İlle de Rıza!!!


Güneşin önündeki  bulutlar  gibiydi, rızanın  önündeki  duygularımız.
Aldanışlar  çepeçevre  kuşatmıştı  ihlasın  safiyetini.
‘’Ameller,  niyetlere  göredir ‘’  biliyorduk ,söylüyorduk  amma  velakin…
Kurtaramıyorduk  niyetimizi  süfli  edebiyatlardan..Kaybetmiştik  ihlasımızı  ince  bir  çizgi  kala  rızaya..
Riya  boyutlarına  taşınmıştı  amellerimiz  rıza  boyutlarından.
Çünkü  kalbimizi   yoklamayı  terk etmiştik,sahabeler  gibi  değildi  imanımız.
Sebeplere  takılı  kalmıştık  ,   oysa   ufukları  perdeleyen  sislerin  ardındaydı   aradığımız  hakikâtler.

İlle  de  rıza…
Özünce rıza…
Sadece  rıza…

Çook  ötelerden  bir  yerlerden,kalbimizin  derin  mi  derin  köşelerinden,  bir  tiz  yankıydı  bu  duyulan, Sadece rıza…

Temizlenmek  miydi  rıza,yoksa  temizlemek  miydi  tüm  niyetlerimizi  Hak  harici  her şeyden, hatta  kendimizden?
Kendimizi  kendimizden  temizlemenin, berrak  bir  suda  durulmanın  adıydı , belki de öze  köprü  kurmanın, onca  fırtınada  dalgaları  hiçe  sayarak  köprüyü  sağlam  kurmanın adıydı.
Sıratı Müstakime  tutunma mıydı rıza?
Sünnete  canı  gibi  sarılma mı?
Kul  olmaktı  rıza. Hakkıyla  kul  olabilmek.
İstenen  üzere  yaşayıp, emaneti  iman  üzere   sahibine  tam  olarak  teslim  edebilmek.
Emanetçi  değil miydi  can,  tende?
Güneşin  ufuktaki  yeri  gibi  ayın  gecedeki  yeri  de?
Hepsi, hepsi  bir  kader  üzere  değil miydi ?
Hepsi  rıza  üzere  değil miydi?
Yaşamın  anlamı  değil miydi ki,YARADAN’ı  tanımak, O’nun  hoşnutluğunu  her şeyin  üstünde  tutmak  ve  sevgisini?
Kalp  yaratılmamış mıydı  Hak  sevgisiyle  çarpmak  için,tıpkı  bir  kuşun  seher  vakitlerinde  Hakk’ı   zikretmek   için  yaratıldığı  gibi?Her şey, kâinattaki  her zerre,  kendi  lisanınca O’nu  zikrediyordu.
Oysa  bir tek  insan  muhatap  alınmıştı, Yüce  Yaradan  için  bir  tek  insan  değerli  kılınmıştı. Bütün  evren  ona  boyun  eğdirilmiş, düşünce, akıl, şuur, fikir  ve  ruh  hem de  Yaradan’ın  ruhu  ona  layık  görülmüştü. Bu,  şükretmek  için  ne  muhteşem  bir  lütuf, ne  sonsuz   bir  nimetti,Yaradan  katında  muhatap   alınıp İlahi  sevgi  ve  ilgiye  mahzar  kılınmak.
Yaradan’ı  tanımak, yaratılan  beşer  için  en  büyük  güzellikti.
O’nu  sevmek  ve  O’na  yakın  olmak,ömür  boyu  O’na  kavuşma  hasretiyle  ömrünü geçirmek,bir  gün  cemalini  seyredeceği  arzusu  ile  hemdem  olmak,bundan  güzel  ne  olabilirdi  ki  insan  için?
Her  an ,her  nefes  yeni  bir  İlahi  tecelliyi  seyrederken  gözleri de  kalbiyle  beraber,nasıl  O’ndan  bihaber  olabilirdi  ki   artık?

İlle  de  rıza  derken, ille  de  aşk  da  demek  gerekir. Çünkü  muhabbetullah  olmadan  rıza-ı İlahi de  olmaz. Sevgi, HAK  için  olmazsa,nefsani  boyuttan  kurtulamaz.
Dolayısıyla,  Hak  için  olmayan  sevgiler,  kalbi  ve  canı  yoran  aldanışlardan  başka  bir şey de  değildir.
Rıza  için  olmayan  nefsi  her  sevgi  ve  amel de  öte  için  sıkıntı  ve  pişmanlık  tohumudur  sadece  bugünden  ekilen.
Oysa  rızanın  suladığı  bahçelerden  güller  derilebilir  ancak..

Rasul  kokulu  güller….

Ö.Zeyneb EKİNCİ
muttakisahabe@hotmail.com
İstanbul - 02.12.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail