Ortaya çıktığı her yerde çatışma halinde olan şu
tabiatın hükmüne iyi bak! Böyle olmakla birlikte, bu çatışmanın
varoluş nedeni ilâhi ilme yani Tanrı'nın İlmi'ne karşıt
değildir. Şunu iyi bilmelisin ki, ne bu dünyada ne de öteki
dünyada Allah'ın dışında hiçbir varlık bir eşya, ya da bir iş
üzerinde gerçek kudret sahibi değildir. Öte dünyanın iki yönü
vardır: Biri "rü'yet" yönü, yani görünen yön; biri de "hicab"
yönü, yani perdeli yön.
Bize bu şeyleri, bu işleri, bu konulan, bunların çıkış ve varış
yerle-rini bildiren ve bizi ariflerden, bunları bilenlerden eden
Allah'a sonsuz hamd olsun! Allah bizi, kendilerine, ilim
nimetini bağışlayarak mutlu ettiği insanlardan etsin!
Şimdi senin için bildirilmiş oldu ki, sevginin
amacı, aşkın gayesi, Asanlar arasından herhangi biriyle kavuşma
ya da onunla sıkı dostluk kurma, onunla birlikte bulunma, onu
öpme ya da kucaklamadır; ya da bunların dışında, sevilen
varlığın hakikatinin gerektirdiği veya seven varlığın
hakikatinin gerektirdiği şeye göre olan durumlardır.
Sevginin gayesi aslında tektir, fakat varlıklar çeşitlidir, pek
çoktur. Sevginin gayesi, özellikle, sevgiliye kavuşmadır. Bu
ister onunla konuşma şeklinde olsun ister onu kucaklama,
isterse öpme şeklinde olsun. Bu, duruma göre değişir. Bir ya da
daha çok kişiye karşı, sevenin takındığı tavırlara göre
değişir. Sevenin iki kişiyi birden sevmesi doğru olmaz, çünkü
ikisini birden kalbine sığdıramaz.
Dolayısıyla, "yaratılmışların sevgisi konusunda böyle bir durum
mümkündür, fakat Yaratıcının sevgisi konusunda bu mümkün
değildir, çünkü Allah şöyle buyuruyor: "O onları sever; onlar da
O'nu sever." (Kur'arı, 5/54) buyurmaktadır, demek ki, Allah çok
sayıda varlığı birden sevmektedir" dersen eğer, bununla ilgili
olarak, biz de deriz ki: Aşkın ma'kul bir anlamı vardır, gerçi
aşkı tam anlamıyla tanımlamak olanaksızdır, ama aşkı ancak
tadan bilir; tatmayan bilmez. Bununla birlikte aşkı tasavvur
etmek çok zordur. Allah ile aşkın ilgisini kurmak nasıl olur
bilinmez, çünkü Allah "O'na benzer hiçbir şey yoktur." (Kur'an,
42/11) buyurmaktadır.
Yukarıdaki itirazına, yani Allah'ın bir anda pek çok varlığı
birden sevmesi konusundaki sözüne gelince, böyle bir itiraz
kabul edilmez. Böyle bir itirazı ancak Tanrı'nın Zâtını tanıyan
biri yapabilir; oysa ki Tanrı'nın Zâtı bilinmez. Belli bir
ölçüde O'nun sevgisi bilinebilse bile, bu sevginin oranı
bilinemez. Çünkü Allah kullarına ancak onların diliyle hitap
eder. Kullar Allah'ı O'na uygun düşen ve O'nun Kendini
vas-fettiği hareketlerle tanırlar, fakat bunların keyfiyeti
meçhuldür.
Tabiî sevginin ikincisi, "unsurî" sevgidir. Gerçi
bu sevgi de tabiidir, ama tabiî sevgiden biraz farklıdır, şöyle
ki, Tabiî sevgi bir tabiî suretin zararına olacak şekilde başka
bir surete bağlanmaz, yani tabiî sevgi bir suretle olduğu gibi,
aynı şekilde bir diğeriyle de olur, tıpkı kehribarın birçok
nesneyi aynı anda kendine çekişi gibi.
Unsurî sevgiyse, sadece tek bir tabiî surete
bağlanır, tıpkı Kays'm Leylâ'ya, Kaynes'in Lübna'ya, Kesîr'in
Uzza'ya ve Cemil'in Büseyne'ye bağlanışı gibi. Bunlar, iki kişi
arasında, mıknatısın demiri çekmesi gibi olan bir ilginin,
genel bir şey olduğunu açıklamaktadır sadece. Ayrıca, unsuri
sevginin ruhani sevgiye benzemesini sağlamaktadır ki bu husus,
şu ayette ifade edilmiştir: "Bizim içimizden herkesin belli bir
maka-mı vardır" (Kur'an, 37/164).
Aynı şekilde, başka inanç ilkelerini dışta tutarak, tek bir
akideye bağlanma olgusuyla da bu sevgi, ilâhî sevgiye benzer;
tıpkı ruhani sevginin taharet (temizlik) açısından tabiî
sevgiye benzeyişi ve ayrıca bü-tün inanç ilkelerinde, tek bir
Varlık gören insanlardaki ilâhî sevginin, tabiî sevgiye
benzeyişi gibi.
İlhi aşk
Muhittin ibni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık
Derleyen:
Halil Ilbıra
Bodrum
- 29.06.2004
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
|