İnsan çok yönlü, tek görünümlü bir varlıktır. Her tecelliye mazhar olan, tecelli denen nur ya da enerjinin bu âleme yansıyan haline sahiptir. Kendi başına buyruk olduğunu sanarak ilerleyen yaşantısında bazı tecrübelerle farkları fark eder. Çocuksu yaşamı terk eder, gençlik özgüven yerini alır. Diğer bir farkla, olgunlaşma başlar. Olgunlaşma bazen kaybolan gençliğinin korkusuyla yaşar ve  kendini bulamazsa hayat boşlukta geçer. Kendince en güzel yaşadığını düşünen birey,zamanla çıkmaza girince boşlukta kalır. Onu kimse kolayca mutlu edemez hep şikâyetçidir. Yaşamının son günlerinde dahi kendine en büyük eziyeti yapar; ancak bundan kendinin bile haberi yoktur. Çünkü o hep mutluluğu dışarıda ve başkasında aramıştır,  kendindeki cevheri asla fark etmemiştir.

Oysa diğer birey, farkları yaşarken kendini sorgulamıştır. Neden, niçin derken kendini, yani cevheri fark etmiştir. Hz Ali’nin şu sözü buna ışık tutar: “Sen kendini sanırsın küçük, oysa sende âlem dürülü.”  Bu cevheri fark eden, Hakk’ın hikmeti bu yönde ise  dünya yaşantısında istek ve arzulardan elden geldiğince uzaklaşır. Yaşının gereğini ihmal etmeden yaşar, hayatında zevklerini bile tekamülü için yaşar. İnsan bu dünyadaki yaşamında sermaye edinir. Kısas âyetlerinde bile Allah, öldürülen kişinin ailesinin katili affetmesini istiyor. Şöyle ki, ailenin bir kişisi bile affederse, kısas yapılmaz diyor. Diğer bir âyette, kısasın istenirse yapılacağını, ancak affederse mükâfatlanacağını söylüyor. Allah "Ya Davud, benim evim kanlar döken bir insan eliyle yapılmaz." Davud Aleyhisselam cevabında dedi ki: "Ey Tanrım, benim adam öldürmem senin emrinde olmadı mı?" Allah buna karşı şöyle buyurdu: "Evet, lakin onlar benim kullarım değil midir?" Davud: "O halde Yarabbi, onun yapılmasını bana mensup olan bir kimseye nasip et" dedi. Bu niyaz üzerine Allah, Davud'a vahiy ile "Muhakkak, oğlun Süleyman bina eder" buyurdu.  "Ey akıl sahipleri sizin için kısasta hayat vardır" mealindeki âyette işaret buyurulan "Akıl sahipleri" hitabına mazhar olanlar, işin içyüzünü ve hikmetin özünü kavrayabilen kimselerdir ki, bunlar İlahî kanun ve hikmetlerin sırrına erdiler. Şu halde Allah'ın bu yaratılışa riayet ettiğini ve onu yaşattığını bildiğin için sen de ona riayet et. Bu sebeple senin için saadet vardır. Çünkü, mademki insan hayat sahibidir. Kendisi için halk olunan kemal sıfatlarını elde etmesi gereklidir. İnsan hayatını yıkmaya uğraşan kimse onu kendisi için yaratılan kemal mertebesine erişmekten menetmeğe çalışmış olur. Hazret-i Peygamber'in onu "Size düşmanlarınızla karşılaşarak onların boyunlarını vurmaktan ve onların da sizi şehit etmesinden sizin için hayırlı ve daha faziletli olan şeyi haber vereyim mi? Bu Allah'ın zikridir." sözü, ne güzel!

Yaşamını hep bir şeyler öğrenip fark ederek yaşayan insan ariftir. Arif kendi özünü tanımaya heveslidir. Onu başka hiçbir konu doyuma ulaştıramaz .Özünü öğrenmek, bilmek onun  yegâne işidir. Her zaman yolda sokak ve caddelerde,  işte, evde okulda, denizde,yatakta, her yerde tek düşündüğü şey artık hep kendi cevheridir. Onunla yatar, sabah onunla kalkar. Kendi özünü tanıyınca da bütün itikatlara inanır. Çünkü tecelli her ne kadar aynı olsa da, ayrıdır. Mesela ;şu an, zamandan bir parça ama,zaman zaten hep devam ediyor, ancak bir önceki an değil ya da akarsu akıyor önümüzden, devamlı geçiyor, hepsi su olmasına rağmen, bir önceki geçen su değil.

Arif tek bir itikatta kalmaz. Bir önceki doğru, sonrakine göre aynı olmayabilir, kişi kendi bildiklerine,  inandıklarına, inandırıldıklarına göre hüküm sahibidir. Dürüst bir insan, asla inanmadığını uygulamaz. Hakk’ın çeşitli görünümde ve çeşitli itikatta müsemmadan yansıması onu hep ilgilendirir, kendisine yakın biri onu çok ilgilendirir. Dal ismine mazhar olan çoktur, kendisini dışarıda arar. Arif bulmak zordur. Âlim ve arif mükemmel farkları olan anlamlardır. “Arifi billah” dersek artık onu ehli anlar...

Allah her yarattığına siret ve suret vermiş, hikmetini de onunla beraber vermiş.Yaşamı için ne gerekiyorsa alt yapısını hazırlamış. Hangi hikmet verildiyse o kişide o efal vücut bulur. Asla başkası olmaz. Vahşet hikmeti görülen vahşete, vedud hikmeti verilen sevgiye yönelir. Kişide zaman zaman değişimler olsa bile, ortalaması değerlendirildiğinde asla şaşmaz, kurt asla  kuzu doğurmaz.

Allah insanları yaratırken herkes insan görünümünde olmasına rağmen, beyin algılamasının çeşitli olduğunu görmekteyiz. Çokluk ve çeşnisi olan bir âlemin bireyleriyiz. Yaşamımızda kontrol edebildiğimiz değerleri elden geldiğince Hakk’ın izni doğrultusunda değerlendirmeliyiz. Allah’ça düşünüp insanca yaşamak ana gayemiz olmalı.

Gafillerin zikrinden bu sırrı anlayabilirsin. Gafillerden zikredenlerin hangi uzvu zikirle meşgul ise şüphesiz o uzuv Hakk'ın huzurundadır. Hak da uzuv ile beraberdir. Bu takdirde ancak o uzvu Hakk'ı müşahede eder. Bundan gafil bulunan diğer uzuvların zikirle ilgileri yoktur. Şu hale göre de gaflette olan uzuvlar Hak ile beraber değildir. Çünkü muhakkak insan çok taraflı bir bütündür. Tek cepheli bir mahluk değildir. Tek bir varlık olan Hak da böyledir. İlahî isim ve sıfatlarıyla bir çokluk arz eder. Nasıl ki insan da uzuvlarıyla bir çokluk halindedir. Bir cüz'ünün zikretmesinden öteki cüzü'lerinin de zikirde olması lazım gelmez. Şu halde Hak ancak insanın zikir ile meşgul olan azasıyla beraberdir. Diğer aza gaflettir. Her insanın Hakk'ı zikreden bir cüzü olması, Hakk'ın da bu cüzü ile beraber bulunması lazımdır. Böyle olunca, Hak o cüz'ün zikrinden dolayı, diğer azayı da inayeti ile korumuş olur.

İnsan denilen mahluku, Hakk'ın ölüm denilen arıza ile yıkması, O’nun koruduğu şeyi mahvetmesi demek değildir. Ölüm ancak bir çözülmedir. Ölüm, insanın manevî benliğini Hakk'ın kendisine çekmesidir. Çünkü her şey Hakk'a döner. Hak, insanı kendi âlemine aldığı vakit, ona göçüp gittiği bu unsurlar âlemindeki terkibinden aynı bir düzen ve terkip verir. Beka âlemine ait olan ve o âlemin unsurları cinsinden bulunan bu yeni terkip, itidal üzere olacağı için ebediyyen dağılmak ve çözülmek bilmez.

Bodrum - 19.02.2002
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail