Mürşidin Tekliği Meselesi

İrşad noktasında tek bir yol göstericiyi benimseme anlamında Mürşidin Tekliği meselesi beni sürekli düşündürmüştür.Malumunuz vechiyle Tasavvufta Mürşide kayıtsız şartsız teslim olma üzerinde önemle durulur ve Mürşide fani olma anlamında Fenafişşeyh ıstılahı getirilir.

Meseleyle alakalı en orijinal tespitlerden biri Bediüzzaman’ındır. Mesneviyi Nuriye isimli eserinde şöyle anlatır:

“Eski Said döneminde, daha ziyade akli ve felsefi ilimlerle hareket ettiğim için hakikatlerin hakikatlerine (mutlak gerçekliğe) ulaşmak için Tarikat ve Hakikat ehli gibi bir meslek aradım. Çoğu Tarikat ehli gibi sadece kalben harekete kanaat edemedim. Çünki aklım ve fikrim felsefenin hikmetiyle bir derece yaralıydı, tedavi gerekiyordu. Sonra hem kalben, hem aklen Hakikate giden bazı büyük Hakikat ehlinin arkasında gitmek istedim.Baktım ki onların her biri apayrı cezp edici bir etkiye sahipler. Hangisinin arkasında gideceğime karar veremedim. İmamı Rabbani de bana gaybi lisanla “Tevhidi Kıble ET” dedi. Yani sadece tek bir üstadın arkasından git.O çok yaralı eski Saidin kalbine geldi ki hakiki üstad Kur’an’dır. Kıblenin Birlenmesi ancak bu üstadla olabilir düşüncesiyle sadece o kudsi üstadın irşadıyla hem kalbim, hem ruhum gayet garip bir tarzda süluka başladılar. Bu süreçte gözüm kapalı olarak değil, bilakis İmamı Rabbani, İmamı Gazali,Mevlana Celaleddin gibi kalb, ruh ve akıl gözlerim açık olarak gezebilmeyi başardım. Böylelikle de Kur’an’ın dersiyle ve irşadıyla her şeyde hakikate açılan bir yol keşfettim.”

Hazret burada, hakikate ulaşmada kimin rehber edilmesi gerektiği noktasında tereddütte kalanlara, hepsinin kaynağı olarak İlahi Kelamı referans göstermesi oldukça manidardır. Mürşidin Tekliği Meselesi irşad sisteminin işleyişi düşündüğüm ve içinden kolay kolay çıkamadığım müşkül noktalardan biri olmuştur.Gerçekten, Sahabeden günümüze önde gelen bütün mana büyüklerimiz apayrı bir değere,etkiye ve güzelliğe sahiptirler. Acaba diyorum Şahı Velayet Hazreti Ali Efendimiz olmasaydı ilim şehrinin kapısını keşfedip içerisine girebilir miydik? Hazreti Gavsı Azam Geylani olmasaydı Himmetin ve Tasarrufun sürekliliğini sezinleyebilir miydik? Şeyhül Ekber İbni Arabi olmasaydı vahdet ilminin özünü ve ruhunu özümseyebilir miydik? Sultanul Aşıkiyn Hazreti Mevlana olmasaydı Aşkın yüceliğini ve sonsuzluğunu müşahede edebilir miydik? Bediüzzaman Hazretleri olmasaydı insanı sürekli yeniye, ileriye ve bilmediklerine açık hale getiren iman nurunu eserleri vasıtasıyla kana kana içebilir miydik? Tecdid Misyonunu yürütmekte olan Üstad Ahmed Hulusi ve eserleri olmasaydı Sünnetullah denilen Evrensel Sistem Ve Düzeni ve işleyiş mekanizmasını günümüz ve gelecek nesillere en kapsamlı ve ayrıntılı düzeyde ve modern verilerle izah edebilir miydik? Hepsinden de öte, isimlerini zikrettiğimiz ve edemeyeceğimiz diğer bütün zevatın beslendikleri kaynak olan Şemsi Risalet, Hakikat Güneşi Fahri Kainat (s.a.v) Efendimiz olmasaydı her şeye sirayet etmiş olan Muhammedi Nurun kokusunu acaba alabilecek miydik? Kesinlikle hayır. Allah cümlesinden razı olsun (Radıyallahu Aleyhim Ecmaiyn).

Farklı feyiz ve tesirlere sahip bunca cazibe merkezlerimiz varken acaba hangisini benimsemeliyiz sualinin cevabını “hepsini” olarak verebiliriz.Evet, bir arının değişik renk ve kokudaki çiçekleri dolaşarak çiçeklerin özlerini özümsemesi ve bala dönüştürmesi örneğinde olduğu gibi hepsinden de ayrı ayrı istifade edebiliriz. Hepsi de kendilerine has bir üslup ve şifreyle eserleri vasıtasıyla her an bizimle birlikteler diyebiliriz. Yeter ki eserlerinde yoğunlaşabilelim.Örneğin, meseleyle alakalı Bediüzzaman, eserlerinin hususiyetleriyle alakalı olarak yaptığı tespitler içerisinde şu tespiti dikkat çekicidir:

“Eserlerimizden herhangi birini açıp okuyan biri, bizimle değil, Kur’anı Kerimin hadimi (hizmetkarı) olan Üstadıyla görüşmüş olacaktır”. Burada Üstad olarak ifade edilen Zat, Şahı Merdan Hz. Ali Efendimizdir. Bediüzzaman bu beyanıyla, edindiği Hakikat ilminin Nurunu, Hakikat Boyutunun temsilcisi Hazreti Ali Efendimizden manevi bir kanalla aldığını ve yansıttığını belirtmek istemektedir.Keza Üstad Ahmed Hulusi’nin İlahi öğretisinin temeli de yine Hazreti Ali Efendimizin Hakikatin sırrı oluşudur (B Sırrı). Mürşidin Tekliğiyle alakalı orijinal bir tespiti de günümüz düşünürlerinden Burhan Yılmaz yapar:

“Batıni gelenekler hakkında sık sorulan bir soru da şudur: Niçin varlığın tekliğinden ve tek olan Allah’tan bahsedildiği halde tek bir Mürşidin ekolüne uymak zorunludur ve bunun dışında varlığın birliğine götüren aynı değerdeki diğer tüm ekoller dışlanır? Ve salikler niçin aynı anda birkaç yolu takip etmemeleri konusunda uyarılırlar? Morfik Rezonans tezinin ışığında geleneksel uygulamalarda bu safiyetin neden gerektiği açıktır:

Şayet dolaysız yoldan deneyime giriş, mistik deneyimlere ve rezonans prensiplerine dayanıyorsa (örneğin Esma zikri çalışması rezonans prensiplerine dayanır), farklı yolların sentezi, mevcut olan kanallara nüfuz etmeyi engeller ve adeta imkansız hale getirir.”

Bütün Batıni geleneklerde bulunan rü’yet, rüya veya ilham tarzı algılayışlar (vizyon) geçmiş olaylarla rezonansa (iletişime) ani giriş olarak da anlaşılabilir. Bu da alışılmadık ve evrensel fenomenler olan vizyonların niçin daima takip edilen geleneğin mecaz, görüntü ve şekillerine uygun olarak açığa çıktığını açıklar.”

“ Manevi ozmoz” olarak da adlandırılan ve batılılar tarafından kabullenilmesi çok zor olan kendini Şeyhin varlığında yok etmek (fenafişşeyh) belki de sadece Mürşidin alıcı mekanizmasına bağlanmak suretiyle Müridin rezonansa (manevi iletişime) dolaysız girişinin kolaylaştırılmasıdır.Bu, Sufizmde söylenen,- binlerce adımlık yol Mürşidle bir adımda alınır- sözünde bahsedilen kısa yol olabilir.

Burada sayın Yılmaz kanaatimce, düşünce frekanslarının karışabileceği fikrinden hareketle manevi olgunlaşma yolunda ilerleyen kişinin, vahdet hakikatine ulaştıran tek bir düşünce sistemine kanalize olup o noktada yoğunlaşmasını bilimsel terimler yardımıyla açıklamaya çalışmış.Yine O’na göre, şayet bir insan belli bir grubun bilgi ve deneyimlerini paylaşmak istiyorsa, morfik alanda bu grubun akımlarıyla (düşünce frekanslarıyla) etkileşime girmelidir.Uygulamalar geleneksel formlarına ne denli sadık kalınarak yapılırsa kişi bunlardan o denli fayda sağlayacaktır.

Mürid için ilk olarak merkez Mürşiddir. Mürid, manyetik tesirleri Mürşidden alır. Bu noktada kendini Mürşide teslim eder.Tamamıyla o kaynaktan beslenir.İleriki aşamalarda ise Mürid, kozmik tesirleri direkt olarak kozmik alemlerden bizzat kendisi almaya başlar. Böylelikle, Mürid Mürşid ilişkisi sona erer. Dolayısıyla Mürşid, kişinin hakikate ermesinde bir vesile ve bir köprüdür.Araçtır.Amaç değildir.Bu nedenle, şahıs merkezli din anlayışı yerine Allah merkezli din anlayışlı getirilmiştir.Bir insanın direkt olarak Güneşe muhatap olması imkansızdır.Bir ayna vasıtasıyla yansıyan ışınlarına muhatap olup o ışınlar vasıtasıyla güneşle iletişime geçebilir. Bu örnekte olduğu gibi Mürşid ayna görevi görmektedir. Hakikat güneşinden gelen tecellileri Müride yansıtır. Gerçek Mürşid dosttur. Seni dostluk kavramından dahi arındırabilendir.Yani gerçekte kimseye muhtaç olmadığını ve kendi özündeki hakikate ulaşabilmenin en büyük kazanım ve zenginlik olduğu noktasında seni bilinçlendiren unsurdur.

Bu şuur seviyesiyle birlikte fert olarak artık şeriat boyutunun da ötesinde bir hakikatin sahibi marifet ehli olmuştur.Gelişmemiş şartlara bağlı olarak ilerleyenler için şeriat boyutu geçerlidir.Alt bilinçle üst bilinç arasındaki ahengi sağlayamayanlar için bu süreç devam edecektir.Bu aşamayı geçen kişi için artık şeriatın şartlandırmaları değil, bilgi ön plandadır.

Gerçekte tüm Mürşidler aynı ilmi öğretmeye çalışırlar, ama aralarında kabiliyet farkı vardır. Esas itibariyle hepsi aynı dersi veren birer öğreticidir.Mürşidin bir adı da Hızır’dır. Hızır, Mürşidin bedeni, İlyas ise ruhudur.Bunlar da Rahimiyet ve Rahmaniyet yani Muhammed ve Ali’ye delalet eder.Hıdrellez dediğimiz de bu ikisinin birleşme noktasıdır.

İnsan için Allah’a dost olmak tek çaredir. Allah sevgilidir ve kendini bildirmek için uyarıcılar göndermiştir. Bu seçkinlerin yaptığı da insanlara kendi sır kapılarını açacak bir anahtar ve maymuncuk vermektir.Herkes kendi kapısını kendi açacak ve içindeki hazineyi bizzat kendi bulacaktır.Hiç kimse dışarıda bir şey aramamalıdır.Esas Hazret, görünmeyen Hazrettir. Diğerleri ise Allah’ın seçilmiş ve görevlendirilmiş kullarıdır. Gerçekte Mürşid, Raşid olan Allah’dır. Kullarını dilediği suretle irşad eder. Hattızatında Mürşid, Ali sırrına erendir.Hazreti Ali’ye bu ismin verilmesi, mertebesinin boyutsal derinliği ve erişilmez yüksekliğidir. Hazreti Ali akıl mertebeleri açısından çok yüksek makamlara ulaştığı için Allah Rasulü ile ruh ve beden gibi olmuş ve bu sebeple de “ETİ ETİMDİR. KANI KANIMDIR. CİSMİ CİSMİMDİR” hadisine mahzar olmuştur.Hakikat boyutunda Mürşid tektir. Mürşidler farklı görünümler arz etseler de suretlerinin içindeki Mürşid değişmeyecektir.

Velhasıl bütün bu tespitlerden sonra şu değerlendirmeyi yapabiliriz.Mürşid, hakiki manada aydınlatan demektir.İslamiyet’te ruhbanlık yoktur.Aracıya kesinlikle yer yoktur.Allah Rasulü dışında kimseye tabi olma zorunluluğu söz konusu değildir. Bununla birlikte istifade noktasında Rasulullah’ın varisleri konumundaki değerli zevatın eserlerinden faydalanabileceğimizi düşünüyorum. Müşterek noktaları tespit edebildikten ve o noktalarda buluşabildikten sonra düşünce frekanslarımızın karışmayacağına, bilakis uyuşacağına olan inancımız tamdır.

İstifade Edilen Kaynaklar:

Bediüzzaman (Mesneviyi Nuriye)
Burhan YILMAZ (Bilinmeyen Mevlana)
Lütfi FİLİZ( Noktanın Sonsuzluğu)

ahad103@hotmail.com
27
.06.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail