Allah,
ilgilerini
belirttikten, sebepleri ve
varlıkların sevgiye yönelmelerini
sağlayacak ilgileri
saptadıktan sonra şöyle buyurmaktadır: "O'na
benzer hiçbir
şey yoktur." (Kur'an.
42/11). Böylece, Allah sevgi
için
gerekli sebepleri
saptamıştır, ama akıl bunları kendine özgü
delilleriyle
inkâr eder.
İşte şu hadisin anlamı da
budur: "Ben bir gizli hazineydim,
bilinmeyi sevdim,
isledim; yaratılmışları
yarattım ve onlara Kendimi tanıttım.
Böylece onlar Beni tanıdılar
".
Demek ki Allah, ancak, bize karşı beslediği
sevgi, muhabbet, rahmet,
acıma ve şefkatten dolayı, bize Kendisi hakkında haber verdiği
Vahiyle
bilinebilir; yanı Kendisini anlatabilmemiz, O'nun bize indirdiği
Vahyin çizdiği sınırlarla ancak O'nu bilebilmemizle mümkündür.
O'nu kalbimizde, gönlümüzde, hayalimizde ve yönelimlerimizde,
bakışlarımızın
ve ilgilerimizin konusu yaparız; öyle olur ki sanki O'nu
görürüz.
Daha ilerisini söyleyelim, sanki O'nu kendimizde görürüz, çünkü
biz
O'nu kendi görüşümüzle değil, O'nun Kendisini tanıtmasıyla
bildik.
Böyle olmakla birlikte, gene de bizden bazıları Onu görür, fakat
Onu
bilmez. Allah Kendisinden başkasına muhtaç değildir. Aynı
şekilde
Allah, yaratılmışlarda. Kendinden başkasını sevmez. Demek ki,
her
âşığın, sevenin gözü içinde, her sevgide, her sevgilide O zahir
olmaktadır.
Varoluş içinde sadece tek bir Seven vardır, dolayısıyla âlem hem
sevendir
hem sevilen. Bütün bunlar hep O'na döner. O'ndan başkasına
ibadet edilmeyeceği gibi, ibadet eden kişi de ancak kendisindeki
uluhiyyeti tahayyülle ibadetle
bulunur. Eğer o ulûhiyyel olmasaydı,
kul asla
Tanrıya ibadet etmezdi. Allah bu konuyu şu ayetle çok açıkça
bildirmiştir:
"Rabbiniz sadece Kendisine tapmanızı
emretti..."
(Kur'an, 17/23).
Sevgi de böyledir: Hiç kimse kendi Yaratıcısından
başkasını sevmez.
Fakat Zeynebin,
Suad'ın. Hind'in ve Leylâ'nın
sevgisiyle, ya da bu
dünya sevgisiyle, ya da para ve
makam hırsıyla ya da bu âlemde
sevilen
şeylerin sevgisiyle Allah gizlenmiştir. Şairler bütün sözlerini
yaratıklar
üzerine harcadılar ve O'nun hakikatini tam anlamıyla
bilemediler. Arifler ise. duydukları her şiirde, her bilmecede
(lügaz), her methiyede ve her
gazelde . şekillerin ve suretlerin perdesi arkasından
sadece
Onu görürler. Bütün bunların sebebi, Tanrının Kendinden başkasının
sevilmesini kabul etmediği, ilâhî kıskançlıktır.
Çünkü sevginin sebebi güzelliktir (cemal).
Güzellik ise, Allah'a
aittir.
Çünkü güzellik O'nun Zatından dolayı sevilmektedir. 'Allah
gûzeldir
Bu nedenle Allah Kendi kendini sever. Sevginin
bir diğer sebebi de ihsandır... ihsan,
ancak Allah'tan gelir. Allah'tan başka
ihsan edici yoktur, yani
bir
varlığı ihsanından dolayı seversen,
sadece
Allah'ı
sevmiş olursun, çünkü muhsin,
yani ihsanda bulunan
O'dur. Ve eğer
bir
varlığı güzelliğinden dolayı seversen, sadece Allah'ı
sevmiş olursun, çünkü Allah güzeldir.
Sevginin ilgi konusu her durumda Allah'tır".
Hakk, Tanrı, Kendini
bildi.
Kendinde âlemi bildi ve âlemi Kendi suretinde çıkardı. Bundan
dolayı, âlem O'nun için bir
aynadır. Allah o aynada Kendi suretini görür.
Demek ki, Tanrı ancak Kendini sevmekledir. Allah, Peygamberimize
hitaben "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah
da sizi sevsin..." (Kur'an,
3/31) derken gerçekte Kendini kaydetmekledir. Öyleyse,
birine uymak, ona bağlanmak, sevginin sebebi olmaktadır; âlemin
aynasında Tanrı'nın suretine bağlanmak da sevginin sebebidir,
çünkü o aynada sadece O
Kendini göstermektedir. Öte yandan nafileler
de sevginin bir sebebidir.
Nafileler bir fazlalıktır, artık ibadetlerdir, Âlemin sureti de
varoluş içinde bir fazlalıktır. Bu nedenle Allah âlemi
bir nafile olarak sevmiştir,
böylece, ancak Kendini sevecek derecede
kulun
"işittiği kulağı, gördüğü gözü olmuştur".
Çok nazik, çok özel ve aynı zamanda da vehim
melekesinden kaçan,
yani düşünceden hızla sıyrılıveren, bir mesele daha var. Diyelim
ki
tuhaf bir şey oluyor. Meselâ, aklın doğrulayabileceği.
saptayabileceği ve
ondan dolayı sarsılmayacağı, fakat vehim melekesinin onu nesnel
olarak
tutamayacağı bir şey. İşte tıpkı bu misal gibi, aklın varlığını
sapladığı
(akal kendinden uzaklaşmasına da
engel olamadığı, ayrıca vehim melekesinden
de kaçan, onun da tutup yakalayamadığı bazı şeyler vardır.
Sonra, bu söylediklerimizin tersine, akıldan kaçan, fakat vehim
melekesinin,
onun varlığını saptayıp hükmü altında aldığı ve
etkili
olduğu daha
başka şeyler de vardır. Meselâ bir adam düşünelim: Çalışsa da
çalışmasa
da rızkının kendisine gelmesi gerektiğini aklı kendisine
delilleriyle
gösteriyor. Bu şekildeki bir
ilim
akıldan uzaktır; onun üzerinde ancak
vehmî düşünce hükmünü sürdürmekledir. Eğer sen rızkını arama
konusunda çaba göstermezsen, ölür
gidersin. Sonra biri çıkar gelir kalkar
o rızkı elde etmeye çalışır. Buna göre. onun
haklılığı
aklı açısından
zail olur; vehmi açısından da
bâlıllığı
sabittir, dolayısıyla böylece inkâr
edilemez ve
itiraz
olunamaz bir gerçek olur.
İlahi aşk
Muhittin İbni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık
Derleyen:
Halil Ilbıra
Bodrum
- 06.04.2004
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com
|