Bismillahirrahmanirrahim

Seçilmiş kullara ve Allah (c.c) için dost olan Fahreddin Muhammed’e selam olsun. Allah (c.c) onun himmetini yüceltsin,  rahmetini ve bereketlerini üzerine akıtsın.

Cenab-ı Hak,  Kur’an-ı Azimüşşanında, “Birbirlerine Hakk’ı tavsiye edenler”(Asr/3) buyuruyor.  Yazdığınız bazı ilmi eserleri ve Allah (c.c) tarafından kuvvetlendirilen hayal gücünüzü,  fikirlerinizdeki tazeliği gördüm.  İnsan her ne zaman çalışıp kazanmayı terk edecek olursa Allah (c.c) tarafından kendisine bahşedilecek olanın tatlılığından mahrum ve aşağılanmış bir yaşayışa mahkum olur. Halbuki mert olan kişi,
“Onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni doğru tutsalardı şüphesiz hem üstlerinden (ağaç meyvelerinden), hem de ayaklarının altlarından (tarladaki ekinlerden) yiyeceklerdi” (Maide/66) ayet-i kerimesi gereğince, manevi bereketlerin ulvi yaşantısı ile de olgunluktan nasibini alıcıdır.

Bilindiği gibi âlimler, Peygamberlerin mirasçılarıdır. Hakiki veraset ise her yönüyle hasıl olan kamil verasettir. Buna binaen ilim ve iz’an sahiplerinin himmet noksanlığını kabul etmeyerek kâmil veraset için çalışmaları lazımdır. İnsan ahlakının güzelliği ve çirkinliği, İlahi bilgileri tahsil etme ve onları ihmal etme nispetindedir.

Himmeti yüksek olanlar, hadiselerin ve gizliliklerin bilgi ve detayları ile ömrünü geçirip, Rabbani hazzı kaybetmemeli ve nefsini fikrin istilasından kurtarmalıdır. Müşahede yolu ile İlahi bilgilere talip olan akıl ve irfan sahipleri, kalbini fikrin istilasından arındırıp kurtarmalı ve himmetin yüceliği gereğince, kabul edip aldığı şeyler hayal âleminin fevkinde olmalıdır. Zira hayal kuvveti,  mesela, ilmi, süt;  Kur’an’ı,  ip,  dini kayıt (bağlama, bağlayacak şey, sınırlama), suretlerinde göstermek gibi akli manaları,  hissi kalıplara, değiştirip koymakla (bir halden diğer hale geçirmekle) gizli manalara yol gösteren (bilinen bir şey ile başka bir şeyi bildiren, işaret eden) vücut peydah etmiş (cesetlenmiş) nurlardan ibarettir. Bir de himmeti yüce olanların bildikleri şeyler, ne dişi,  ne de fakir ve muhtaç olmalıdır.  Kendisinden başkası ile kemale gelen her bir şeyin,  fakir ve ihtiyacın esiri olduğu bilinmektedir.  Bu ise Allah (c. c)’ dan başka her şeyin hal ve şanıdır. Bunun üzerine,  keşf ve yakin ile ancak Hak Teala Hazretleri’nden kabul edip almak üzere himmetin yücelmesine çalışmak lazımdır.

Fikir sahipleri gayelerinin son noktasına ulaştıkları zaman,  fikirleri, kendilerinin işitip taklit eden bir kişi haline gelmesine sebep olur. Zira bu çok mühim olan iş, fikrin sükun bulacağı bir yer olmaktan münezzehtir. Fikir devam ettikçe, aklın sükunu ve tatmin olması mümkün değildir. Aklın, fikirle ilgili tasarruflarında belirli bir çizgi vardır ki, onu geçemez. Bununla beraber, İlahi bağışların kabulü hususunda da hususi bir kabiliyete sahiptir. Şu halde akıl sahibi bir zat, İlahi cömertlik esintilerine yönelerek kesb ve nazarın kayıtları ile esir ve bağlı kalmamalıdır. Çünkü böyle kaldıkça, şüpheden kurtulmuş olamaz.
Hakkınızda iyi niyet besleyen kardeşlerinizden bir zat; bir gün sizi ağlarken görmekle, hazır bulunan diğer zatlar ile beraber sebebini sorduklarında; ‘otuz seneden beri, bir konuda bir inanca sahiptim.  Bu gün fikrimde açığa çıkan bir delil ile o inancın gerçek olmadığını anladım. Bunun da önceki gibi gerçek dışı olabilmesi korkusu ile ağlıyorum’ diye cevap verdiğinizi bana söyledi. İşte bu sizin kendi sözlerinizdir. Akıl ve fikrin mertebesinde kalanların,  sakin ve müsterih olmaları kabil değildir.

Ey birader! Nasıl oluyor da bu tehlikeli uçurum gibi yerde kalıyorsun? Ne için Cenab-ı Risaletmeab aleyhisselatüvesselam Efendimiz hazretlerinin emir buyurdukları nefsi terbiye etme ve Allah’ın (c.c) tecellilerini görme yoluna girmiyorsun?
Bu yola girersen Cenab-ı Vacibulvücudun hakkında; “Kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ana tarafımız olan rahmet (Peygamberlik veya Velilik) vermiş ve tarafımızdan,  gaybe dair bir ilim öğretmiştik” (Kehf/65) buyurmuş olduğu zatın nail olduğuna sen de nail olabilirsin. Senin gibi bir zata yakışan hal ve şan, böyle bir şerefli ülkeye ve yüce, azim bir mertebeye nail olabilmek için çalışmaktır.

Bu yönü de bilmelidir ki, bir sebeple meydana gelen her bir varlığın iki yüzü vardır. Biriyle sebebine, diğeri ile de onu yaratan Hak Teala Hazretlerine nazar edilir. Bütün insanlar, bilgin ve felsefecileri ile beraber sebepler yüzüne bakar. Ancak Enbiya,  Evliya ve Melaike-yi kiram aleyhimüsselam hazeratı gibi Ehlullah’ın muhakkikleri, sebepleri bilmekle beraber diğer bir yönüyle onu yaratana nazar ederler. Bunlardan bazıları (Kalbim bana Rabb’imden haber verdi) diyerek sebepler yüzü ile Hakk’a nazar etmiş ise de hakikaten kâmil olan diğer bir zat (Rabb’im bana haber verdi) buyurmuştur. Bizim nazarımızda varlığı,  gayrından meydana gelen her bir şey, hiçbir şey konumundadır.  Arifin herhalde Teala ve Tekaddes Hazretlerinden başka döneceği, dayanacağı, sığınacağı bir varlık yoktur.

Şurası da bilinmelidir ki; İlahi vech olan (Allah) (c.c) şerefli ismi,  (Rab), (Kadir), (Şekur) gibi bütün İlahi isimleri kendinde toplar. Bu şerefli isim, sıfatını kendinde toplayan zat gibidir. Buna binaen O’nun (c.c) tecellilerini görme anında uyanıklılık ve kavrayış üzere bulunmak lazımdır. Bütün İlahi isimleri kendinde topladığı,  cihetle onun müşahedesi asla mümkün değildir. O’na (c.c) yönelme ve yalvarma esnasında,  kendisi ile münacat edilen ile o münacatın veya müşahedenin gerektirdiği makama bakmalıdır. İlahi isimlerden hangi isim o makama bakıyorsa, sana hitap eden veya görüp seyrettiğin o İlahi isimdir.  (Şekilde değişiklik) tabiri de bu hale işarettir.  Mesela,  denize düşmüş bir insanın (Ya Allah) demesi, (Ya Gıyas) veya (Ya Münci) ve (Ya Münkız) manalarında olduğu gibi,  hasta olan bir kimsenin de (Ya Allah) demesi, (Ya Şafi) veya (Ya Muafi) gibi uygun bir manaya karşılık gelir.  (Şekilde değişiklik) tabiri ise İmam Müslim Hazretlerinin sahihinde rivayet edilen hadis-i şerife işarettir. Adı geçen imamın rivayetiyle sabit olduğu üzere, Hak Teala Hazretleri kıyamet gününde bazı kimselere tecelli eyleyince onlar tarafından inkar ve istiaze olunacak ve İlahi tecelli kendilerinin bildikleri şekle dönüşünce ikrar ve itiraf edilecektir. İşte burada müşahede, münacaat ve İlahi hitapların manası budur.

Akıllı insan, ilimler arasında, ancak, nefsini kemale erdirecek ve herhangi âleme gidecek olursa kendiyle beraber gelecek olan bir ilmi seçip istemelidir. Bu ise ancak Allah (c. c) ‘ı bilmektir.  Mesela, tıp ilmini bilecek olursan bu ilmin kullanılışı hastalıklara muhtaç olduğundan, bunların olmadığı bir âleme geçince bu ilim ile kimi tedavi edeceksin? Mühendislik de böyledir. Zira bunun da kullanılışı ölçmeye bağlıdır. Ölçmeyi bırakıp gideceğin anda bu ilmi de orada bırakacaksın. İnsanın, ahiret âlemine intikal ederken terk edeceği her bir ilim böyledir. Bunlardan, gerekli ihtiyaçları temin edecek miktar ile yetinmeli ve hangi âleme intikal eder isen seninle gelebilecek ilmin tahsiline ve tamamlanmasına çalışmalıdır.
Bu da iki özel ilimdir. Biri, Allah’ı (c.c) bilmek, diğeri de ahiret âleminin makam ve menzillerini öğrenmektir. Bunları bilen, ahiret âleminde bulunduğu zaman, kendi evinde bulunuyormuş gibi gezip dolaşacak ve İlahi tecelli zamanında (Senden Allah’a (c.c) sığınırız, Sen bizim Rabbimiz değilsin) diyenlerden olmayacaktır.
Bu cehalet, ne büyük bir hasret ve pişmanlıktır!  Akıllı olan zat,  emredilen yol üzerine riyazat, mücahede ve halvet ile bu iki ilmin açığa çıkmasına himmet sarf etmelidir.

Halvet ile şartlarını, menzil ve makamlarını sırası ile zikretmek istiyordum.  Lakin buna (vakt) mani oldu. Vaktten maksadım ise (kötü bilginler) denilen kimselerdir ki bunlar; taassup, riyaset ve makam sevgisi bağları ile bağlanmış bulunduklarından, Hak ve hakikate boyun eğmiş, teslim olmuş, inanmış, anlamış olmayanlar ve bilmediklerini inkar edenlerdir.
Başarıyı veren Allah’(c.c)tır.

Tasavvuf, 1329, No. 6, sh. 2

Bodrum - 08.04.2003
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail