Dünyamızın üstünde gördüğümüz bunca yıldız, güneş ve ay bize ne sağlıyor acaba?

Bu ucu, sonu, başı olmayan âlem neden böyledir? Neden birçok bilinmezi fark ediyoruz da aldırmıyoruz? Nice bilim adamı bu konuda uğraşmış; ama o zaman için mükemmel netice almasına rağmen, hiçbir zaman gerçeklere erişememişler .

Keşfedilen şey bir ya da iki tane, geride keşfedilmeyi bekleyen binlerce, hatta aklın kavrayamayacağı kadar yaratılmış keşfedilmeyi, fark edilmeyi bekliyor. Allah’ın sonsuz ilmini bilmek,  kesin ölçülere oturtmak hakikaten imkânsız. Buna rağmen, bir nebze bilmek mümkün. Bilinen bir nebze, bir çok arifin ulaşamadığı olmasına rağmen, Allah katında deryada bir damla gibidir.

İnsanı tanımak konusuna gelince... Bireyler çeşitli özelliklere sahiptir. Her özellikten diğerinde de olma ihtimaline rağmen, asla aynısı değildir. Böyle olunca, kişiyi tanımak elbette mümkün olmamaktadır.
Benzer özellikler dolayısıyla tanınabilen insan, değişik özellikleri ile tanınmaktan münezzehtir.
Bu, şuna benziyor: Uzun yıllar dost olunmasına rağmen ilişki bozulabiliyor, karı koca ayrılıklarındaki gibi. 
Halbuki biz, insanları tanıyıp sonra arkadaş olmayı yeğleriz. Nişanlı çiftler hep aynı şeyi söylerler. Ne var ki, evlenince geçinemeyip boşanan çoktur. Nedeni sorulduğunda, “Tanıyamamışım” derler. Acaba kesin tanımak mümkün mü?

Tanımak birkaç şekilde olmalı diye düşünüyorum:
1-Ekseriyetle mazharı olduğu efaller,
2-Kişinin özellikleri, 
3-İnsanın özü olan (tam bilinmesi zor).

İlk iki  kısmı inceleyerek bir karara bağlamak mümkün olsa bile, özünü tanıyamamanın yetersizliği bizi yanıltır. Kişinin özellikleri zamanla değişir, huy değişmez; ama yatay olarak bazı etkilerle huydaki güzellikler ya artar ya eksilir.
Bu kanaate, Nuran Tuncel Hanım’ın Adan Z’ye Astroloji isimli eserini okuyunca vardım. Yaratılan hiçbir şeyin başıboş bırakılmadığını elbette biliyorduk. Her şeyin Yaratan’ın tenezzülü olduğunu da biliyorduk; ama İnsanı tanıma konusu “Nefsini bilen Rabbini bilir “ ya da “Rabbini bilen nefsini bilir” hadisiyle işaret edilenler içinde acaba insanı tanıma konusu var mıydı?

Sayın Ahmed Hulusi’ nin bu konudaki görüşleri ise şöyle: 
Evrendeki tüm varlıklar, var edenin sayısız özelliklerinin âşikâre çıkmasına vesile olmak gayesiyle ve sanki o özelliklerin yoğunlaşması suretiyle oluşmuştur.

Bir diğer ifade ile; tüm takım yıldızlar, yıldız birikimleri olan galaksiler hep vareden Mutlak Varlık’ın sayısız isimlerinin ve vasıflarının yoğunlaşmış halleridir gerçekte!. Ve bunların yaydıkları sayısız kozmik ışınım dahi kendilerini oluşturan manaların tüm varlığa yayılmasından başka bir şey değildir.

İnsana bakıp, «Bu etten - kemikten ibâret basit bir hayvandır!.. Ruhu yoktur!!! Ebedî bir hayatı yoktur!.. Değişime girer ve tükenir!..» demek ne kadar ilkel ve dar görüşlü bir anlayış ise; galaksilere, takım yıldızlara, burçlara, Güneş sistemindeki planetlere bakıp da, onlar için. «Bunlar basit yıldızlardır, doğar, ölürler. Canlılıkları yoktur, cansızdırlar!.. Laf olsun diye oluşmuş ve oluşmaktadırlar!.. Ne etki alırlar ne de etki verirler.» demek de o kadar ilkellik ve dar görüşlülüktür!.

«HİÇBİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE, HER ŞEY ALLAH’I TESBİH VE HAMD ETMEKTEDİR, ANCAK SİZ ONLARIN TESBİHİNİ ANLAYAMAZSINIZ» (İsra - 44)
 «GECEYİ VE GÜNDÜZÜ, GÜNEŞİ VE AYI SİZLERE TESHİR BUYURDU. BÜTÜN YILDIZLAR DA ONUN EMRİNDEDİRLER!.. ELBETTE BUNDA AKLI OLAN KAVİM İÇİN, İBRETLER VARDIR (Nahl - 12) ayetleri dahi onların canlılığına ve bir görev ifâ etmekte olduğuna işaret etmektedir.

Bodrum - 19.11.2002
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail