Bilimi kitaba uydurma, kitabı bilime uydurma
denemelerine her asırda rastlamak mümkün. Newton
gibi bir bilimadamının bile 7 ulu rakamını elde etmek
için 7. renk indigo’yu uydurması, ya da
Einstein’in evrensel genişlemeyi durdurmak için
hesaplarına ekleyiverdiği “evrensel sabiti”
bunlara örnek. Belki iyi niyetli ve saf, bizim
toplumumuzda da bu yönde sürekli bir uğraş var; Kitabı
bilime bilimi kitaba uydurmak. Ben bu tür denemeleri
gülünç ve de gereksiz buluyorum (hatta tehlikleli).
Fakat hoş bir hobi…
İşin özü şu ki, bilim değişen bir kavram oldukça da çok
yanılan bir kurum. Bunun çok acımasız örneklerine
birbiri ardına şahit olmadık mı son 100 yılda!? Klasik
fizik evrensel demiyor muyduk? Önce atom fiziği dedik,
şimdi quantum fiziğine geçtik.
Bilimde herşey bir teoriden ibaret. Teoriler ise
aksiyomlar yani varlığı sorgulanamayan,
doğruluğu kanıtlanamayan kabullenmeler
üzerine kurulmuştur. Bilimin altındaki aksiyomlardan bir
tanesini çekerseniz bütün bilim kağıttan bir kule gibi
çöker aşağıya
Bilim kendisi ile çelişir.
Asrın en büyük matematikçisi ve filozofu Godel'in "eksiklik
teoremine" göre; eğer bilim tutarlı ise eksiksiz
yahut tam değildir. Godel'in ispatına göre bilim
kendi doğruluğunu kanıtlayamaz. Hal böyle ise kitabı
bilime, bilimi kitaba uydurmak oldukça tehlikeli bir
ugras. Farzedin yarın birşey değişti, kitap da mı
değişecek!?
Hayır! Olan şu; bu tip isnat ve iddialarda bulunan sözde
alimler hemen fikirlerini yeni bulgulara göre ustaca
revize ediyorlar. Pişkinlikle “biz size bunu böyle
açıklayamazdık, o zaman hazır değildiniz, asıl mutlak
gerçek budur” diyorlar yahut eskisinden daha büyük
gürültü çıkarıp, eski söylemlerini unutturuyorlar.
Fikrimce bu dünyaya ait mevcut somut bilgiyi (bilimi),
bizim için kavraması daha zor olan soyut bilgiyi (ilimi)
anlamada bir araç olarak kullanmamız, bunu
kitaba uydurmaya yahut birbirine denk düşürmeye
çalışmaktan çok daha faydalı olacaktir. Bilim tek
aracmidir? Soyut bilgiyi elde etmenin tek yolu akıl,
mantık yahut bilim değildir. İç görü, ilham veya ihsan
soyut bilgiye ulaşmak için yeterli de olabilir,
meraklısına. Öbür türlü meraklısına ve kendime benim
nacizane öğüdüm; çabalama, dur beynini ac, istediğin
gelecek.
Ol emri ile
oluş
Yapılan araştırmalarda ve deneylerde, kaotik bir
sistem içinde "kendi kendine organizasyon" ile
adeta "kendi iradeleri" ile hareket edebilen
düzenli yapıların ortaya çıkabildiği gösterilmiştir.
Bu tip düzenli yapılar birbirleri ile birleşerek,
parçalanarak daha karmaşık yapılar oluşturabiliyorlar.
Bu yapılar "varlıkları kendinden" olan yapılar.
Dışardan hiçbir müdahale olmaksızın kendi kendilerine
oluşur ve gelişirler. Ben bunu ,bir nevi, "Ol" emrinin
ifa edilisi olarak değerlendiriyorum. Her hangi bir anda
"Ol" emri "vuku buluyor" ve bu karmaşık çorbanın
içinden düzenli bir yapı ortaya çıkıyor ve kendi iradesi
ile hareket ediyor, hayat buluyor – ruh üfleniyor.
Genetikte son zamanlarda popülerlik kazanan "epigenesis”
teorisi de, DNA'nin bu şekilde ortaya çıktığını ve
geliştiğini savunur. DNA canlı bir hücrenin cansız
kimsayasallardan sentezlenmesini sağlayan programdir. Şu
anki bilgilerimize göre yeryüzünde ilkel virüslerden,
insana kadar bütün canlıların temelinde hep aynı
materyal, DNA vardır.
Fareler ve
insanlar
İlginç olan insan gibi akıllı, medeniyet kurabilen,
egemen bir ırk ile fare gibi basit bir yaratiğin
DNA'sının %98 benzerlik göstermesidir. Yani bizim
fare yada insana olmamızı sağlayan şey, o upuzun DNA'nin
sadece %2’sı… İnsan maymundan mı gelmiştir fareden mi?
Bakarsanız yeryüzünde bitkisinden hayvanına sadece
karbon tabanlı canlılar var hepsindede neredeyse aynı
DNA'lar var.
Mantik der ki, eh hepsindeki DNA ortak ise hepsi aynı
karbon yapıdaysa ve de birtek bunlar canlı işe, bütün
bular ortak bir "ata" dan doğmuşlardır. Yoksa, bu büyük
bir tesadüf olmuş olurdu. Madem genetik materyal benzer,
yaşayan tüm canlılar arasında bir akrabalık olması
muhtemel.
Bu arada başka bir ilginç gerçekte canlılarda bulunan
ortak DNA'nin sadece %10 kadar kısmının manalı olduğu
geri kalan %90'in ise “çöp” olduğudur. Bir takım
bilimadamları bu çöpun aslında gen olarak bir ise
yaramasada genetik materyalın korunmasında görev yaptığı
öne sürüyor. İşte bu canlıda fiziksel bir özellik olarak
ifade edilmeyen çöp kısmın dahi pek çok farklı türden
canlıda aynı kod gruplarını içermesi de bütün bu genetik
materyalın tek bir kaynaktan tüm canlılara geçirildiğine
bir kanıt olarakta sunuluyor.
Hal böyle olunca, çeşitli canlıların DNA'larını
inceleyen bilimadamları, bunlarda ortak bolgeleri ve
genleri bulabiliyorlar. Bunların zaman içinde
geçirdikleri mutasyonları bulup bunlar arasındaki
akrabalığı ispat edebiliyorlar.
Bunu basitçe anlatmak gerekirse, ortada siyah beyaz bir
köpek yavrusu varsa ve sürünün içinde sarı, siyah ve
beyaz köpekler varsa, bu yavru büyük bir ihtimalle siyah
ve beyaz köpeğin yavrusudur. Bu şekilde siyah ve beyaz
köpekle siyah-beyaz yavru arasında bir "soy ağacı"
oluşturmamız mümkün.
Günümüzde canlıların yalnız dış özelliklerini değil
DNA'larını da kullanarak bu şekilde bir soyağacı
oluşturmak mümkün. Genetiğin bu işle uğraşan koluna "Filogenetik"
deniliyor. Şu an canlıların birbirleri arasında ortak
genlerini bularak soyağacı oluşturabiliyoruz. Yani artık
Darwin'in ilkel evrimini geçtik, genetik evrimle
meşguluz. Evrim vardır, yoktur tartismasi ile ugrasmak
bilgi ya da mantık sahiplerine gore degil.
Evet Adem var, Havva var, bunlara genetikte "common
ancestor" (ortak ata) deniliyor ve bu ortak atanın
DNA'si yeryüzündeki bütün canlılara yayılmıştır deniyor.
Bütün canlılar kısmı önemli, buna bakteriler de dahil
bitkilerde. Bakterinin atasının insan suretinde olması
muhtemel mi, muhtemel. Ancak hayatın yayılışına
bakılırsa, basitten karmaşığa bir gidişhat daha olası
görünüyor. Oluşturalan "filogenetik ağac"lar da
bu yönde. DNA'ya bakarak hangi canlının kaç nesil, kaç
mutasyon sonra başka bir tür olarak ortaya çıktığını
bulabiliyoruz.
İlaç araştırmaları nasıl yapılıyor? Fareler ile akraba
olduğumuzdan bizde ortaya çıkan bir hastalığa yol açan
bozuk genler aynen fare DNAşında da bulunur. Bu yüzden
fare genleri araştiriliyor. Tabii bir de öldürülmelerine
itirazları olmadıkları için. İlaçlar da farelerde
denenir. Farede bulunan hastalık geni aynen insanda
mevcuttur, ilaç farede çalışıyorsa insanda da büyük
ihtimalle çalışır. Herhangi bir hastalık için bir ilacı
kullanan bir insan otomatikman genetik evrimin varlığını
onaylıyor demektir. “Yok almıyorum ilacı, çalışmaz ben
de çünkü ben fare ile akraba olamam” dersen o senin
bileceğin iş...
Genetik evrim
Genetik evrimin sıradan insanlar olarak gözümüzle bizzat
gördüğümüz şekli çiftliklerde gerçekleşiyor. Çiftçiler,
iki cılız hayvanı alıp bunları yeterince kez
çiftleştirdiklerinde, ortaya çıkan hayvanlardan en az
biri sağlık olarak ana ve babasından çok daha üstün
özelliklerde oluyor. Daha sonra bu üstün özellikli olan
hayvan alınıp damızlık olarak kullanılıyor,
diğerleri de mezbahaya. Ne oluyor? Cılız bir nesilden
bir sonrakinde daha sağlıklı bir nesile atlanılmış
oluyor, aradaki zayıflar da tarafımızdan afiyetle
yeniyor.
Ama çiftçi durmuyor, o elde ettiği üstün ırktan
hayvani, tekrar başka bir üstün hayvan ile çiftleştirip,
o ikisinden de daha üstün hayvanlar üretiyor. Aradan üç
beş nesil geçtikten sonra ilk çıkan hayvanla son elde
ettiğiniz hayvanı yanyana koyarsanız bunların bu zayıf
atadan geldiğine inanmak zorlaşıyor.
Günümüzde biyoteknoloji adı verilen tekniklerle
hayvanların ve bitkilerin genlerini labaratuvarda
bilinçli mutasyona uğratarak doğada eşi görülmemiş
mucize hayvanlar üretiliyor. Avrupa'da bir hayvancılık
fuarına gidin, ne dediğimi gözlerinizle görün; Fil
büyüklüğünde inekler, ata benzer danalar, koyun
büyüklüğünde tavşanlar, sanki bir sirk gibi.
Koyunlar ve
insanlar
Bilinçli ya da kontrollu mutasyon nedir? DNA bir şerit,
A,G,C,T adlı verilen 4 harfli bir telgraf mesajı. Bu
şeridin belli bölgelerindeki değişiklikler canlıda belli
fiziksel özellikler olarak ortaya çıkıyor. Bilimadamları
bu bölgeleri değiştirerek canlının dış özelliğini
değiştiriyorlar. Bir tavşan DNA’sini alıp onun bazi
yerlerini koyununkinden alınan genlerle değiştirirlerse,
ortaya koyun tavşan arası bir yaratik çıkıyor. Şu an
insan embriyosu üzerinde deneyler yapmak bütün dünyada
yasak. Bilimsel etiğe uymadığı için ortak bir karar
alınmış durumda. Eğer uzakdoğuda gizli bir labaratuvarın
bir köşesinde insan embriyosu üzerinde çalışılmıyorsa (
Sizan bilgiye göre Kore'liler insan embriyosu ile
uğraşıyorlar) halen böyle bir şey yok. Lakin olsaydı şu
an koyun ile insan arası varlıkları görmekte mümkün
olurdu.
Bunun için genetiğe gerek yok aramızda koyunumsu
insanlar var diyorsanız, haklı olabilirsiniz. Bu farz-ı
mahal koyun-adam, homosapiens adı verdiğimiz ırkımızdan
daha akıllı ve güçlü olsaydı ve hepimizi duman etseydi
ederdi. Ve egemen ırk kendi olurdu. Yahut bu kimse AIDS,
kanser gibi insanları etkileyen bazı hastalıklara
dirençli olsaydı ve herkes zaman içinde kanserden ve
AIDS’ten ölseydi onlar kalsaydı ne olurdu? Koyun-adamlar
homosapiens gibi ilkel ve zayıf bir varlığa yüksekten
bakarlarmiydi, bu bizim atamız deyip bizleri bağırlarına
başarlar miydi?
Hulasa; genetik mekanizmalar, mutasyon, çaprazlama
ve türeme/çeşitlenme, halihazırda günlük
yaşamımıza girmiş durumda. Biz kabul etsek de etmesekde,
genetik evrim tıkır tıkır çalışıyor...Bir grip virüsü
kayboluyor ardından daha güçlü yeni bir virüs ortaya
çıkıyor. Zayıf yok oluyor güçlü kalıyor...
Ha genetik evrimin varlığının kabulunun bize gündelik
yaşamımızda ne faydası var tartışılır. Sonuçta çoğu
insan için din kendini rahatlatan gündelik yaşamın
karmaşık sorunlarına bir çözüm getiren huzur verici bir
terapi aracı niteleğindedir. Ölümsüzlüğü arzulayan ölümü
hafsalasına sığdıramayan insanın beynini rahatlatıcı en
uygun ilaç bu dünyadaki bedeni ölümden sonra bu
dünyadakine benzer bir hayat olduğunun kabulüdür. Yahut
bu dünyadaki bir sürü sözüm ona adaletsizliğe mana
veremeyen insanlar için öbür dünyada bir adalet
olduğunun bilinmesi ruha ve beyne huzur verir. Bu
hakikaten öyle mıdır değil midir, bunun pek önemi yok.
Günümüzde dahi dünyanın yuvarlaklığını hafsalaşına
sığdıramayan insanlar, dünyanın tepsi gibi düz olduğuna
inanmayı yeğleyen bir grup insan vardır (Flat Earh
Society). Bunu bu şekilde algılamak o şekilde
inanmak onlara huzur verir ve de önemli olan budur.
Önemli olan "islam" olmak iç selamete kavuşmaktır bu
dünyada.
Kayıp
Cinsiyetler;
Süper Erkek,
Süper Dişi
Yakınlarda okuduğum bir yazıda XXX, XXY, YYY, XYY
kromozomlarına sahip kayıp cinsiyetlerden ve bunların
aslında cennetteki Havva ve Adem olduğu,
daha da öteye gidip Gilman ve Vildan
olduğunu öne sürülüyor. Ve akabinde bununla ilgili
okuyanı etkileyen bir hikaye veriliyor. Güzel bir hikaye
güzel bir deneme. Kitabina uydurma denemesi…
Lakin burada bahsedilen o kayıp “genler” pek de kayıp
değil. Bu kayıp cinsiyetlerin sahipleri de öyle pek
"Cennet" ashabi değil. Günümüzde sıradan XX ve XY
kromozomlu insanlardan, XYY kromozomlu "Süper Erkek"
adı verilen çocuklar doğarlar, bu duruma "XYY
Sendromu" adı veriliyor. Bu sendrom sahibi
çocuklarda öğrenme bozukluğu, geç konuşma, konuşma
problemleri, düşük IQ riskleri vardır. Yine aynı şekilde
Klinefelter sendromu adı verilen bir durum vardır
bunda da "XXY" kromozomları vardır. Aynı şekilde bu
kromozomlara sahip çocuklarda çeşitli gelişme
bozuklukları görülmektedir ve bunlar kısırdır.
Her bin kız çocuğu doğumundan birinde ise "XXX"
kromozomlu bir "Süper Dişi" doğar. Tüm kromozom
bozukluklarında olduğu gibi bu çocuklarda da öğrenme ve
gelişme bozuklukları ve kısırlık görülür.
Şimdi bu kayıp cinsiyetler kayıp da değıl cennet aşhabi
da değil, bizim toplumumuzda "normal dışı" veya hasta
olarak değerlendirilen bireyler. Şimdi bu hikayenin ne
kadarına inanalım? Bilgi yanlis, analiz muhtemelen
yanlis…N’apalım!?
Yine ayni yazida “gen” kelimesine ait bir etimoloji
yapilmis. Herşeyi bırakalım bu neyi ispatlar? Bir kelime
başka bir kelimeden kökenini almış. Öyle olmasının neye
faydası var? Genin ne olduğunu nasıl çalıştığını
bilmeyen bir insana genin falanca dilde filanca kökenden
gelmiş olmasının ne faydası olabileceğini anlamıyorum.
Bu da bilimde genin yaptığı işle alakalı neye ispat
olarak kullanılır bilmiyorum.
Şimdi etimoloji doğru mü bakalım. Bende ilk okuyusta
tipik bir sallamasyon eseri izlenimi uyandırdı. Hemen
araştirdim. Sağolsun internet_ öyle Abdurrahman
Çelebi'lere pek meydan bırakmıyor. Özeleştiri: Yazık,
bizim kültürümüz oluşumu itibari ile bilgiye kaynağından
ulaşma alışkanlığını bize kazandırmıyor, biz genelde
sözel, kulaktan kulağa ulaşıyoruz bilgiye. Kur'an
duvarda asılı iken hocanın gelip Kur'an'in içinde ne var
ne yok olduğu konusunda ahkam kesmesini bekliyoruz.
Batılı böyle değil, yapı itibari ile şüpheci, bir şey
söylediğinizde inanmadan önce mantığa vurur, gider
araştirir öyle mı diye.
Etimoloji sözlüğüne göre, "Gen" gelimesi 1911 yılında
Danimarkalı bilimadamı Wilhelm Ludvig Johanssen
tarafından "uydurulmuştur". Bunu uydururkende
Yunanca "nesil" manasına gelen genea'dan "esinlenmiş".
Yani "gen" kelimesi bir insan evladı tarafından
uydurulmuş. Bu insan evladı "gen" yerine "gan"
kelimesini kullansaydı,ki olmaması için sebep yok,
“Türkçe'den gelmiştir, efem DNA kanda bulunur, "gan"
Oztürkçede "kan" demektir vs gibi bir mantik mı
yürütecegiz. Saçmalik…
Yazar buraya kadar az mantıklıdan saçmalığa doğru
mantıksızlık dozu giderek artan bir yazi yazmış. Son
kısımda ise bunun ayyuka çıkmış olması muhtemel. Ayetler
dizilmiş, efem teoriler öne sürülmüş. Hurilerin çift
rahmi varmıs… Pek tabiii!! Kromozom bozukluklarında her
türlü sakatlığa rastlamak mümkün.
Yalnız bizim ırkımızda öyle bir koruma sistemi var ki,
kromozom bozukluğu olan bireyler genelde kısır olurlar
ve bu bozuklukları bir sonraki nesle aktaramazlar. (bkz.
Down sendromu). Burada tip ve ayet bilgisini
gerektiren konular var, lakin inanıyorum ki konunun daha
uzmanı bir kişi mantık hatalarını, yanlışları, ayetlerde
ki manipülasyonları kolayca tespit edebilecektir. Ben
bunun doğru veriler üzerine kurulmuş ve de objektif bir
tahlil ile yazılmış bir yazi olduğuna inanmıyorum. Bence
tipik bir kitabina uydurma denemesi… Yiğidin hakkı
yiğide güzel hikaye. Kim yer? Ben şimdilik yemiyorum,
sizin de yiyeceğinizi ummuyorum.
|