İzlenimler

Deprem önlemleri

Bir sene aradan sonra yaz tatili ve araştırma için ağustosta bir ay Türkiye'ye geldim. Yaz olmasına rağmen, Türkiye’nin sorunları ve birçok ağır gündem konusu vardı. Türkiye'ye 17 Ağustos günü vardım. Depremle ilgili bir gündem bekliyordum, malum büyük depremin olduğu gündü. “Belki de Japonya’daki deprem için yapılan hazırlıklar örnek alınmıştır” diye düşünüyordum, yani Japonya'da her mahallenin deprem sırasında ilk ve son toplanma yeri olduğunu, bu yerlerin mahallelerdeki okullar olduğunu, bu yüzden okulların geniş bahçesi ve kapalı spor salonu bulunduğunu ve bu okulların şiddetli depremlere dayanıklı yapıldığını her mahalle sakinine depremde neler yapmaları gerektiğinin anlatıldığını, toplanma bölgelerinin krokisi verildiğini ve bu bilgilerin her yıl hatırlatıldığını zaten deprem eğitiminin ve tatbikatının ilkokuldan itibaren düzenli olarak yapıldığını ve depremde şehir şebekelerinin normale dönünceye kadar geçecek sürede yeterli olmak üzere her mahalle nüfusuna göre su ve yiyecek depolandığını ve tarihi geçen bu su ve yiyecelerin mütemadien değiştirildiğini, doğal  afetlerde her mahalleye ulaşımı sağlayacak yolların genişletildiğini, depremde bu yolların kullanılacağı ve kesinlikle park yapılmamsı gerektiği ve doğal afetlerde kullanılmaması için gerekli uyarı levhalarının yerleştirildiğini ve halkın depremde soğuk kanlı olmaları gerektiğini, kaçak katın insanlığa mezar olacağı gerçeğini ve yerel yönetimle tam uyumlu merkezi afet yönetiminin çalışır hale geldiğini artık bu sistemlerin İstanbul ve diğer illerde de uygulandığını görmeyi umuyordum. Ancak şu gerçekti ki, geçen beş sene, deprem gerçeğini unutturmuştu, her ne kadar depremden bahsedilse de ekonomi ve siyaset gündeme daha fazla ağırlığını koymakta idi.

Ekonomi ve Günlük Yaşam

Türkiye'nin Avrupa Birliğine girip giremeyeceği, ekonomik sorunlar, TCK yasa tasarısı siyasi değerlendirmeler ana gündem madeleri idi. Uzakdoğunun başkenti Tokyo'da yaşayan bir Türk genci olarak, Türkiye’den ayrıldığım üç sene öncesine göre ekonomik krizle gelen toplumsal bir bozulmaya üzüntüyle bakmakta idim. Uzakdoğuda övünerek, ballandırarak anlattığım cennet vatanın içi ne olmuştu! Adi suç oranlarındaki patlama, ekonomik kriz ve işsizlik herkesin şikâyet ettiği konular idi bu yaz. Herkes kazancının çok az olduğundan ve fakirlikten yakınıyordu. Bu hepimizce de malum. Ancak, durumumuz gerçekten de o kadar kötü mü dünya ortalamasında? Bunu ciddi bir düşünmek gerek. Japonya ile kaba bir mukayese yaptığımızda durum hayli ilginç. Hiç abartmadan söylüyorum, Türkiye'de normal bir semtte büyük şehirlerde dahil olmak üzere (Etiler, Bebek tarzı yerler hariç) yaklaşık bir milyar aylıkla  bir çiftin sağladığı yaşam standartını aynı şekilde Japonya’da elde etmek istediğinizde net kazancınızın en az 7 ila 10 katı olması gerek. Bu da en az beş bin dolar demek olur ki, maaşla çalışanların, hele dışarıdan işçi veya öğrenci olarak gelenlerin bu rakamları tuturması çok zor. Bu yüzden, Japonya’da yaşayan yabancıların çoğunluğunu ekonomik durumu ve yaşam standartları Türkiye’nin de gerisinde olan Çin ve Güney Asya ülkelerinden gelenler oluşturmaktadırlar.

Japonya’da Zina

Yaz sonunda ülkemizide gündemini işgal eden ve bana sorulan soru ise Japonya’da zinanın durumu idi. Burda “zina” kelimesini iki anlamda ele almak gerektiğini düşünürsek, hukuksal anlamda Japonya’da evli iken yapılan zina, boşanma ve tazminat cezasına sebep verebiliyor, şikayete bağlı olarak. Geleneklerine bağlı olarak bildiğimiz Japonya’da zina konusunu dini anlamda ele aldığımızda ise zinanın, sanılanın aksine çok yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Japonya’da her semtte en az bir Love hotel yani aşk oteli mevcuttur. Bu otellere tek girmek yasakmış, mutlaka çift olmak gerekiyormuş. İki saatlik veya gecelik oda tutulabiliyormuş. Zaten girişinde tabelada bu yazıyormuş, bu da diğer otellerden ayırt edilmesinde en önemli işaretmiş. Sevgililer için yer problemi halledilmiş de diyebiliriz.
Tokyo’da hayatın çok hızlı akması, ekonomik ve sosyal nedenlerin oluşturduğu bekarlık problemi umumhane ve masaj sektörünü de geliştirmiş. Her istasyona yakın en az bir tane olduğu kesin, zira çığırtkanlar istasyondan müşteri çağırıyor. Tabi ki belli saatten sonra ve edebiyle yapıyorlar bu işi. Çığırtkanlar son teknoloji telsiz kulaklıkla merkezle haberleşiyor. Teknoloji, hayatın her noktasında kullanılıyor diyebiliriz.

Japonya’daki Türkler

Bu yıl itibariyle kaçak işlerle birlikte Japonya’da yaşayan Türk sayısı, bin kadar tahmin ediliyor. Japonya’da ülke olarak bir büyükelçiliğimiz, bir resmi camimiz mevcut. Burada yaşayan Türkler arasında esnaf ve işçi ağırlıkta, onlardan sonra öğrencileri sayabiliriz. Japon hükümetinin her sene on üç öğrenciye sağladığı yüksek öğrenim bursu ile, master ve doktora  yapan öğrenciler de mevcut. Japonya’ya çalışmaya, hatta okumaya gelenler arasında gözlediğim ortak nokta, çok uzun süre burda kalmadan Türkiye’ye dönmeleri. Öğrenimi tamamlayanların oranının, yüzde elliden az olduğunu tahmin ediyorum. Bunun ana sebebi ise Japonya’daki yaşam tarzının ve alışkanlıkların çok farklı olması.

Japonya dağlık ve adalar üzerine kurulan bir yerleşim bölgesi, buna bir de kalabalık nüfus eklenince yaşam alanları oldukça küçülüyor. Üstüne üstlük birinci derece deprem bölgesi olması, yapıların çoğunluğunun az kat ile sınırlandırılmasına sebep oluyor. Buna bir de metropollere sıkışan insan yığınları eklenince, arz talep dengesi sonucu emlak, korkunç bir değer kazanıyor. Tokyo’da bugün 20 metrekare bir evin, daha doğrusu oda için 600 dolar ile 1500 dolar arası aylık kira ödemek gerekiyor. Dağlık coğrafya, tarımı da kısıtlıyor ve  çiftçileri korumak için ithalata konulan sınırlandırmalar yiyecek fiyatlarını da oldukça yüksek rakamlara çekiyor.

Genişliğe ve rahata, bol sebzeye, meyveye alışmış halkımız için Japonya’nın hiçbir cazibesi kalmıyor diyebiliriz. Burada hemen imrenerek baktığımız Japon harikası elektronik eşyalar ve diğer teknoloji ürünleri akla gelebilir.

Avrupa’ya uyumsuz elektronik eşyalar

Buradaki birçok ürün, iç pazara yönelik yapılmış, yani şirketler ürünlerini iç pazar ve dış pazar olarak ikiye ayırmış, bu sebeple elektronik eşyanın başkenti olan Tokyo’da, kullanabileceğimiz bir elektronik ürün bulmak çok zor. Örnek vermek gerekirse, başta bütün elektrikli ürünler 100 volta göre ve 100 volt yassı priz sistemine göre ayarlanmış, bu ürünler belki ABD ile kısmen uyumlu, ama Avrupa ve diğer birçok ülkede kullanışsız. Diğer bir fark ise görüntü sistemlerindeki fark, Avrupa (ve biz) PAL sistemini kullanırken  buradaki standart NTSC dolayısıyla, video kamera, televizyon, ince plazma tv gibi ürünler de uyumsuz, Japonca mönüler ve kullanma kılavuzu da cabası. Japonya, gerek normal telefonlarda gerekse cep telefonlarında Avrupa ve Amerika’dan farklı bir sistem kullanıyor. Cep telefonlarının ulaştığı son nokta ve fiyatlarındaki ucuzluk, henüz Avrupa’da hayal bile edilemiyordur sanırım. Kendi geliştirdikleri ve devamlı ileriye götürdükleri teknoloji sistemleri, bu ürünleri sadece Japonya’da kullanılmak üzere tasarlanmış kılıyor. Nitekim, bilgisayar ve diğer ürünler de klavyesinden işletim sistemlerine kadar Japonca olduğu için bu ürünlerin diğer ülkelerde kullanılmasını olanaksız kılıyor. Bu arada akla şu soru gelebilir: Öyle ise ülkemizde veya Avrupa’da gördüğümüz bu ürünler nedir? Bunlar, tamamen o bölgeye yönelik, örneğin Avrupa veya Ortadoğu pazarına yönelik tasarlanmış, üretilmiş ürünler. Son yıllarda Japonyada bu ürünleri satan birkaç mağaza var, fakat fiyatları karşılaştırsak, ülkemizdeki fiyatlarından pahalıya satılıyor. Sonuç; bir gün yolunuz Japonya’ya düşerse boşuna elektronik eşya için heveslenmeyin, hevesiniz kursağınızda kalır.
(Bu arada dijital fotoğraf makinaları için iyi bir haberim var, bunlar bütün dünyada kullanılabilir özellikte. Bazı markalar uluslararası garanti de veriyor.)
Bu teknoloji ürünleri sizi, Japon halkının hayat standartı konusunda yanıltmasın, zira bunlar uzun ve yoğun çalışmaların kendini işine adamanın sonucunda ortaya çıkan ürünler. Abartı gibi gelebilir belki, fakat bu ürünleri tasarlayan mühendisler, çocuklarını bir kez kucağına almaya fırsatları olmamış kişiler. Japonya
da birçok büyük şirket sahibi dahi, senenin bir bölümünü Avrupa veya Amerika’da geçiriyor. Tabi ki onların yakındığı pahalılık değil, Asya havasından uzaklaşıp Avrupa havası almak.

Toplumsal gerçekler

Japonya’da insan tabiatına aykırı bir felsefe, toplumun derinliklerine işlemiş, herkesin eşit olması ve kadın erkek arasındaki kesin katı ve kalın çizgi. Japonların kadın erkek ilişkilerine yaklaşımı, Asya tarzı ve Japonlar ataerkil bir toplum. Aykırılık, farklılık, özgünlük, bireysellik, klasik Japon anlayışında prim yapmayan, aksine yontulan olgulardır. Bu tavır atasözlerine de yansımıştır: “Çivi gibi çıkanı çakarlar, “fazla uzayan başağın kafasını keserler” gibi... Bu anlayış, topluma hatta şehirlere, kasabalara bile tekdüzelik getirmiştir. Ülkemizde aşırı bireyselliğin ve son yıllarda artan başı boş serbestliğin normal olduğunu göz önünde bulundurursak, Japonya’daki toplumsal yapının neden bizim insanımaza ters geldiği ortaya çıkıyor. Genç, dinamik bir Türk toplumuna karşın yaşlı nüfusunun yoğunlaşmaya başladığı Japon toplumu söz konusu... Gençler arasında ise gelenksel ve toplumsal baskılar, farklı bir hareketle gelecek, dışlanma korkusu, intihar vakalarının en önemli sebeplerini oluşturmakta. Saçını farklı kestirdiği için aşağılanan ve intikam almak için arkadaşının başını kesen ilkokul öğrencisi akıllara kazınan olaylardan... Her ne kadar okullar tertemiz, yüzme havuzlu, kapalı spor salonlu piyanolu laboratuarlı olsa, sorunsuz bir çevre bile olsa, bu sorunsuz bir insan topluluğu meydana geleceği anlamına gelmiyor. Bunun en güzel örneği Japonya olsa gerek.

Turhan Doğan
turhandogan@yahoo.com

Tokyo -
05.10.2004
http://
gulizk.com

 


Üst Ana sayfa e-mail