Bütün bunlar gösteriyor ki, bütünüyle âlem, şühûd ve ibadet
makâmdadır. Ancak düşünme yeteneği olan varlıkların durumu
farklıdır. Bu varlıklar konuşma yeteneği olan insanlar ve
cinlerdir. Bunların ruh durumları bakımından özellikleri vardır,
vücut durumları bakımından değil. Çünkü bunların şekilleri de,
Allah'ı teşbih etme ve O'na secde etmede, kâinattaki öteki
varlıkların şekilleri gibidir. Bedenin bütün azaları O'nun
teşbihini dile getirir. Görmüyor musun, kendilerine müsahhar
kılınmış nefisler üzerine Kıyamet gününde derileriyle,
elleriyle, ayaklarıyla, dilleriyle, kulaklarıyla, gözleriyle ve
öteki dünya azalarıyla şahitlik yapacaklardır. "Ve hüküm, O yüce
ve büyük Allah'ındır" (Kur'an, 40/12).
Demek ki, bütün bunlar Allah'ın, Kendisi için bize gösterdiği
sevginin hükmüdür. Öyleyse, kim O'na vefalı davranırsa, Allah,
o kimseyi ödüllendirir; kim de vefasızlık ederse, onu
cezalandırır. Öyleyse, Allah Kendini sever, Kendinin
yüceltilmesini ve Kendine hamd ve sena edilmesini ister.
Allah'ın bizim için, bize duyduğu sevgiye gelince, hiç kuşkusuz
Allah onu bize, hem bu dünyadaki hem de öte dünyadaki
iyiliğimiz için tanıtmıştır. Kendisini tanıyıp bilmemiz ve
O'ndan habersiz kalmamamız için, Kendisini tanıtacak delilleri
bize göstermiştir. Ayrıca, O'nu tanıdıktan sonra ve içinde
dolaştığımız, ve sahip olduğumuz her nimetin ancak O'nun bir
nimeti olduğu ve ancak O'na mal edilebileceği hususunda elimizde
deliller varken, ifratlara kaçmamıza rağmen O bize rızk vermekte
ve bizi nimetlere boğmaktadır. Ayrıca, o nimetler içerisinde
yaşayalım, daima huzur ve rahat içerisinde olalım diye, sırt
bizim için yaratmıştır onları. Bu eksiksiz ihsanın ardından O'na
şükretmedik, oysaki akıl, nimet verene şükretmeyi gerektirir.
Ayrıca biliyoruz ki Allah'tan başka ihsan edici yoktur.
Bize, bilmediklerimizi öğretmek ve bizi eğitmek amacıyla, Kendi
katından bize bir peygamber göndermesi de O'nun ihsanındandır.
Böylece Allah, Kendi hakkında bilmemiz gerekenleri bize
öğretti. Kendi mutluluğumuza ulaştıracak yolu bize gösterdi. O
yolu bize açıkça gösterdi. İsyana sürükleyici işlerden bizi
korudu, sakındırdı. Ahlâki düşüşlerden ve kötülüklerden,
alçaklıklardan kaçınmamızı sağladı.
Sonra, Hz. Peygamberin doğruluğunu gösteren delilleri de bize
bildirdi. Çok açık deliller getirdi bize. Kalbilerimize iman
nurunu yerleştirdi ve onu bizlere sevdirdi. Onu kalplerimizde
süsledi. Bize küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. (Kur'an,
49/7). Biz de buna iman ettik ve bunu tasdik ettik.
Sonra, tevfikiyle bize iyilikte bulundu. Bizden Kendisini
sevmemizi istedi, rızasını kazanmamızı istedi. Eğer bizi
sevmeseydi, bütün bunların hiçbiri olmazdı, bunu bize açıkça
bildirdi. Ayrıca, rahmetinin gazabını geçtiğini bildirdi.
Bedbaht olan şaki bedbahtlık yapsa bile, Allah'ın rahmetinin,
inayetinin, ve mahlukatın akıbetlerinde müessir olan aslî
muhabbetinin kapsamına gireceğini bize bildirdi. Aynı şekilde,
sevginin (muhabbetin) en temel esas olduğunu, İlahî Kelâm'nın
hak olduğunu, ayrıca rahmetinin evrensel olduğunu bize bildirdi.
Bu
dünya evi, Alim ve Aziz Allah'ın takdir ettiği ölçüde, tutarsız
gerçeklerle ve perdelerle örülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış
ve bizi oraya doğru ötürmektedir. Yalancı iddiaların, sahte
davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.
Allah orada, bütün varlıklara Rabb olduğunu kabul ettirmiştir.
Daha bir avuç toprak halindeyken, Âdem'in böğründen gelen
insanoğulları da O'nun Rablığnı kabul etmişlerdir. Demek ki, bu
dünya hayatı iki uç nokta arasında bir ara noktadır: Tevhid
noktası ve O'nun Rablığını tanıma noktası. İşte bu ara
noktadadır ki, Tanrı'nın varlığı kabul edilmesine rağmen, "şirk"
vaki oluyor, yani O'na ortak koşuluyor. İşte bu ara nokta
böylece tutarsız oluyor.Bu nedenle, "Allah'ın dışında
kendilerine Rabler edinenler, "Biz onlara, bizi Allah'a daha çok
yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz" derler" (Kur'an, 39/3).
Böylece kendi şirklerinde, Allah-u Teâlâ'ya, güya azamet,
büyüklük nisbet etmektedirler. Kaldı ki, kendi toplumu
içerisinde, "büyüklük" (Kibriya) ve "otorite" (ceberut)
sıfatlarıyla arz-ı endam eden herkesin "kalbini mühürlediğini"
gene Allah haber vermektedir. Fakat Allah bu mührü, onların
kalplerine, bir yardım işareti olarak koymadı, çünkü onlar,
kesin olarak, kendi nefislerini bu mühürle alçalmış ve
aşağılanmış buldular. Dolayısıyla o yaratıkta büyüklük sıfatı
görülse bile, Allah'a ait olan büyüklük asla bir yaratığın
kalbine girmez, çünkü bu durum mazrufsuz bir zarfa benzer, yani
içi olmayan dış gibidir, ki bu mümkün değildir.
Bütün bunlar, nihaî sonuç mutluluk olsun diye Allah'ın
yaratıklara duyduğu rahmet ve muhabbetten kaynaklanmaktadır.
Bu
ara nokta zayıflayınca ve kendisini çevreleyen iki taraf
kuvvetlenince, bu ara nokta sonunda iyice boşalır ve küçülür.
Onu çevreleyen iki taraf ise dolar ve büyür. Öyle ki, Allah bu
iki tarafı, ora sakinleri için nimetlerle doldurur. Ora
sakinlerinin, mutluluğa ve nimete tertemiz olarak kavuşmaları
için Allah, kendilerini, bu dünyada hak ettikleri azaptan
temizleyip kurtardıktan sonra, onlar, o nimetlerden bol bol
yararlanırlar.