Bir
insanın hayat sürecinde izlediği tüm seyir (düşündükleri,
yaşadıkları, iletişimde oldukları vs.), en küçük kabul edilen
kesitleri dahi eksik olmamacasına zihninde kayıtlıdır. "Bellek"
de diyebileceğimiz taşıyıcı platform sayesinde tüm bu veriler
sonsuza kadar kişinin izafi benliğini devam ettirmesini getirir.
Bellek dalgaları kişiyi başkalarından ayıran tüm zihinsel
verilerini ihtiva eder.
Bellek sözcüğü "bellemek" ( kavramak, değerlendirmek ) fiilinden
gelmiştir. Varlığın ayrılmaz; ancak özelleşmiş, yoğunlaşmış
manyetik alan kümelenmelerinden oluşması, bir insanın tüm bu
dalga boylarıyla rezonansa geçebilecek yapısı ele alındığında
alıcılarını döndürdüğü her yerle ilişkiye geçme şansı
bulunduğunu gösterir. Bilimsel veriler ışığında (özellikle
kuantum fiziği, hologram prensipleri ve beynin nöro fizyolojik
yapısı ile ilgili araştırmalar) teoride de olsa bunun böyle
olması gerektiği ispatlanmıştır. Eğer bir insan kendini dış
dünyadan ayıran sanal sınırları yıkabilir (yıkmaya istekli
olabilir) ise suyun, bulunduğu kabın şeklini alması misali,
iletişime geçtiği her şeyi o şeyin kendisi gibi algılaması
kolaylaşacak demektir. Tabii bu noktada zararlı ve saptırıcı
bazı frekanslarla karşılaşması da olasıdır. Bunlardan sakınmak
için tek çıkar yol sağlam bir ilim, ayet ve hadisler
istikametinde korunma faktörlerini kalkan olarak kullanmaktır.
İletişim, tanımlama, kavrama gibi insanın şuur varlık olmasının
temel kriterleri ile alakalıdır. Yoksa algılanan şeyin sahasına
geçilirken sakınca doğurabilecek bazı durumlar da var.
Sınırlarından kurtulmaya çalışırken başka bazı sınırlara dahil
olmak; saplantılara, alışkanlıklara vazgeçilmezlere
girmek yahut sanal değişim rüzgârları içinde savrulmak gibi
tehlikelerdir bunlar... Sırat köprüsü benzeri bu yolda aklın ve
dinin kişi için uygun gördüğü, daha çok girilen hallerle
kayıtlanma olmaksızın "bürünme" vasfının kullanılabilmesidir.
Amaç asla araç ile karıştırılmamalıdır.
Her
şeye rağmen, kendi içinden gelenleri dahi kolay kolay kontrol
edememe noktasındaki bireyin dışarıdaki uyarıcıları kabullenmesi
uzun, meşakkatli bir süreç... Ancak bu zorlukları iç/dış
ayrımını ortadan kaldırabilecek bir tutumla hazmetmek mümkün
görünüyor. Sonuçta başımıza gelen olayların, seyir penceremizden
izlediğimiz değişken yüz ve tavırların kaynağında süzülmesi,
mutlak iradenin eserleri olarak ilk karşılamada gafletten arı
bir perspektifle kabullenilmesi ve daha sonra şartların
gerektirdiği tepkilerin verilmesi zaruri...Aksi halde, dışlayan
yahut dışlanmış hisseden, iletişimi başarabilen veya ipleri
koparan kim olacak dersiniz? İlişkilerimizde anlaşılması son
derece güç olan bir genel yaklaşım tarzı da dün çok beğenilen,
iyi bulunan şeylerin bugün tukaka edilmesi. Dünkü
değerlendirmelerin yanlış olduğunu, bugün gerçeklerin ortaya
çıktığını iddia eden bir kişiye söylenecek ilk şey: "Dün şuursuz
olarak doğru bulduğun şeyi, bugün yanlış buluyor isen, bugünkü
değerlendirmenin de şuurlu olmasından şüphe etmen makul"
olacaktır.
Geride bıraktığımız "Merkür Rötarı" döneminde "İletişim" konulu
bir yazı dizisi hazırlamak belki uygunsuz bir yaklaşım olarak
görülebilir. Ancak, yazıda geçen konuların sağlam ve konusunda
kaynak kabul edilebilecek kitaplardan ve kabul görmüş bilimsel
araştırmalardan yola çıktığını, ayrıca pek de yeni fikirler
ihtiva etmediğini düşünecek olursak bu dönem belki de tam
aksine, uygun olan zamandı. Yine de muhtemel yanlışlar için
okurların hoşgörüsüne sığınarak sadece bildiğimiz, izlediğimiz
konularla ilgili bir beyin egzersizi olabilmesi açısından kaleme
alındığını söylemek isterim. İletişim dolu günler dileğiyle...
İstanbul -
21.12.2004
http://sufizmveinsan.com
|