İlahi Aşk
3.Bölüm

Bir başka örnek verelim: Meselâ bir adam bir yılan ya da bir aslan görür! Aklı bunların kendisine zarar vermeyeceğini söyler. Sonra bu ak­lî delilden vazgeçer ve onların zararlı olduğuna vehmeder ve o hayvan­lardan kaçar; vehim melekesinin kendisine verdiği hükümle yüzünün şekli değişir, içi korkuyla dolar. Bu haller vardır ve bunlar bir gerçektir. Kimi yerlerde vehmin gücü hakimdir; kimi yerlerde aklın gücü.

Allah izin verirse bu bölümde sevginin hakikatlerinden ve onların makamlarından bahsedeceğiz. Allah bu işimizi kolaylaştırsın! Diyoruz ki, sevgi, iradenin, ilgili olduğu şeyler arasında hususi bir ilgidir. Sevgi, bağlanma anında, gayrı mevcut bir ma'duma bağlanır ve o sevgilinin so­mut olarak bizzat var olmasını, vücûdunu ya da vukuunu ister. Vuku­unu dedim, çünkü sevgi bazen sevilen somut varlığın gerçek varlığını ortadan kaldırmasına bağlanır. Bununla birlikte, var olduğu halde, bir kimsenin varlığının yok olması aynı anda mümkün değildir. Sevginin bağlandığı varlık yok olunca, gerçek olur; o zaman artık yokluğun var­lığından söz edilemez. Eğer ondan söz eden olursa, ancak bilgisizliğin­den dolayı söz eder.

Bu konuda biz şöyle deriz: Seven, sevgilinin somut olarak var olma­sını ister, çünkü sevgili gerçekte ma'dumdur(mevcut olmayan). Böyle olunca, sevgili seven içindir. Bu da, kim olursa olsun bir şahısla kavuşmayı gerekli kılan bir iradedir. Eğer bu şahıs kucaklanıp öpülecek biriyse, onu kucaklamayı sever; eğer evlenilecek biriyse, onunla evlenmeyi sever; eğer birlikte oturulacak, dost olunacak biriyse onunla birlikte oturmayı, dost olmayı sever. Dolayısıyla sevenin aşkı şu anda henüz sahip olunamayan o şah­sın sadece yokluğuna bağlanacaktır. Böylece, sevgisinin o şahsa bağlı olduğunu hayal eder. Oysa durum hiç de öyle değildir, çünkü o şekilde davranmakla yalnızca

sevgilisiyle karşılaşmayı ya da onu görmeyi arzu etmektedir. Eğer sevgilinin bizzat şahsını ya da varoluşunu, yani şahsi­yetini ve varlığını sevmiş olsaydı, sevgisinin ona bağlanması kendisine hiçbir yarar sağlamazdı.

Bu konuda, "Biz bir şahısla birlikte olmayı seviyoruz, onu öpmek ya da kucaklamak, ona sıcak bir ilgi duymak ve onunla sohbet etmek isti­yoruz. Sonra da bunların gerçekleştiğini düşünürsek, kucaklama ya da kavuşma olsa bile, gene de sevgi devam ediyor, oysa ki sevginin bağlan­dığı şahsın ma'dum olması gerekmez miydi?" diyecek olursan, "Bu ko­nuda yanılıyorsun." deriz. Çünkü kendisine sevgi duyduğun birini kucakladığın zaman ya da onunla birlikte bulunduğun zaman ya da onun­la çok sıkı bir içtenlik kurduğun zaman, sevginin sebebi bu durumda, sonuç olarak ortaya çıkan gerçekleşim değil, ondan doğan devamlılık ve sürekliliktir. Devamlılık ve süreklilik ise, ma'dumdur, gerçekliğe dahil değüür; bu müddet, bu süreç hiçbir zaman sona ermez. Öyleyse sonuç olarak, sevgi vuslat halinde ancak sevgilinin ma'dumuna bağlanır. Bu ise, vuslatın devamlılığı demektir; ki hiçbir zaman gerçekleşmez.

Bu konuyu Kur'an'daki şu ayet ne güzel dile getirmektedir; İLEy in­sanlar, sizden kim dininden dönerse, iyi bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki O onları sever onlar da O'nu sever..." (Kur'an, 5/54). Burada sevmek fiili üçüncü tekil ve üçüncü çoğul şahısta ve geniş za­manda kullanılmıştır. Burada sevginin mütealliki (ilgi konusu) gaib ve ma'dum bir varlığı göstermektedir. Dolayısıyla her gaib göreli bir ma'dumdur.

Sevginin özelliklerinden, niteliklerinden biri de şudur: Sevginin gö­rünüşte mükemmel olması için, âşık, eğer seçme gücüne malikse, sev­gisinde iki karşıt görünümü birleştirmelidir. Tabiî sevgi ile ruhanî sevgi arasındaki fark budur. Varlıklar arasında sadece insan bu iki tür aşkı birleştirebilmektedir. Hayvanlar da sever, fakat bu iki karşıt sevginin arasını insanlar gibi birleştiremezler. Yalnızca insan bu iki karşıt sevgiyi sevgisinde birleştirebilmektedir, çünkü insan Tanrı suretinde yaratıl­mıştır. Tanrı ise Kendini karşıt sıfatlarla nitelemiştir. Örneğin şu ayette ifade edildiği gibi: "O Evveldir ve Ahirdir; ve Zahirdir ve Bâtındır." (Kur'an, 57/3).

Karşıtlar arasındaki sevginin insanda bu şekilde birleştirilmesinin nedeni, sevginin insan için gerekli niteliklerden biri olmasıdır. Sevgili­siyle birleşme arzusu ve sevgilisinin sevdiği şeyleri sevmesi de sevene gerekli olan niteliklerdendir. Örneğin, eğer sevgilisi ayrılığı seviyorsa, o da ayrılığı sevecektir. Böylece sevginin gereğine ters davranacaktır, çün­kü sevgi kavuşmayı ister ayrılığı değil. Buna karşılık, eğer sevgili ka­vuşmayı severse, seven, sevginin gerektirmediği, garip bir şey yapabilir, çünkü seven, sevgilisinin sevdiğini sever. Bu durumda öyle davranmaz. Demek ki her durumda seven, sevdiğinin etkisinde kalır. Bu iki nokta arasını birleştirmenin gayesi, sevenin kavuşmayı istemesine karşılık sevgilisi ayrılığı sevdiği halde, sevgilisini sevmesidir yoksa salt ayrılık için değil. Bu konu bundan daha iyi bir biçimde açıklanamaz.

Bu durum, kazası ve kaderi ne olursa olsun durumuna razı olan bi­rinin durumuna benzer: Kazası "küfr" olunca, hakikatle kazasına razı olmayacağı halde, 'razı" sıfatını o insana vermek doğrudur.

Aynı şekilde, Şeriat da böyledir; tıpkı bu sevgi meselesindeki gibi. Seven, sevgilisiyle kavuşmayı sever. Ayrılığın kendisini değil. Sevgilisi­nin ayrılığa duyduğu sevgiyi de sever, çünkü ayrılık da esasında sevgili­nin sevdiği bir şey değildir. Aynı şekilde, hazcı da muhtevanın aynısı de­ğildir. Aslında hazcı, muhtevanın bizzat kendisi değil de, Allah'ın o şahıs hakkında, o mukleza ile hükmetmesidir. Bu nedenle, Allah'ın verdiği hükme razı olur.

Hayvanın sevgisi böyle değildir, çünkü hayvandaki sevgi tabiî bir sevgidir, ruhani sevgi değildir. Hayvan özellikle sevdiği hayvanla kavuş­mayı ister, sevdiği hayvanın kendisine bir sevgi duyup duymadığını da bilmez. Hayvan bunun bilincinde değildir; bununla ilgili bir ilmi yok­tur hayvanın.

Bu nedenle, insana özgü sevgiyi iki kısma ayırdık: Tabiî sevgi: Bu sevgi hem insanlarda hem de hayvanlarda vardır. İkincisi ise: ruhanî sevgi. Bu sevgiyle insan, hayvanî sevgiden ayrılır.

Bunu böylece belirttikten sonra, bil ki sevginin üç türü vardır; ilâhi Sevgi; Ruhanî Sevgi ve Tabii Sevgi. Bunlardan başka bir çeşidi yoktur.

İlâhî sevgi: Allah'ın bize duyduğu sevgidir. Ayrıca bizim Allah'a duyduğumuz sevginin de ilâhî sevgi olduğu kabul edilir.

Ruhani sevgi: sevenin sevgilisini razı ve hoşnut etmeye çalıştığı sev­gidir. Sevgilisine karşıt olabilecek hiçbir şey kalmaz onda, ne garaz ne de irade. Dahası, seven, bütünüyle sevgilisinin iradesine bağlı kalır.

Tabiî sevgi ise; tamamen, bütün arzularını tatmin etme yolunu araştı­ranların sevgisidir. Onun bu çabası, sevgilisinin hoşuna gitsin ya da git­mesin, hiç önemli değildir. Bugün insanların çoğu bu sevgi üzerinedir.

O halde, demek oluyor ki, bundan sonraki bölümde İlâhî Sevgi üzerinde duracağız. Onu ruhanî sevgi izleyecek; ondan sonra da üçün­cü olarak tabiî sevgi üzerinde duracağız.

Hakikati ancak, Allah söyler ve hidayete ancak, O erdirir.

İlhi aşk
Muhittin ibni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık

Derleyen: Halil Ilbıra
Bodrum - 13.04.2004
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail