Vladimir
Nabokov 1955’de
yayınlanan romanında çok kültürlü, birkaç lisan
bilen Humbert adındaki
bir akademisyenin ilginç hikâyesini anlatır.
Yapayalnız yaşayan bir dul olan
Charlotte Haze’nin
Amerika’daki evinde bir oda kiralayarak Avrupa’yı
terk etmiştir Humbert.
Bu göçün altında yatan sebep ise ne ilimdir ne de
fendir; Charlotte’nin on
iki yaşındaki güzel kızı
Dolores Haze’yi
tanıdıktan sonra ona vurulmuştur. Zamanla da küçük
kızın ismini duygusal bir kısaltma ile
Lolita diye anmaya
başlar. Esasen, Humbert’in
kedini bildi bileli câzibeli
ergenlik öncesi çağı kızlara (nimfetler:
nymphets) karşı tutkusu
olagelmiştir. Kendisi hayatının ergenlik öncesi
döneminde iken çocukluk sevgilisini veremden dolayı
kaybetmiştir ve oraya takılıp kalmıştır. Dul
Charlotte ve
Humbert evlenirler;
karısına hürmette kusur etmeyen damat gözünü ve
aklını küçük kızdan ayıramamaktadır aslında. Bir
süre sonra Humbert’in
günlüğünü ele geçiren Charlotte
okudukları karşısında donakalır! Kocasının aslında
küçük kızına âşık olduğunu ve kendisine karşı bir
şey hissetmediğini öğrenen kadıncağız beyninden
vurulmuşa döner. Kızını ondan kaçırarak kurtarmaya
çalışır ama Humbert
sonunda Lolita’yı bulur
ve aralarındaki ilişki sürer ve pek çok hazin olay
yaşanır…
1962’de 1997’de iki kere de filme çekilen bu romanın
gerisini merak edenler alıp okuyabilirler. Bu
romandaki ve filmlerdeki tema aslında
parafili (cinsel sapma)
türünden bir hastalığı anlatıyor. Henüz bulûğa
ermemiş çocuklara karşı cinsel tutku duymak
hastalıklı bir şey. Son dönemlerde bu yaştaki erkek
talebeleriyle seks yapan kadın öğretmenler dünya
basınına düştü. Ama nimfet
düşkünlüğü sanıldığından çok daha yaygın.
Uzakdoğu’ya seks turizmine giden pek çok koca
koca adamın büyük
ücretler ödeyerek nimfetlerle
beraber oldukları, hâttâ
bekâret bozmanın daha da rağbette olduğu her gün
medyada anlatılıyor. Milyonlarca çocuğun seks kölesi
olduğu vurgulanıyor.
Haydi, bu bir cinsel sapma, yapanlar da sapkın
insanlar. Tamamda, etrafımızda on, on iki yaşında
olup da kendileri Lolitacılığa özenen kızlarımız
nereden çıktı? Özellikle büyük şehirlerimizin mutena
ve lüks semtlerinde ortada dolaşan ortaokul,
maksimum lise 1 talebesi pek çok kız çocuğu
akşamüstü “caddeye” inerken veya hafta sonu
“takılırken” küçük kadınlar gibi giyiniyor, makyaj
yapıyor ve öylesine davranıyorlar. Henüz biyolojik
ve psikolojik açıdan çocuk olan bu güzelim kızlar
kendi tâbirleriyle
“kaşar” gibi ortalarda dolanıyorlar. İşin başka bir
düşündürücü boyutu da, kendilerinden çok daha büyük
ve aç kurtların tuzaklarına düşüyorlar. Vaktinden
çok önce cinsellikle, sapkınlıklarla ve akabinde
sigarayla, alkolle tanışıyorlar.
Bâzılarında buna bir de uyuşturucu uyarıcı
maddeler ekleniyor. Tabii ki ciddi trajediler de
bunu takip ediyor.
Toprağı bol olsun, Freud’un bahsettiği gizlilik (latans)
çağı çoktan güme gitti. Çocuklarımız daha sekiz
dokuz yaşından itibâren
“çıkmaya, âşık olmaya başlıyorlar.
Özdeşleşme-benimseme nesneleri 1900’lerin başında
olduğu gibi anne, baba, komşu, amca filân olmaktan
çıktı. Medya her evde, dünya çocukların gözünün
önünde, sansürsüz ve agresifçe!
Vaktinden önce büyümek için onları âdeta kamçılayan
bir reklâm ve özendirme bombardımanı var. Bebek bezi
reklâmlarında bile erotik temalar kullanılır oldu.
Para-merkezli dünya görüşü her yere hâkim oldu.
İyi
de, bu psikolojik ve psikiyatrik açıdan doğru mu?
Kesinlikle değil. Çocuklar çocukluklarını çocuk
olarak yaşamalı, ergenler ergen gibi, gençler de
genç gibi. Yoksa her türlü ruhsal yozlaşmaya ve
hastalığa, “borderline”
durumlara uygun ortam oluşuyor. Lütfen
Lolitalaşmayın,
Lolitalaştırmayın
kızlarımız(ı).
Her
şeyi bir zamanı ve zemini var. Aman dikkat!