Üniversitede okuduğum yıllarda,
bilgisayar kursuna gitmeye karar vermiştim. Düşüncemi
gerçekleştirip, bütçeme uygun bulduğum bir kursa kaydoldum.
Fakat, okuldaki derslerimin ağırlığı dolayısıyla, kursu düzenli
takip edemiyordum. Bu yüzden, pek çok ders notum eksikti.
Sınavlara az kala çalışmak amacıyla, birkaç arkadaştan fotokopi
için notlarını istediysem de, sürenin azlığından dolayı, kimse
vermedi. Derslere fazla katılmadığım için de, sınıfta
bulunanları pek tanımıyordum.
Ne yapacağımı düşünürken, arka
sıralarda şimdiye kadar görmediğim gariplikte fiziği olan genç
bir kızı fark ettim. Çok kısa boylu, sırtı kambur, yüzünde
lekeler bulunan ürpertici görünümlü biriydi. Yanına gidip selam
verdim. Şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı. Durumumu ona izah edip
kendimi tanıttım.
Gülümseyerek, biraz da çekingen;
-“Seni tanıyorum ben. Sen beni fark
etmesen de, ben seni fark ettim” dedi .
Fazla sohbet etmeden, notlarını bana
verebileceğini söyledi. Teşekkür edip defteri aldım. Daha
sonra deftere göz attığımda, ilk sayfada bir dörtlük dikkatimi
çekti.
Söyle yazmıştı defterine garip kız:
”Doğumum
hammallıktır anama,
Yaşamım ise
bana,
Ölümüm bile hammallık olacak,
Cenaze
alayına...”
Elimde olmadan gözlerim doldu. Böyle
bir şeyi hiç beklemiyordum. Bir kart hazırladım. Kendimce,
içinde umut olan bir şeyler yazdım. Sonra da, defterin ara
sayfalarından birine gizlice yerleştirdim
Ertesi günlerde ona yakın olmaya
çalıştım. Ortanın altında maddi imkânı olan bir ailenin kızıydı.
İş bulabilmek için kursa kaydolmuştu. Bazı arkadaşların ona
bakıp ardından dedikodusunu yaptıklarını, bu yüzden ders
aralarında dışarı çıkmadığını söyledi. Harika bir gözlemciydi,
oldukça da zekiydi. Ama, fiziksel özelliğine takılmıştı. Kendi
suçu olmayan engellerinden dolayı kendini aşağılıyordu.
Oysa, kişinin kendisini ciddiye
alması, hayatı ciddiye almasıdır. Hayatın anlamını kavrayamayan
ve ona anlam veremeyen; “anlamsız” bir hayatı nasıl ciddiye
alsın? Düşleri, hülyaları, umutları ve duaları da ciddiye
alınmayı hak eder, aşağılanmayı değil. Onun için hayatın anlamı,
güzellikti. Ve tüm rüyaları da bunun üzerine sıralanmıştı.
Hayaller kuruyordu, bir gün zengin olunca estetik yaptıracaktı.
Kimse ona artık iğrenerek bakmayacaktı.
Kurs bittikten sonra onunla bir daha
görüşemedim. Ama, yazdığı dörtlük, hep aklımda kaldı. Ne yazık
ki bizler, kendimizden farklı olan herkese karşı, hoş olmayan
bir tavır sergiliyoruz. Fiziksel bazı üstünlüklerimiz sanki
bizim elimizdeymiş gibi davranıyor, buna sahip olmayanları
aşağılıyoruz.
“İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini
koyan kim?
Ne çok putumuz var Allah’ım! Tevbe
edip onları bir bir yıktığımız anlarda, yenilerini yeşerten bir
şeyler var içimizde.Yetmedi mi artık Nemrud’un ateşine odun
taşıdığımız, oysa muradımız o ateşi güçlendirmek değildi hani?..
Hani İbrahim’in ateşine su taşıyacaktık? O zaman yüz akıyla
“İnsanım”diyebilecektik!..
Fiziksel özelliklere öyle takıldık
ki, ahlaki güzellikleri arka sıralara koyduk. Sahabe dönemini
düşünüyorum. Çirkince bir adam olan Ebu Zer’in aldığı
müjdeleri...Ya kara-kuru Bilal? Çarpık bacaklı Selman, yaşlı ve
çirkince olan Sevde, ya da çocukken Firavun’un sarayında
geçirdiği bir kazada peltek kalan Hz. Musa...
Onlar, bu dönemde içimizde yaşaydı,
yüzlerine bakıp alay mı ederdik?
Her biri övülen, cennetlerle
müjdelenen sahabe ve Allah dostu Evliyalar, acaba şekil olarak
mükemmel miydiler? Hiç sanmam. Kendi toplumları içerisinde
fiziksel kusurlarıyla aşağılanmadan yaşayan bu insanlar,
Kuran’ın önce Takva şuurunu benimsemiş müminlerdi.
Sadece kafası Müslüman olmuş bir
birey değil, eli, ayağı dili, dudağı, gözü kulağı, yani tüm
varlığı Allah'a teslim olmuş, yekpare bir mü'min olmalıyız.
Karşımızdaki diğer insanları tek yönden değil, farklı yönlerini
de hesaba katarak değerlendirmeliyiz.İşte o zaman, Kuran’ın
süzgecinden damıtılmış, rafine mümin olmayı becerebiliriz
sanıyorum.
Ne çok gönüller yıktık Rabbim!
İçimizdeki putlar için. Oysa gönüller muhabbetin kaynağı
idi.Senin evindi.Kendi suçları olmayan bir görünümden dolayı
attığımız o delici bakışlar, ne çok gönlü ezdi. Muhabbet
kaynaklarını kuruttuk, bir tel saç, bir güzel göz için. Sanki
onlar olmaz ise kişi senin dostun olmazmış gibi. Affet Allah’ım
suçumuzu. Şimdi birkaç dakikalığına alıp gitsen övündüğümüz
bunca üstünlüğümüzü, yüz üstü secdelerde gözyaşlarıyla tevbeye
koşacağız.
Oysa mektup zarfı sanki
bedenlerimiz.Ulaşması gereken yere varana dek, içindeki ak ya
da kara ameli saklayan birer zarf. Hedefe ulaştığı anda yok
olacak.Çürümeye mahkum kıyamadığımız cildimiz, güzel diye
iltifatlar aldığımız gözlerimiz, içlerinde böceklerin
yuvalandığı birer oyuk olmaya mecbur.Önemli olan, zarfın
içindeki mektubu ne kadar içtenlikle yazdığımız.”Allah sizin
suretlerinize bakmaz “der Kuran. Takvamıza ve niyetlerimize
bakar. Hz. Ebu Bekir’e sorarlar “Ölümü nasıl bilirsin ?” diye.
Cevap olarak
Der ki “Sanki
gözlerimi kapadığımda bir daha açamayacakmış gibi yakın, ya da
açtığımda yeniden kapamayacak kadar hemen yanı başımda
hissederim”
Yunus Emre’nin meşhur şiirinde
dediği gibi
“Kani
ol şirin sözlüler, kani ol güneş yüzlüler
Şöyle kaybolmuş bunlar, hiç belirmez nişanları”
Dünyalar güzeli pek çok insan, güçlü
kuvvetli nice yiğitler toprak altında, bunları nasıl
kullandıklarıyla hesaba çekilmekte. Avuç dolusu paralar
harcayarak ciltlerimize aldığımız kremler, gece namazına kendini
alıştırmış bir insanın yüzündeki ışıltıyı vermekten ne kadar
uzak!
Kuran; Firavun’un güzelliğini
anlatmaz, Musa’nın peltekliğini umursamaz, Nuh’un boyunu,
İbrahim’in kara kuruluğunu, Hacer’in esmerliğini anlatmaz. Örnek
şahsiyetler olarak en son kitapta kıyamete kadar gelecek
ümmete, ibret olan bu şahsiyetler, zarflarından soyulmuş mektup
kağıtlarıdır.
“İnsanlar madenler gibidir”
der, Resul. Fiziksel olarak sahip olduğumuz bazı eksiklikler,
içimizde taşıdığımız yetenekleri işlememenizi
gerektirmez.İçimizdeki cevher, bizi insan yapan değerlere
ulaştırır.İnsan benzeri olan çoktur, insan olabilmek “Oku”ya
bilmek demektir. Kuran’da “Onların kalıpları ve konuşmaları
güzeldir. Fakat onlar tıpkı elbise giydirilmiş kütükler gibidir”
benzetmesi vardır. Bu benzetme, özbenliğinde “Oku”ma vasfını
kaybetmiş, yalnızca görünümleriyle beğenilen kişiler içindir.
Kardeşler;
Bilerek yahut bilmeyerek etrafımızda sadece fiziksel
rahatsızlıklarından dolayı incittiğimiz insanlar var ise, bilin
ki Kabe’yi mancınıklarla yıkan Haccac dan farkımız yok.Gönül
Kabelerini İsmail gibi mamur edelim.Zira, ölüm yakın ve Resul “Allah’tan
kendinizi satın alınız” buyuruyor. Öyleyse kendi
kapasitemizce bir şeyler yapalım. Birilerinde var olan
üstünlüklerin aynı bizlerde olmayabilir. O halde kendimizdekini
keşfedelim. Onunla Rıza-ı İlahi’yi arayalım.
Rabbim!
Kahrından lütfuna sığınıyoruz
Celalinden cemaline sığınıyoruz
Senden yine sana sığınıyoruz
Kuran’ı tüm hücrelerimizle idrak etmeyi
Yaşadığımız sürece sana en güzel mektupları yazmayı nasip et
bizlere.
Sev bizi Allah’ım, Sevdir bizi,
Sevindir bizi...
(Amin)
Arzum Gürel
arzum_gurel@mynet.com
Yozgat
- 03.02.2004
http://gulizk.com
|