İlahi Aşk
2.Bölüm

Allah, ilgilerini belirttikten, sebepleri ve varlıkların sevgiye yönelme­lerini sağlayacak ilgileri saptadıktan sonra şöyle buyurmaktadır: "O'na benzer hiçbir şey yoktur." (Kur'an. 42/11). Böylece, Allah sevgi için ge­rekli sebepleri saptamıştır, ama akıl bunları kendine özgü delilleriyle inkâr eder. İşte şu hadisin anlamı da budur: "Ben bir gizli hazineydim, bilinmeyi sevdim, isledim; yaratılmışları yarattım ve onlara Kendimi tanıt­tım. Böylece onlar Beni tanıdılar ".

Demek ki Allah, ancak, bize karşı beslediği sevgi, muhabbet, rah­met, acıma ve şefkatten dolayı, bize Kendisi hakkında haber verdiği Va­hiyle bilinebilir; yanı Kendisini anlatabilmemiz, O'nun bize indirdiği Vahyin çizdiği sınırlarla ancak O'nu bilebilmemizle mümkündür. O'nu kalbimizde, gönlümüzde, hayalimizde ve yönelimlerimizde, bakışları­mızın ve ilgilerimizin konusu yaparız; öyle olur ki sanki O'nu görürüz. Daha ilerisini söyleyelim, sanki O'nu kendimizde görürüz, çünkü biz O'nu kendi görüşümüzle değil, O'nun Kendisini tanıtmasıyla bildik. Böyle olmakla birlikte, gene de bizden bazıları Onu görür, fakat Onu bilmez. Allah Kendisinden başkasına muhtaç değildir. Aynı şekilde Allah, yaratılmışlarda. Kendinden başkasını sevmez. Demek ki, her âşığın, sevenin gözü içinde, her sevgide, her sevgilide O zahir olmakta­dır. Varoluş içinde sadece tek bir Seven vardır, dolayısıyla âlem hem sevendir hem sevilen. Bütün bunlar hep O'na döner. O'ndan başkasına ibadet edilmeyeceği gibi, ibadet eden kişi de ancak kendisindeki uluhiyyeti tahayyülle ibadetle bulunur. Eğer o ulûhiyyel olmasaydı, kul as­la Tanrıya ibadet etmezdi. Allah bu konuyu şu ayetle çok açıkça bildir­miştir: "Rabbiniz sadece Kendisine tapmanızı emretti..." (Kur'an, 17/23).

Sevgi de böyledir: Hiç kimse kendi Yaratıcısından başkasını sev­mez. Fakat Zeynebin, Suad'ın. Hind'in ve Leylâ'nın sevgisiyle, ya da bu dünya sevgisiyle, ya da para ve makam hırsıyla ya da bu âlemde sevilen şeylerin sevgisiyle Allah gizlenmiştir. Şairler bütün sözlerini yaratıklar üzerine harcadılar ve O'nun hakikatini tam anlamıyla bilemediler. Arif­ler ise. duydukları her şiirde, her bilmecede (lügaz), her methiyede ve her gazelde . şekillerin ve suretlerin perdesi arkasından sade­ce Onu görürler. Bütün bunların sebebi, Tanrının Kendinden başkası­nın sevilmesini kabul etmediği, ilâhî kıskançlıktır.

Çünkü sevginin sebebi güzelliktir (cemal). Güzellik ise, Allah'a aittir. Çünkü güzellik O'nun Zatından dolayı sevilmektedir.  'Allah gûzeldir

Bu nedenle Allah Kendi kendini sever. Sevginin

bir diğer sebebi de ihsandır... ihsan, ancak Allah'tan gelir. Allah'tan baş­ka ihsan edici yoktur, yani bir varlığı ihsanından dolayı sever­sen, sadece Allah'ı sevmiş olursun, çünkü muhsin, yani ihsanda bulu­nan O'dur. Ve eğer bir varlığı güzelliğinden dolayı seversen, sadece Al­lah'ı sevmiş olursun, çünkü Allah güzeldir.

Sevginin ilgi konusu her durumda Allah'tır". Hakk, Tanrı, Kendini bildi. Kendinde âlemi bildi ve âlemi Kendi suretinde çıkardı. Bundan dolayı, âlem O'nun için bir aynadır. Allah o aynada Kendi suretini gö­rür. Demek ki, Tanrı ancak Kendini sevmekledir. Allah, Peygamberimi­ze hitaben "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin..." (Kur'an, 3/31) derken gerçekte Kendini kaydetmekledir. Öy­leyse, birine uymak, ona bağlanmak, sevginin sebebi olmaktadır; âle­min aynasında Tanrı'nın suretine bağlanmak da sevginin sebebidir, çünkü o aynada sadece O Kendini göstermektedir. Öte yandan nafileler de sevginin bir sebebidir. Nafileler bir fazlalıktır, artık ibadetlerdir, Âlemin sureti de varoluş içinde bir fazlalıktır. Bu nedenle Allah âlemi bir nafile olarak sevmiştir, böylece, ancak Kendini sevecek derecede kulun "işittiği kulağı, gördüğü gözü olmuştur".

Çok nazik, çok özel ve aynı zamanda da vehim melekesinden ka­çan, yani düşünceden hızla sıyrılıveren, bir mesele daha var. Diyelim ki tuhaf bir şey oluyor. Meselâ, aklın doğrulayabileceği. saptayabileceği ve ondan dolayı sarsılmayacağı, fakat vehim melekesinin onu nesnel ola­rak tutamayacağı bir şey. İşte tıpkı bu misal gibi, aklın varlığını sapladı­ğı (akal kendinden uzaklaşmasına da engel olamadığı, ayrıca vehim me­lekesinden de kaçan, onun da tutup yakalayamadığı bazı şeyler vardır. Sonra, bu söylediklerimizin tersine, akıldan kaçan, fakat vehim meleke­sinin, onun varlığını saptayıp hükmü altında aldığı ve etkili olduğu da­ha başka şeyler de vardır. Meselâ bir adam düşünelim: Çalışsa da çalış­masa da rızkının kendisine gelmesi gerektiğini aklı kendisine delilleriyle gösteriyor. Bu şekildeki bir ilim akıldan uzaktır; onun üzerinde an­cak vehmî düşünce hükmünü sürdürmekledir. Eğer sen rızkını arama konusunda çaba göstermezsen, ölür gidersin. Sonra biri çıkar gelir kal­kar o rızkı elde etmeye çalışır. Buna göre. onun haklılığı aklı açısından zail olur; vehmi açısından da bâlıllığı sabittir, dolayısıyla böylece inkâr edilemez ve itiraz olunamaz bir gerçek olur.

 

İlahi aşk
Muhittin İbni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık

Derleyen: Halil Ilbıra
Bodrum - 06.04.2004
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail