BİR EĞİTİMCİ OLARAK, gençlere, bilgi ve
tecrübelerimizi aktarabilmemiz için belli kurumların var olması
gerektiğinden şüphe etmiyorum. Bu kurumların bir yığın kural ve kanun
doğrultusunda idare edilmesi gerektiğine de söyleyecek sözüm yok.
Ancak bir insanın ömrünün en değerli yıllarını geçirdiği ‘eğitim
yuvaları’ndaki öğrenme süreci konusunda, bütün o kurallar ve kanunlar
manzumelerini ortaya koyup üzerlerinde derin derin düşünmemiz
gerektiğine inanıyorum.
Yaratıcı’nın biz insanoğluna bahşettiği en değerli hediye olan öğrenme
mekanizması ilgi ve merak duygusu eğitim yuvalarımızdan neredeyse kapı
dışarı edilmiş durumdadır. Eğitim ve öğretim adına milyonlarca çocuk
ve gencin düşünme güçleri ve üretkenlikleri yok olmaktadır. Çünkü
eğitim sistemimizin—felsefî temellerindeki çarpıklıklar bir
yana—bilimsel metodları, insan beyninin öğrenme gerçekleriyle taban
tabana bir ters duruş sergilemektedir. Beyin ve öğrenme gerçeklerine
ters bir şekilde sürdürülen eğitim de, eğitmemektedir.
BEYİN NASIL ÖĞRENİR?
Beynin nasıl öğrendiği konusunda son yirmi yıl içinde ilginç
gelişmeler oldu. Beyninin her iki lobundan biri alınan hastalar
üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar hızlı öğrenme ve hafıza eğitimi
metodlarında çığır açtı.
Bunca gelişmelere rağmen beyin, hâlâ insan vücudunun çalışması
hakkında en az şey bilinen organı olma özelliğini koruyor. Konunun
uzmanlarına göre bir çok kişi beyin potansiyelinin ancak % 4-8
arasındaki bir kısmını kullanıyor. Beyin gerçekleri, başarılı bir
eğitimin insanın öncelikle kendini tanıması ve keşfetmesine; nasıl
öğrendiğini öğrenmesine bağlı olduğunu gösteriyor. İnsan beyni
yaratılış itibariyle bir öğrenme programıyla yüklü olarak gelmektedir.
Ancak bu programın yanında ‘kullanıcı el kitabı’ mevcut değildir.
Zaman geçtikçe öğrenilen bilgi ve becerilerin modası geçmekte ve
kullanılmaz hâle gelmektedir. Modası geçmeyen ve hayat boyunca ihtiyaç
duyduğumuz ise ‘öğrenmenin öğretilmesidir.’
Bu gelişmeler ‘başarılı insan’ kavramında da değişikliğe yol açtı.
Günümüzün başarılı insanı beyninin her iki yarısını da etkili ve
dengeli bir şekilde kullanabilen ve gerektiğinde birinden diğerine
kolaylıkla geçebilen insan olarak değerlendiriliyor.. Beyin hücreleri
arasındaki bağlantıları gelişmemiş insanlar, beyinlerine ne kadar
bilgi yığmış olurlarsa olsunlar düşünce, muhakeme, akıl yürütme
becerileri gelişmemekte, bu yüzden de eğitilmiş sayılmamaktadır.
Beyin nasıl öğreniyor? Beynin öğrenme ile ilişkisi nedir? Şimdi
bunları ele alacağız.
HİPOKAMP VE ETKİLİ ÖĞRENME
İç içe üç bölüm hâlinde bulunan beynimizin orta beyin bölümünde yer
alan ‘hipokamp’ (hippocampus) ‘hafızanın merkezi’ durumundadır. Bu
merkez ‘beynin yazıcısı’ gibi faaliyet gösterir.
Beynin yazıcısını kendi isteğimizle çalıştırıp, istediğimiz bilgileri
kaydedebilir miyiz?
Hipokamp bölgesi bilgilerin kalıcı hafızaya geçip, geçmeyeceğine karar
veren merkezdir. Çeşitli şekillerle bize ulaşan bilgiler, verdiğimiz
önem derecesine göre kaydolmaktadır beyne. Merak ve ilgi duymadığımız,
önemsemediğimiz; kısacası duyguların hareketlenmediği olaylarda gelen
bilgiler düşük frekanslı elektrik sinyalleri şeklindedir. Sonuçta
zayıf sinaptik bağlar oluşur ve beyin ‘hardiskine’ (korteks) kayıt
işlemi gerçekleşmez. Çünkü böyle durumlarda ‘alıcılar’ (duygular)
harekete geçmemektedir. Duyguların uyandığı olaylarda ise hipokamp
hareketlenmekte ve ‘korteks’e kayıt işlemi tamamlanmaktadır.
Dış beyin kısmını teşkil eden korteks, beynin düşünen, konuşan, yazan,
yeni buluşlar yapan, merak eden, plân yapan, öğrenmenin, zekanın ve
hafızanın oluştuğu bölüm olup, sınırsız bir kapasiteye sahip
görünmektedir. Üzerindeki görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle
ve dış dünyayla sürekli iletişim halinde bulunur. Bu kapasiteyi
nöronlar arasında kurulan ilişkiler sağlamaktadır. Merak ve ilgi
eksenli bilgiler, duyguları uyandıran olaylar olduğundan orta
beyindeki hipokamp, giriş vizesi vermekte, bilgiler beyin korteksi
üzerine kaydedilmektedir.
İstatistikler, bir toplumda ancak %7-10’luk öğrenci kesiminin her şeye
karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Bunlar ek bir motivasyona ihtiyaç
duymadan ilgi ve meraklarının yüksekliği sebebiyle öğrenmeyi her
ortamda başarırlar. Bu durumda eğitimde temel kaygı ve hedef % 90’lık
büyük çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerinde düğümlenmektedir. Bu
yüzden aktif ve doğru eğitim modelleri, öğretmenin ‘iyi ders verme’ ve
‘iyi ders anlatmasından’ farklı bir durum ortaya koymakta; ‘iyi motive
etme ve merak ve ilgi uyandırmayı’ öne çıkarmaktadır.
Öğrencinin konuya ilgisinin çekilmediği, merakın uyandırılmadığı ve
konunun zevkli ve eğlenceli hâle getirilmediği öğretme süreçlerinin,
başarısız kalması hipokamp denilen beyin bölgesinin uyarılmamasıyla
ilgilidir. Üzerinde merak ve ilgi etiketi taşımayan bilginin beyne
girmek için gerekli vizeyi alması mümkün değildir. Bu yüzden de “merak
ilmin hocasıdır” denilmiştir. İnsanlar, yalnızca öğrenmeyi isterlerse
öğrenirler. Kendilerini, merak ve ilgilerini beslerlerse
geliştirebilirler. Enerji ve güçlerinin kaynağı kendileridir. Bir
bilgiyi şuurlu olarak istemeyen ve bulduğunu da şuurlu olarak
özümsemeyen ve kullanmayan kişi aslında öğrenmeyi başaramamış
demektir.
BEYİN LOBLARININ
ÖĞRENMEDEKİ YERİ
Birçok test sonucunda, beynin sol lobunun, konuşma, matematiksel
işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda çok üstün olduğu,
mantıklı ve doğrusal çalıştığı tespit edildi.
Araştırma sonuçları beynin sağ lobunda da, ritm, hayal kurma, renkler,
boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonların icra edildiğini ortaya
koymaktadır. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak
işlemekte, sağ lop ise artistik tarafı oluşturmakta, detaydan çok
resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi şekil ve hayal gücüyle
işlemektedir.
Sağ lobun duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu ve
fotoğrafik, yani bütünsel öğrendiği ortaya çıktı. Bu yüzden bilgiyi
sıra ile işleyen sol lobun aksine sağ lobun öğrenmede çok daha hızlı
ve etkili olduğu anlaşıldı. Ayrıca, insanın mucitlik ve üretkenlik
kısmı sağ lob fonksiyonları arasında yer almaktadır.
Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların
üretken düşünebilmesi sağ loplarını da geliştirmelerine bağlıdır
(gerekir). Öğrendikleri konuları ve formüllerden yeni şeyler
üretebilmeleri ancak beynin sağ lobunu işin içine katmaları ile
mümkündür.
Beynin her iki lobu birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Her
iki lob arasında yoğun sinir lifinden oluşan ‘korpus kallosum’ ağ
demeti bulunur. Bu ağ, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi
alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprüdür.
Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal
gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol
beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara,
ölçme, değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmaktadır.
Beyinlerinin bir yarısını diğerine göre daha iyi kullanan kişiler,
diğer boyutta çalışan yarıküre’nin yeteneklerine ihtiyaç duyduklarında
zorlanırlar ve başarısız olurlar.
Hızlı ve etkili öğrenmenin yolu beynin her iki lobunu birlikte ve
dengeli kullanmaktan geçiyor. Bir kuşun uçabilmesinin iki kanatla
mümkün olması gibi etkili öğrenme için beyin loblarının her ikisinin
dengeli gelişimine ihtiyaç vardır.
İki lobun birlikte kullanıldığı, birbirleriyle uyumun sağlandığı ve
işbirliği içinde çalışıldığı durumlarda kişisel yetenek ve etkinlikte
olağanüstü artış gözlenmektedir. Eğitimde beynin iki lobunun
kullanımı, beyin kapasitesinin iki kat değil, kat kat arttırmasına yol
açmaktadır.
Kitap okurken genelde her iki lob birlikte koordineli bir şekilde
çalışmak zorunda kaldığından kitap okumak beyin loblarının dengeli
gelişiminde en faydalı faaliyetlerdendir. Sol lobca takip edilen ve
kavranan sözel kavramlar, sağ lobla tasvir edilir, şekil, imge ve yeni
düşüncelere dönüştürülür, canlandırılır. Halbuki, televizyon izleme
sağ lobu genelde pasif durumda bırakmaktadır. Bu yüzden de beyin
gelişimine pozitif bir katkı sağlamamaktadır.
İnsanların yüzünü kolayca hatırlarken, ismini hatırlamada zorlanışımız
sağ lobun öğrenmede sol lobdan ne derece etkin olduğunu gösterir. “Bin
defa duymaktansa bir defa görmek yeğdir” Çin atasözü de bu gerçeğe
parmak basmaktadır. “Hafıza şekillerle, temsillerle çalışır ve bilgiyi
resimlerle işler” şeklinde ifade edilen hafıza gerçeği aslında sağ
lobun şekil, resim, hareket ve boyuta duyarlılığı; hayallerin ve
üretici düşüncenin merkezi olması vesilesiyle öğrenmede olağanüstü
etki ve fonksiyonuna işaret etmektedir.
Bazı insanlar okuduğu, gördüğü ve duyduğu bilgileri kolayca ve hemen
hatırlıyorlar. Bunlar ‘fotoğrafik hafızaya’ sahip insanlardır.
Fotoğrafik hafızaya sahip insanlar üzerinde yıllar süren bilimsel
araştırmalar yapılmıştır. Bunların en önemli özellikleri beynin her
iki lob fonksiyonlarını birlikte ve dengeli olarak kullanmalarıdır.
Ülkemizde bilgiyi aktarmaya dayanan ‘söyleme-anlatma,’ ‘öğretme’
metodundan ibaret kalan eğitim şekli beynin sol lobunun, diğer bir
deyişle beynin yarısının kullanıldığı eğitim tarzıdır. Hayal gücü,
renk, şekil, boyut, bütünsel kavrayış, hayal, duygular, eleştirel ve
yaratıcı düşünme gibi özelliklerine sahip sağ lob fonksiyonları yerine
getirilememektedir.
Boş bir kutu içine bir şeyler dolduruyor muşcasına süre giden sadece
sol loba hitap eden ezberci eğitimin, ne derece verimsiz kaldığını hep
birlikte görüyoruz.
Eğitimle ilgili toplumda yaygınlaşan çarpıcı ifadeler de aslında
özellikleri yeni anlaşılan beyin gerçeklerinin somutlaştırılmış
ifadeleri olmaktadır.
Anadolu Liseleri Sınavlarına veya üniversiteye hazırlayacağız diye
eğitim, tamamen ezberci ve tekrara dayanan sol beyin ağırlıklı bir
öğrenim yöntemine dönüştürülmüştür. Bu durum bir öğrenim ya da öğrenme
değil sadece kişilere verilen bilgilerin belleğe kayıt edilmesidir. Bu
kayıtlar ise inanılmaz bir hızla bellekten silinmektedir (ya da
öğrenciler bu kayıtlara ulaşamamaktadır).
BEYİN HÜCRELERİ ARASINDA
KURULAN BAĞLANTILAR
Gerçek öğrenme bir bakıma oluşan bilgi tabanlarının üzerine
alttakilerle bağlantılı yeni bilgiler inşa etmek demektir. Bu da ancak
beyin sinirlerinin ağ oluşturması ile sağlanmaktadır. Beyinde 10
milyarın üzerinde beyin hücresi vardır. Kurulan hafıza ilişkileri ve
zihinsel faaliyetlerin her biri bu hücreler arasında yeni bağlar
kurarak bir ağ tabakası oluşturmaktadır. Kurulan bağların sayısı ne
kadar fazla ise zihinsel potansiyelin gücü de o derece yüksektir.
Hücreler arası ağ tabakasındaki her ilave bağ,
hafıza-muhakeme-anlama-fikir yürütme gücünü kat kat artırmaktadır.
Bunun nasıl olduğunu kısaca anlatalım. Beyin hücresi şekil olarak
ahtapota benzer.. Ortada bulunan hücreden etrafa doğru küçük ipliksi
uzantılar yayılır. Dokunma, duyma ve görme gibi duyu organları
yardımıyla beyine gelen mesajlar veya hayal gücüyle beynin kendisinin
ürettiği düşünceler beyin hücreleri üzerindeki bu ipliksi kanallar
yardımıyla beynin içinde iletişim sağlarlar. Bu iletişim, bir bakıma
milyonlarca zincirleme kimyasal reaksiyonlardır ve beyin hücreleri
arasında yeni bağlar kurulması olayıdır.
Bu tip bağlanmayı sağlayan düşünceler yeni bilgiyle daha önceden
bilinen bilgiler arasında şuurlu veya şuursuz olarak ilişki kuran
zihinsel faaliyetlerdir.
Orta beyindeki hipokamp, özellikle duygusal boyutlu; bizi ciddi
etkileyen olaylarda beyin hücreleri arasında kalıcı ve sağlam bağlar
kurmasını sağlar. Gelen bilgiler, şayet hipokampı uyaracak nitelikte
ise, diğer bir deyişle duygu eksenli ve merak odaklı ise; beyin
kapısından içeri girmeye “izin” verilir.
Eskiden insanlar şimdiki gibi, telefon bağlantılarına sahip
olmadığından haberleşme zayıftı. Birbirinden bağımsız durumdaydılar.
Şimdi ise iletişim araçları sayesinde tüm dünya adeta bir köy hâline
gelmiş bulunuyor. Beyin hücrelerinin başlangıç hâlini, birbiri ile
iletişimi kopuk eski çağlardaki insanlarının vaziyetine
benzetebiliriz. Başlangıçta beyindeki nöronlar arasında da çok fazla
bağlantı yoktur.
Beyin yeni öğrendiğimiz bir bilgiyi yeni sinirsel bağlantılar
oluşturarak “kullanışlı ve bilimsel düşünce” hâline getirir. Yani daha
önce öğrenilen bilgilerle ilişkilendirir. Kurulan hafıza ilişkileri ve
zihinsel faaliyetlerin her biri bu hücreler arasında yeni bağlar
kurarak bir ağ tabakası oluşturmaktadır. Kurulan bağların sayısı ne
kadar fazla ise zihinsel potansiyelin gücü de o derece yüksektir.
Beyin, korteksi düşünen ve düşündükçe de sinirsel ağlar oluşturan bir
yapıya sahiptir. Bu da, insan biyobilgisayarının diğer
bilgisayarlardan ayıran bir temel özelliğini teşkil eder.
Beyinde 12 adet beyin hücresinin birbiriyle bağlanma alternatiflerinin
sayısı bir permütasyon hesabıdır. Bu hesabın sonucunda olağanüstü
büyük bir rakamla karşılaşıyoruz: 479,001,600. Beyin hücresi sayısını
sadece bir artırdığımızı yani 13 yaptığımızı düşünelim. Ortaya çıkan
sayı şimdi çok daha büyük: 6,227,020,800.
Milyarlarca beyin hücresi olduğuna göre sonucun büyüklüğünün
rakamlarla ifadesi mümkün değil. Hücreler arası ağ tabakasındaki her
ilave bağ, hafıza-muhakeme-anlama-fikir yürütme gücünü kat kat
artırmaktadır.
Bir bilgisayar alıp, ona bazı programlar yükleyerek kullanabilirsiniz.
Ancak bilgisayarınızın donanımını, kapasitesini ve elektronik
devrelerini programlar yardımıyla değiştiremezsiniz. Halbuki sahip
olduğumuz biyobilgisayar yaradılış itibariyle öyle programlanmıştır
ki, programı iyi kullandığınız sürece yeni devreler oluşmakta ve kendi
kendini geliştirmektedir. Kendinizi yormadan kolayca hatırladığınız
bilgiler hücreler arası sağlam ve kalıcı bağlar sonucu ortaya çıkar.
Şu halde hızlı öğrenme ve kalıcı bir hafıza gücüne sahip olmanın
üçüncü önemli adımı, düşünme tarzının, beyin hücreleri arasındaki
bağların artması ve güçlendirilmesi ile ilgili olmaktadır.
EĞİTİM NEDEN EĞİTMİYOR?
Mevcut eğitim, nedenini sorgulamadan söyleme-konuşma yoluyla
“doğruları aktarma” temeline dayanmaktadır. Bu eğitim sürecinde
öğrenci yüklenilen bilgileri daha önceki bilgilerle
ilişkilendirilmemekte “muhakeme-akıl yürütme-yorumlama vb.. zihnî
boyuttan uzak bir şekilde sadece hafızaya yığmaktadır. Bu yüzden bu
süreçte beynin “sağ lobu” öğrenmeye dahil olmadığı gibi, yeni “sinir
bağı” oluşumu da söz konusu olmamaktadır.
İşte bu yüzden her türlü “tekrar” ve “bilgiyi aktarma” işlemleri ve de
öğretme çabalarının beynin düşünce yapısının oluşumuna (ağ
tabakalarının gelişimine) katkısı olmamaktadır. Bu gerçek ışığında
ülkemizde uygulanan ezberci eğitim sisteminin “eğitsel hedeflerine”
neden ulaşmadığını, insanların neden düşünmeyi öğrenemediği ve
yetkililerin ve topyekûn insanımızın, problemler karşısında neden aciz
kaldığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Kur’an’da “faydası olmayan bilginin peşine düşme” (İsra, 36) ayeti
pratiğe dönüşmeyen “kuru bilgiye” karşı insanı dikkatli olmaya
çağırır. Hz. Peygamberin “faydası olmayan ilimden Allahım sana
sığınırım” duası da konumuz açısından ilgi çekicidir. Kur’an-ı
Kerim’de yer alan “kitap yüklü merkep” ibaresi habire bilgi yüklemeye
çalışan ve öğrencileri bilgi hamalı olmaktan öte bir meziyet
kazandıramayan eğitim yapımızla uyuşması ilginçtir.
Beynin öğrenme mekanizmasını ve gücünü harekete geçiren aktif eğitim
modellerinden birisi “senaryo temelli-proje destekli” eğitimdir.
Dersler “temsiller” hâlinde sunulunca, yani anlamlı senaryolarla
birleştirildiğinde dersler, sınıfların “sun’i duvarları” arasına
“hapsolmaktan” kurtularak “gerçek hayatla” birleşmekte, yaparak ve
yaşayarak “gerçek öğrenme” ortaya çıkmaktadır. Hafıza merkezi hipokamp
gibi beyin sağ lobu da öğrenme faaliyetine dahil olduğundan verim
olağanüstü yükselmektedir.
Dileğimiz, yaratılışa ve eğitim gerçeklerine ters bir şekilde
sürdürülen eğitimin sorgulanarak bir an evvel beyin gerçeklerine
riayet eden aktif eğitim modellerinin hayata geçirilmesidir.
http://www.zaferdergisi.com/makale.asp?makale=998 ‘den alınmıştır.
Osman Çakmak
osmancakmak@zaferdergisi.com