Kendimizin farkına vardığımız ilk
andan başlayarak sosyal bir alış-veriş ortamı içerisindeyiz.
Öyle ki, bu etkileşim olmaksızın “birey” oluşumuzun anlamı
olamazdı. Aile çerçevesinde algılama penceremize doğan bu
toplumsallık bilinci, ileriki dönemlerde okul, arkadaş çevresi,
iş ortamı vb. biçimlerde genişlese de ortak örgüsü hiç kesintiye
uğramayan “iletişim”.
Hayatı yorumlayışımızda bu denli
öncelikli olmasına rağmen, iletişim kavramını toplum olarak pek
değerlendiremediğimiz ortada. Selamlaşmaktan öte bir beraberliği
bulunmayanlarda da, kader ortaklığı içinde; görüntüde çok yakın
vaziyette bulunanlarda da, en sıradan bir olay azılı bir ayraç
olarak kendini gösterebiliyor. Galiba çoğu kez kendimize dahi
samimi olamadığımızdan, dünkü sıkı ahbapları yarın tefe koyup
çalabiliyoruz. Peki böyle durumlarda dün iletişimde olduğumuz
kimdi? Ve bugün iletişimimizi kesmek için adeta çabaladığımız
muhatap kim? Düşünüyor muyuz?..
İnsanlar arasındaki iletişimin ilk
basamağı, karşısındakini anlamaya istekli iki tarafın
varlığıdır diyebiliriz. Ancak, doğal olarak kişi ilişkide olduğu
bireyi algılayabildiği şartlar içinde değerlendirir. Hz.
Mevlana’nın: “ Sen ne kadar anlatırsan anlat, anlattığın,
karşındakinin anladığı kadardır” sözü, durumu net biçimde
açıklıyor. Çoğu kez ifade edilmeye çalışılanlar, dinleyicinin
veri tabanı ile, tabiri caizse, bir girişim deseni oluşturup
ortaya bambaşka bir şey çıkabilir. Psikolojide “algıda
bütünleme” biçiminde tabir edilen, lisedeki derslerden
birçoğumuzun bildiği pozisyonu anımsayacaksınız. Sadece bir
parçası görülen, ama daha önce zihinde “bütün” olarak logolaşmış
imajlar, benzer desenleri bu bütüne uygun olmak üzere tamamlamak
eğilimindedir. Örneğin, uzak mesafeden az ışık altında, yan
durur vaziyette görülen bir bozuk para, bu eğri büğrü şekil
olarak değil, onu nasıl biliyorsak eksiksiz olarak o halde
tanımlanır. Çoğu kez ortada sadece benzetmeye dayalı hayali bir
“bütün”leme de olması söz konusudur. Veri tabanına uygun
biçimlere endekslenerek deşifre edilen rüyalar gibi.
Çoğu insan ilişkisinde de bu hali
görmek mümkün. Karşımızdakini anlamaya çalışmak yerine, kendi
havuzumuzun suyunda yüzdüğümüzü gerçekten hisseder ve bunu
değiştirmeye gönüllü olabilir isek objektif algılama yüzdemiz
mutlaka yükselecektir. Bu da kişisel anlayışımızdan feragat
etmekle mümkün olabilir. Verebilmek, her noktada genişliğe
götüren bir eylemdir. Algılamalarımızda dahi...
Asıl olarak,
algılanan veya algılanamayan her terkipsel yapının kendine özgü
değerleri ve bilinci söz konusudur. Bunu idrak ettiğimiz ve
araştırmalarımızı sürdürdüğümüz ölçüde bu bilinç birimleri ile
iletişim kurma imkanına sahip olabiliriz. Madde üzerinde
tanımlama yetkinliğine sahip olan bilincin bu vasfı, onun
maddeden değil, maddeyi oluşturan Evrensel Orijin’ den
kaynaklanmasından ileri gelir.
İstanbul -
23.11.2004
http://sufizmveinsan.com
|