Bir başka örnek verelim: Meselâ bir adam bir
yılan ya da bir aslan görür! Aklı bunların kendisine zarar
vermeyeceğini söyler. Sonra bu aklî delilden vazgeçer ve
onların zararlı olduğuna vehmeder ve o hayvanlardan
kaçar; vehim melekesinin kendisine verdiği hükümle yüzünün
şekli değişir, içi korkuyla dolar. Bu haller
vardır ve bunlar bir gerçektir.
Kimi yerlerde vehmin gücü hakimdir; kimi yerlerde
aklın gücü.
Allah izin verirse bu bölümde sevginin
hakikatlerinden ve onların makamlarından bahsedeceğiz. Allah bu
işimizi kolaylaştırsın! Diyoruz
ki, sevgi, iradenin, ilgili olduğu şeyler
arasında hususi bir ilgidir. Sevgi,
bağlanma anında, gayrı mevcut bir ma'duma
bağlanır ve o sevgilinin somut
olarak bizzat var olmasını, vücûdunu ya da vukuunu ister. Vukuunu
dedim, çünkü sevgi bazen sevilen somut varlığın gerçek varlığını
ortadan kaldırmasına bağlanır. Bununla birlikte, var olduğu
halde, bir kimsenin varlığının yok olması aynı anda mümkün
değildir. Sevginin bağlandığı varlık yok olunca, gerçek olur; o
zaman artık yokluğun varlığından
söz edilemez. Eğer ondan söz eden olursa, ancak
bilgisizliğinden dolayı söz eder.
Bu konuda biz şöyle deriz: Seven, sevgilinin
somut olarak var olmasını
ister, çünkü sevgili gerçekte
ma'dumdur(mevcut
olmayan).
Böyle olunca, sevgili seven
içindir. Bu da, kim olursa olsun bir şahısla
kavuşmayı gerekli kılan bir
iradedir. Eğer bu şahıs kucaklanıp öpülecek
biriyse, onu kucaklamayı
sever; eğer evlenilecek biriyse, onunla evlenmeyi
sever; eğer birlikte oturulacak, dost olunacak biriyse onunla
birlikte oturmayı, dost olmayı
sever. Dolayısıyla sevenin aşkı şu anda henüz
sahip olunamayan o şahsın sadece yokluğuna bağlanacaktır.
Böylece, sevgisinin o şahsa bağlı
olduğunu hayal eder. Oysa durum hiç de öyle
değildir, çünkü o şekilde
davranmakla yalnızca
sevgilisiyle karşılaşmayı ya da onu görmeyi arzu
etmektedir. Eğer sevgilinin bizzat şahsını ya da
varoluşunu, yani şahsiyetini
ve varlığını sevmiş olsaydı, sevgisinin ona bağlanması kendisine
hiçbir yarar sağlamazdı.
Bu konuda, "Biz bir şahısla birlikte olmayı
seviyoruz, onu öpmek ya
da kucaklamak, ona sıcak bir ilgi duymak ve
onunla sohbet etmek istiyoruz. Sonra da bunların
gerçekleştiğini düşünürsek, kucaklama ya da
kavuşma olsa bile, gene de sevgi devam ediyor,
oysa ki sevginin bağlandığı şahsın ma'dum olması
gerekmez miydi?" diyecek olursan, "Bu konuda
yanılıyorsun." deriz. Çünkü kendisine sevgi duyduğun birini kucakladığın
zaman ya da onunla birlikte bulunduğun zaman ya da onunla çok
sıkı bir içtenlik kurduğun zaman, sevginin sebebi bu durumda,
sonuç olarak ortaya çıkan gerçekleşim değil,
ondan doğan devamlılık ve
sürekliliktir. Devamlılık ve süreklilik ise,
ma'dumdur, gerçekliğe dahil
değüür; bu müddet, bu süreç hiçbir zaman sona
ermez. Öyleyse sonuç olarak, sevgi vuslat halinde ancak
sevgilinin ma'dumuna bağlanır. Bu
ise, vuslatın devamlılığı demektir; ki hiçbir
zaman gerçekleşmez.
Bu konuyu Kur'an'daki şu ayet ne güzel dile
getirmektedir; İLEy insanlar,
sizden kim dininden dönerse, iyi bilsin ki, Allah yakında öyle
bir
toplum getirecek ki O onları sever onlar da O'nu
sever..."
(Kur'an, 5/54).
Burada sevmek fiili üçüncü tekil ve üçüncü çoğul
şahısta ve geniş zamanda kullanılmıştır. Burada sevginin
mütealliki (ilgi konusu) gaib ve
ma'dum
bir varlığı göstermektedir. Dolayısıyla her gaib
göreli bir
ma'dumdur.
Sevginin özelliklerinden, niteliklerinden biri de
şudur: Sevginin görünüşte
mükemmel olması için, âşık, eğer seçme gücüne malikse, sevgisinde
iki karşıt görünümü birleştirmelidir. Tabiî sevgi ile ruhanî
sevgi
arasındaki fark budur. Varlıklar arasında sadece
insan bu iki tür aşkı birleştirebilmektedir. Hayvanlar da sever,
fakat bu iki karşıt sevginin
arasını insanlar gibi birleştiremezler. Yalnızca
insan bu iki karşıt sevgiyi
sevgisinde birleştirebilmektedir, çünkü insan Tanrı suretinde
yaratılmıştır. Tanrı ise
Kendini karşıt sıfatlarla nitelemiştir. Örneğin şu ayette
ifade edildiği gibi: "O
Evveldir ve Ahirdir; ve Zahirdir ve Bâtındır."
(Kur'an, 57/3).
Karşıtlar arasındaki sevginin insanda bu şekilde
birleştirilmesinin
nedeni, sevginin insan için gerekli niteliklerden
biri olmasıdır. Sevgilisiyle
birleşme arzusu ve sevgilisinin sevdiği şeyleri sevmesi de
sevene gerekli olan niteliklerdendir. Örneğin, eğer sevgilisi
ayrılığı seviyorsa, o
da ayrılığı sevecektir. Böylece sevginin gereğine
ters davranacaktır, çünkü
sevgi kavuşmayı ister ayrılığı değil. Buna karşılık, eğer
sevgili kavuşmayı severse, seven, sevginin gerektirmediği,
garip bir şey yapabilir,
çünkü seven, sevgilisinin sevdiğini sever. Bu
durumda öyle davranmaz.
Demek ki her durumda seven, sevdiğinin etkisinde
kalır. Bu iki nokta
arasını birleştirmenin gayesi, sevenin kavuşmayı istemesine
karşılık sevgilisi ayrılığı
sevdiği halde, sevgilisini sevmesidir yoksa salt ayrılık
için
değil. Bu konu bundan daha iyi bir biçimde açıklanamaz.
Bu durum, kazası ve kaderi ne olursa olsun
durumuna razı olan birinin
durumuna benzer: Kazası "küfr" olunca, hakikatle kazasına
razı
olmayacağı halde, 'razı" sıfatını o insana vermek
doğrudur.
Aynı şekilde, Şeriat da böyledir; tıpkı bu sevgi
meselesindeki gibi. Seven, sevgilisiyle kavuşmayı sever.
Ayrılığın kendisini değil. Sevgilisinin ayrılığa duyduğu
sevgiyi de sever, çünkü ayrılık da esasında sevgilinin
sevdiği bir şey değildir. Aynı şekilde, hazcı da
muhtevanın aynısı değildir.
Aslında hazcı, muhtevanın bizzat kendisi değil de,
Allah'ın o şahıs
hakkında, o mukleza ile hükmetmesidir. Bu
nedenle, Allah'ın verdiği
hükme razı olur.
Hayvanın sevgisi böyle değildir, çünkü hayvandaki
sevgi tabiî bir
sevgidir, ruhani sevgi değildir. Hayvan özellikle
sevdiği hayvanla kavuşmayı
ister, sevdiği hayvanın kendisine bir sevgi duyup duymadığını da
bilmez. Hayvan bunun bilincinde değildir; bununla
ilgili bir ilmi yoktur hayvanın.
Bu nedenle, insana özgü sevgiyi iki kısma
ayırdık: Tabiî sevgi: Bu
sevgi hem insanlarda hem de hayvanlarda vardır. İkincisi ise:
ruhanî sevgi. Bu sevgiyle insan, hayvanî sevgiden ayrılır.
Bunu böylece belirttikten sonra, bil ki sevginin
üç türü vardır; ilâhi
Sevgi; Ruhanî Sevgi ve Tabii Sevgi.
Bunlardan başka bir çeşidi yoktur.
İlâhî sevgi:
Allah'ın bize duyduğu sevgidir. Ayrıca bizim Allah'a duyduğumuz
sevginin de ilâhî sevgi olduğu kabul edilir.
Ruhani sevgi:
sevenin sevgilisini razı ve hoşnut etmeye çalıştığı sevgidir.
Sevgilisine karşıt olabilecek hiçbir şey kalmaz onda, ne garaz
ne
de irade. Dahası, seven, bütünüyle sevgilisinin
iradesine bağlı kalır.
Tabiî sevgi ise; tamamen, bütün arzularını tatmin
etme yolunu araştıranların
sevgisidir. Onun bu çabası, sevgilisinin hoşuna gitsin ya da
gitmesin,
hiç önemli değildir. Bugün insanların çoğu bu sevgi üzerinedir.
O halde, demek oluyor ki, bundan sonraki bölümde
İlâhî Sevgi
üzerinde duracağız. Onu ruhanî sevgi izleyecek;
ondan sonra da üçüncü olarak tabiî sevgi üzerinde duracağız.
Hakikati ancak, Allah söyler ve hidayete ancak, O
erdirir.
İlhi aşk
Muhittin ibni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık
Derleyen:
Halil Ilbıra
Bodrum
- 13.04.2004
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com
|