Madde üzerinde tanımlama; hatta
ötesi yetkinliklere sahip bilincin bu özelliği kendisinin
maddeden değil, onu oluşturan evrensel orijinden
kaynaklanmasından ileri geliyor.
Modern bilim, bilinen yapısı itibarı
ile evrenin tek bir enerji kütlesi olduğunu kabul etmiş
durumdadır. Öyle ki madde olarak kabul ettiğimiz her şey
moleküllerden, moleküller atomdan, atomlarda elektromanyetik
dalgalardan meydana gelmiştir. Söz konusu dalgalar denizinde
birbirinden kopuk, etkileşimsiz bir aksiyon düşünülemez. Madde
boyutundaki değişimlerin varlıkları nasıl etkilediğini sıradan
bir insan dahi algılama sınırları çerçevesinde de olsa
rahatlıkla fark edecektir. Kaldı ki o değişimleri yaşayan
birimlerin, alt boyutlarında yek diğerinden ayrılmaz enerji
alanları olduğu düşünüldüğünde tesadüfe asla yer bırakmayan bir
koordinasyonun varlığı kaçınılmaz biçimde kabul edilmelidir.
Manyetik dalgalar aleminde var olan
tüm frekansları değerlendirme merkezi olarak sivrilen/yoğunlaşan
bir başka enerji alanı beyindir. Potansiyeli itibarı ile tüm
dalga boylarını taşıyan, yapısı yönü ile ise bunlarla rezonansa
girebilecek ve/veya onları açığa çıkarabilecek güçteki bu organ
(veya kendisini öyle tanıtan, gösteren her ne ise…) kullanılışı
nispetinde sonsuzluğa açılan kapımızdır aslında.
Tasavvuf literatüründe, sonsuz
sınırsız; parçalara bölünmesi mümkün olmayan bu “tek” enerji
kütlesinin kendi içindeki program/iletişim sistemi kısaca şöyle
özetleniyor. Mutlak varlık, söz konusu tümel yapıyı ve o yapının
organ olarak tayin ettiği, birbirine göre “cüz” hükmündeki her
birimi kendi ilminden var etmesi dolayısı ile onlara ve
onlardan, her an bir bakış açısı oluşturmuş böylece “semi” ve
“basir” isimlerinin manaları ortaya çıkmıştır. Birimsellikleri
daha önce “kelam” vasfından “kelimeler” şeklinde oluşmuş ve
nihayet “tekvin” vasfıyla da fiiller alemindeki yaşam
oluşmuştur.
Bilim ve mistisizmin örtüştüğü bu
çarpıcı noktada “insan” olarak bildiğimiz yapıya önemli bir
misyon düşüyor. Eğer hayatın böylesine yek vücut bir anlamı
varsa orijin boyutun en iç halkada oluşturduğu bir çıkışın diğer
boyutlarda ifade buluşunu izliyoruz demektir. Bu seyir
anlayabildiğimiz kadarı ile en azından elektromanyetik dalgalar
boyutundan başlayıp, bildiğimiz madde alemi içinde kendini
gösterinceye değin sadece algılayanlara göre süreç anlamı taşır.
Doğal olarak da zaman kavramı kendini algılayanlarda gösterir,
hissettirir. Halbuki bir boyutta yaşanmakta olan başka bir
boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir. Gözle
görülebilen bir yıldızın ışığı bize ulaştığında belki
milyonlarca sene olmuş bitmiş bir dönemine bakmakta olduğumuz
bilinen bir realitedir.
Beynin üst düzeydeki çalışma
kapasitesine ulaşması sonucu, yukarıda bütünlüğü ifadeye
çalışılan bir üst boyuttaki yaşama ve gerçeklere erişebilmesi
söz konusudur. İletişimi doğru kullanabilen insanların, bu yaşam
boyutlarını kendilerinde bulabilmeleri de uzak düşünülmemelidir.
Şuur sıçramaları biçiminde ifade edilen durum, iletişim örgüsü
içinde, ehlinin üst boyutlara ulaşarak içinde bulunduğu boyutta
oluşagelen şeylerin, nasıl, neden ve hangi amaca dönük olarak
gerçekleştiğini bu bütünlük içinde seyredebilmesini mümkün
kılar.
İstanbul -
07.12.2004
http://sufizmveinsan.com
|