiyi. Evet işte yaşasın internet!!! İki klik beş saniye sonra
karşımda idi, İbn-i Sina! Kültür Bakanlığımızın sitesinde güzel
bir derleme yazı vardı. Bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.
http://www.kulturturizm.gov.tr/
Sitesinde yer alan
yazı.
İbn-i Sina (980-1037)
İslam filozofu. Aristotelesçi
felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya
çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda
bulunmuştur.
Buhara yakınlarında Hormisen'de
doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali
el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek
Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh
döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan
Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın
önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık,
matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi,
özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini
araştırdı, sağaltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle,
II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa
kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak
önem kazandı.
İbn Sina'nın felsefeye ilgisi
deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu
görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının
görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı
sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle
bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim,
metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır.
Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her
sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır.
Bilgi sezgi ile kazanılan kesin
ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin
gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi
vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına
uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden
oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla
olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında
doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir.
Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara
uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir
işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve
anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri,
usta bulunur, deneyden gelmez.
İbn Sina'ya göre varlık,
tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var
olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu
nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri
sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin
kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan
bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan
belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme
geçişidir.
Mantık insanı gerçeklere
ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi
gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak
yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık,
ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen
bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar.
Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını
bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve
birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik
taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve
yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya
kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya
da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla
kazanılır.
Mantığın konusu incelenirken,
tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında,
kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi).
Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık
ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik,
nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on
kategorisi vardır.
İbn Sina mantığında en önemli yeri
tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın
bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi
tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile
yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel
ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük
tanımları.
Önermeler, yüklemli ve koşullu
olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği
zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir
ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür.
Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil,
belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere
ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından,
sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi
öncüllerde bulunabilir.
Tümeller, bütün varlık türlerinin
oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram
olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim
kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan,
nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında
ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır.
Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina
fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür.
Fiziğin konusu madde ve biçimden
oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye
bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek
gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal
nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de
birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye
ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise,
nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre,
nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci
nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle
devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç
olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve
yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu
türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma
getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği
bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı
olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır.
Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın
geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve
Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu
kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da
birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı
bir yerde zaman da yoktur.
İbn Sina'nın felsefesinde,
Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh
kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri
bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh
vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan
doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi
devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği
de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi
yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek
için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa
uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel
yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir
bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir,
sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri
gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara
dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir
bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu
değildir.
Canlı sorununa, gözleme dayalı bir
ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir
bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla
bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara
uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir.
Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci
aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı
güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı
gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü
doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur,
bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı
duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu
ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile
beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi
bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için
en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle
donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için
gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir.
Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler
soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda
iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu
nedenle bir istenç niteliğindedir.
Us konusunda İbn Sina ayrı bir
düşünce ortaya atmıştır.
Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel
us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir
yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı
bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir.
Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada
bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve
düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk
basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular
kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır.
Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü,
başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde
kavrar.
İnsan, ayrıntıları duyularla
algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us,
nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan
usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla
değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri
kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu
verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir,
yargıları ortaya koymada onları aşar.
Yaratılış konusunda İbn Sina,
varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır.
İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız
kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen
gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya
çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları
türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi
aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda
etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin
maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us,
tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir.
Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı,
sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve
zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde
olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk
kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel
varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir
nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır.
Evrenin varlığı, zorunlu olan,
Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren
sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her
nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini
kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de
kazandırır.
İbn Sina metafiziği genelde
Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın
bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların,
varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü
nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar.
Varlık vardır, yok olamaz.
Varlık üç bölüme ayrılır:
1- Olanaklı varlık, nesnelerle
ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu
varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar
ve biter.
2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk
nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin,
yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir.
3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır.
Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk
illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir.
İbn Sina'nın benimsediği
tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret,
peygamberlik, Tanrı.
Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve
varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı
değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin
yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir.
Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin
varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında
oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu
yaratma olayı da bir fışkırmadır.
Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır.
Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları
insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür,
ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin
usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok
olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir.
İnsanları yaratan Tanrı, onlara
verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı.
İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin
üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler
tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda
vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak,
onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde
olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış
yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri
kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır.
Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere
ulaştırırlar.
Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi
özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve
Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi
Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı
tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel
nedensellikleri bilmesindendir.
Madde ve biçimin ilişkileri
üzerinde bilimleri iç bölümde ele alırlar:
1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin
bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler.
2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık
gibi yüksek bilimler.
3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi
yerde bir olan biçimlerin bilimi:
Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru
olarak maddesinden soyutlar.
Felsefe ise, kuramsal ve pratik
diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde
edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve
metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere
elde edilen bilgilere dayanır.
İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı
filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan
etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a
götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı.
Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri
konusunda İbn Sina'dan yararlandı.
YAPITLAR (başlıca):
el-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, ("Hekimlik Yasası");
Kitabü'l-Necat, (ö.s), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"); Risale
fi-İlmü'l-Ahlak, (ö.s), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık");
İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar");
Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Sağlık Kitabı").
Turhan Doğan
Tokyo Üniversitesi Yüksek Kimya Fakültesi
turhandogan@hotmail.com
Tokyo - 07.06.2005
http://www.sufizmveinsan.com
|