Bu, bizim
Allah'ı sevme durumumuzdur, yani: Biz, Allah'ı seviyoruz.
Bununla ilgili olarak Allah şöyle buyuruyor: "O onları sever;
onlar da O'nu severler." (Kur'an, 5/54). Bununla birlikte, bize
özgü olan sevgi ile O'na özgü olan sevgi aynı nitelikte
değildir.
Bize özgü olan
sevgi, hakikatimizin ona verdiği özellik bakımından ikiye
ayrılır; Birine ruhanî sevgi, ötekine tabiî sevgi denir. Bizim
Allah'a duyduğumuz sevgi bu iki sevgiyle birliktedir. Fakat bu,
tasavvur edilmesi, anlaşılması ve kavranılması çok zor olan bir
konudur, çünkü herkese, bu konuya müteallik işlerde aynı ilim
verilmemiştir ve yine herkes, bu konuda Allah'tan gelen
haberlere inanma konusunda aynı değildir, Bu nedenle Allah, Hz.
Peygamberi — selât ve selam üzerine olsun— öyle bir ödülle
ödüllendirmiştir ki bunun ifadesi şu ayettedir: "İşte sana da
böyle Emrimizden gelen bir ruh vahyettik. Sen Kitap nedir, iman
nedir bilmezdin, fakat biz onu, vahy ettiğimiz o kitabı, bir nur
yaptık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidayete erdiriyoruz.
Ve sen, hiç kuşkusuz, doğru yola götürürsün.'" (Kur'an, 42/52).
Demek ki biz de, Allah'ın hidayete erdirmek istediği
kullardanız. Allah'a sonsuz hamd olsun!
Allah'a karşı
duyduğumuz sevgi konusunda bu izahatı verdikten sonra, şimdi, şu
dört çeşit sevgiyi ele almamız gerekiyor. Şöyle ki; Ya Allah'ı
sadece O'nun için severiz; Ya Allah'ı kendimiz için severiz, Ya
Allah'ı hem O'nun için hem kendimiz için severiz, Ya da Allah'ı
severiz ama bu saydıklarımızın hiçbiri için değildir bu sevgi.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Allah'ı ne Kendisi için ne
de kendimiz için seviyor değilsek, O'nu sevdiğimize göre, O'nu
niçin severiz? Farklı bir inceleme konusu olan bu dördüncü tür
sevgi, o halde, nasıl bir sevgidir? Bu ayrı bir bölümdür.
Sevginin bir
başka türü daha vardır. Şöyle ki: Eğer biz Allah'ı seviyorsak,
O'nu bizim tarafımızdan mı seviyoruz yoksa O'nun tarafından mı
seviyoruz?
Veyahut da:
O'nu hem bizim tarafımızdan hem de O'nun tarafından beraberce mi
seviyoruz?
Ya da O'nu bu saydığımız sevgi çeşitlerinden hiçbiriyle değil
de, başka bir çeşit sevgiyle mi seviyoruz?
Bütün bunlar
açıklama; yorum ve şerh isteyen konulardır. İnşallah ilerde bu
konularda söyleyeceklerimiz olacak. Bu ek bölümde ayrıca şu
soruları da inceleyeceğiz: Allah'a duyduğumuz sevginin
başlangıcı (mebde'i ve menşe'i) nedir? Bu sevginin kendi içinde
bir gayesi var mıdır yok mudur? Eğer bir gayesi varsa, o gaye
nedir?
Sevgiyle ilgilenen, zeki ve son derece güzel bir kadından başka
hiç kimse bana böyle bir soru sormadı. Aynı şekilde, bu bölümde,
inşallah, şu konuyu da ele alacağız: Sevgi, sevenin nefsî/zatî
bir sıfatı mıdır, yani kişisel bir niteliği midir, yoksa var
olan zatı üzerinde zaid (fazladan) bir anlam mıdır? Ya da
sevenle sevilen arasında varlığı ve gerçekliği olmayan bir ilgi
midir? işte bütün bunları bu ek bölümde açıklamaya çalışacağız.
Bil ki, aşk ortaklık kabul etmez, ancak sevenin zatı tek ve
bölünmez olursa durum başkadır. Eğer sevenin zatı birçok öğeden
meydana gelirse, sevgisi, çeşitli yüzlere, çeşitli nedenlerden
dolayı, bağlanabilir. Bu çeşitli işlerin ilgili olduğu varlık
tek ve aynı varlıksa, ya da o çeşitli işler o varlığı
ilgilendiren birçok işle ilgiliyse, o zaman aşk birçok kişiye
bağlanabilir, dolayısıyla insanın birçok sevgilisi olabilir.
Eğer sevenin, birden fazla kişiyi sevmesi mümkün olursa, daha
fazlasını sevmesi de mümkündür. Müminlerin Emiri bu konuda şöyle
demişti38: "Üç güzel kızın eline geçti dizginim Her biri girdi
kalbime her yönden benim."
Burada "dizginim" sözcüğünde gizli bir sır vardır. Dizgin
sözcüğü tekil kullanılmıştır, çoğul değil. O, üç sevgiliye ayrı
ayrı birer dizgin değil de hepsine bir tek dizgin vermiştir. Bu
şunu kanıtlamaktadır: Seven birçok kişiyi sevmek durumunda olsa
bile, kendisinde en fazla etkili olan tek bir manaya tutulacak
ve bu üç güzele o manaya uygun biçimde J vranacaktır, yani o üç
güzelin her birinde o mana vardır. Bunun kanıtı da yukarıdaki
beytin ikinci dizesidir:
"Her biri girdi kalbime her yönden benim."
Eğer o üç kızın her birini severken diğer ikisinde olmayan bir
mana için sevmiş olsaydı, her birine birer dizgin verirdi ve o
dizgini diğer ikisine vermezdi. Kalbine girerken, her birinin
girdiği yer diğer ikisinin girdiği yerden başka bir yer olurdu.
Dolayısıyla bu açıklama, bir kişinin bir kişiyi sevmesi
durumudur. Fakat burada ise, bu biricik sevgili birçok âşığın
sevgilisidir. O halde yukarıda ifade edildiği gibi, âşık birçok
sevgiliyi sever.
İşte, bizim Allah'a duyduğumuz sevgi böyle bir sevgidir. Bizden
bazıları Allah'ı Allah için severler. Bazıları da O'nu hem
kendileri için hem O'nun için severler. Demek oluyor ki, bu
sevgi en mükemmel sevgidir, çünkü Allah'ı tanıması ve O'nu
müşahede etmesi en mükemmel şekle ulaşmıştır. Gerçekten de
bizden bazıları Allah'ı şühûd halinde tanımıştır: O'nu,
yukarıdan beri sayılan nedenlerin hepsi için sevmiştir. Bazıları
da var ki, Allah'ı şühûd halinde değil de "haber"le tanımıştır;
Allah'ı Allah için sevmiştir. Bazıları da Allah'ı nimetleriyle
tanımış ve O'nu kendi nefisleri için sevmişlerdir. Bazıları da
Allah'ı bütün bu nedenlerin hepsi için sevmişlerdir. Bütün
bunlar şu demektir: Şühûd ancak suretlerde olur. Suret ise
birçok şeyin birleşiminden doğar. Demek ki âşık da bileşik bir
suretin sahibidir. Dolayısıyla âşık sevgilisine dair, herhangi
bir tarzda, bir şey işitse, bu tarzda ona dair aldığı haberle
onu sever. Tıpkı Hz. Peygamberin şu hadisinde ifade edildiği
gibi: "Benim yüzümden bir dostu mu sevdin yoksa bir düşmandan mı
uzaklaştın?" Demek ki, eşyayı O'nun sebebiyle sevmek ve eşyadan
O'nun sebebiyle yüz Çevirmek, her şeyden öte Allah'a duyduğumuz
sevginin anlamını ve özünü oluşturmaktadır. O zaman O'nun bizden
istediği her şeyi gönül hoşluğuyla ve seve seve yerine
getiririz. Suretimden O'nu müşahede etmeyen kimse tebea
hükmünde olur, tıpkı uzuvlarımızın ve hayvani yönlerimizin
nejs-i natıka'mn hükmü altında oluşu gibi ve de ona karşı
olamayışları gibi, çünkü onlar nefs-i natıka'nın aletleri
gibidir. Allah'ın rızasını kazanma ya da kazanmama konusunda
onları istediği gibi tasarruf eder, kullanır. İnsanın
uzuvlarından her biri kendine bakmayı bırakırsa, ancak o zaman
Allah'ın razı olduğu şeylerde kendini tasarruf edebilir, çünkü o
bunun içindir. Ayrıca, cinler ve insanların (sekalân) dışında,
varoluş içindeki her şey aynı konumdadır. Bu konuyla ilgili
olarak, Allah şöyle buyurmaktadır: "O'nu övgüyle tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihini anlayamazsınız"
(Kur'an, 17/44).
Allah, bu
teşbih olgusuyla, Allah'a sena edilmesini istiyor, yoksa ceza
için değil, çünkü teşbih O'nun Zatına ibadet etmektir. İbadetle
birlikte, ceza vermeyi istemek bir arada düşünülemez.
İşte Allah'a,
Allah için duyduğumuz sevgiden doğan sonuçlar bunlardır.
Sübhanallah! Ancak, bazı nefs-i natıkalar, Allah'ı tanımak için
donandıkları düşünce yetenekleri Allah'ın ilmini almaya
kendilerini elverişli kılmadığı için, bu temel tutuma aykırı
davranırlar.
Bu nedenle,
Kur'an'da anlatıldığı şekilde Allah, Âdem'in zürriyetinden
gelen varlıkları kabzetmiş ve onlara kendi nefisleri üzerine
zorla şahitlik yaptırmıştı. Bunun sonucunda, o varlıklar Allah'a
isteyerek değil fakat kerhen secde etmek zorunda kaldılar,
çünkü Allah o varlıkları kabzetmişti. Sonra Allah o varlıkları
bu özel durumdan, yani kabz halinden çıkardı, onları serbest
bıraktı, fakat aslında onlar bilmedikleri bir tarzda gene kabz
halindeydiler. Onlar kendilerinin kabz halinden kurtulmuş
olduklarını zannettiler39.
O varlıklar bu
karanlık bedene kendilerini bağımlı hissedince, arzularının
kendilerini yönelttiği şeylere koştular ve ancak kendi
tabiatlarına uygun olanı sevdiler. Kendilerini yaratan Allah'ın
Rablığı üzerine yaptıkları şahitlikten gafil oldular. Bu konuyu
yukarıda da ele almıştık.
İşte bu
şekilde, onun düşünme yeteneği ve ayrıca kullandığı bütün öteki
yetenekleri ona şöyle dedi: "Sen beni kullanıyorsun fakat benden
gafil oluyorsun ve beni terkediyorsun, sanki ben senin
kullandığın aletlerden biriyim. Beni hiç hesaba katmıyorsun.
Peki öyleyse kullan beni!" :
Bunun üzerine
"Peki" dedi nefis onlara, "ama beni muaheze etme, çünkü ben
senin değerini bilemedim. Senin ne üzere olduğunu tam olarak
bilmek için, Hakikatinin gerçekleştirdiği konularda istediğin
gibi tasarruf etmene izin veriyorum. Böylece ben de o konularda
seni tasarruf ederim."
Düşünce
yeteneği -akıl] "Tamam kabul ediyorum!" dedi. Sonra yüzünü
nefse çevirdi, onu kendi efendisi kabul ederek ona şöyle dedi:
"Sen kendi zatından ve kendi varlığından gafil olmuşsun. Sen
kendi zatın için bu şekilde mevcut değil miydin? Yoksa yok
musun? Ya da hiç var olmadın mı?"
Nefis, akla şu
cevabı verdi: "Ben önce yoktum, sonra var oldum!". 3unun üzerine
akıl yeniden şöyle dedi: "Seni var eden senin kendi var-ığm mı
yoksa senden başka bir varlık mı? İyice bir düşün bakalım ve
hakikati yakalamaya çalış. Bu konuda beni kullan, çünkü ben bu
iş için yaratıldım." Bunun üzerine nefis düşünmeye başladı ve bu
delilin, kendine verdiği temel kuralı öğrendi. Şöyle ki:
Kendiliğinden var olmamıştı, onu bir başkası var etmişti.
Kendisinin tabiî acılara bağımlı olduğunu görünce bir
Varedicinin gerekliliği ona zorunlu gözüktü. Bu acıların
giderilmesi için alışılagelen sebeplere sarılmak gerektiğini
anladı. Böylece kendi varlığı içinde, kendini var eden sebebe
bütünüyle bağlı kalması gerektiğini idrak etti.
Kendisinin
hadis olduğunu, yani sonradan yaratıldığını ve kendisini var
eden bir Sebebin olduğunu tesbit edince nefis, düşünmeye
başladı. Bu Sebebin kendisine benzemesi gerekmediğini ve
kendisi gibi muhtaç olmadığını, tam aksine, kendisini saran
acılara O'nun ortak bir yanının olmasının O'na uygun
düşmeyeceğini bildi. Bu sebeblerin, yokken sonradan olduğunu,
değişmeye ve bozulmaya tabi olduğunu müşahede etti. Bütün
bunları kavradıktan sonra, kendisini yaratan, ve kendisi gibi
sonradan olmuş (ârızı bütün varlıkları, ve elemlerini yok
edecek bütün sebebleri yaratan bir Varedicinin olduğunu anladı.
Eğer bu Varedici olmasaydı, hastalıkların ve illetlerin
çaresinin bulunamayacağı bilincine vardı. Elemleri ortadan
kaldıracak sebepleri yaratması hiç kuşkusuz O'nun rahmetindedir.
İlhi aşk
Muhittin ibni Arabi
Çeviren :Mahmut Kanık
Derleyen:
Halil Ilbıra
Bodrum
- 18.05.2004
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
|