Kendimizi ne kadar biliyoruz

Aradığının ne olduğunu bilmeden aramak olmaz. Aransa da neticeye varılmaz, boşuna olur. İnsanda şirk arınması kolay değildir. Şirke düşen şirkte olduğunu bilmez. Şirkte olduğunu bilmesi için, kendisine ilim verilmesi ya da  dışarıdan bir yardım gerekir. Bunun için de yardım edilen kişinin özü alacağı yardıma  müsait olması gerekir. Müsait değilse aldığı yardımın bile farkına varamaz. En etkili yardım edici dahi ona yardım edemez “yalnızca hidayet edici allahtır”ayeti hükmü gereği bu böyle vuku buluyor.

Bu balığın suda yaşayıp farkında olmadığı gibi bir şey. Balık bazen sıçrar karaya fırlar. Onu alıp suya koymak istersin ama o yakalanmak istemez kaçar. Kaçma gücü azalır  zorla yakalarsın suya atarsın. Bazıları ısırır yakalanmaz. Bilse ki suya girecek niye kaçsın. Onun kaçması can emniyetinden. Kendini güvende olarak hissedemeyişinden. Güvende hissetse kesinlikle yerinden ayrılmak istemez.

Bazen öyle olur ki  güvende hissettiği hal bireyin  en güvensiz halidir. Kişi bu durumda bunu fark edemez. Onu bu durumdan dışarıda daha tecrübeli biri atlatır. “Kendinize Salih kişilerden dost seçin” hadisi şerifiyle resulullah konuya işaret etmiştir.  Zira irşat ve feyiz kutupları böyle bir durumda oraya yönelir. Hidayet vasıl olur. Bireyin kendindeki öz varlığı harekete geçer. Özündeki cevher ortaya çıkar. İnsanların çoğu delalet ehli ise hidayet gerçekleşemez şekavet gerçekleşir. Allah nasıl her mekan için varlıklar yarattı ise burada da o gerçekleşir.

İlim diye ilmi ezberlemek insana alışkanlık melekesi oluşturduğundan. İlmi hayatımızda uygulamak ne kadar mümkün oluyor. Bazen boş bulunup bildiğimiz halde uygulamıyoruz.Tasavvufla iştigal eden birey olmasına rağmen felsefeci olmasına rağmen söylenen ile uygulanan aynı olmuyor. Alim oluyoruz ama bizdeki ilmi kullanmayı bilemiyoruz.dönüp baktığımızda bu konuda epey birikim olmasına rağmen ilim kullanma sanatı ayrı bir marifet istiyor. Bu konuda Üstad Ahmed Hulusi’ nin bir eserinde açıkladığı ŞARTLANMA ile ilgili  ilginc yazısını inceleyelim:

“Şartlanma nedir, ne değildir... Önce bunu belirlemek gerekir...
İnsan beyni doğuştan her türlü bilgiye açıktır... Tıpkı boş bir teyp bandı gibi...
Sonra ilk veriler bu banda kaydolmaya başlar...
Bir şeye dokunur, annesi "cıs sıcak" der; ve o bilir ki, beynine ulaşan o impalsın adı sıcaktır !..
Sonra benzeri bir dalga beyne ulaşınca beyin hemen hükmü yerleştirir: "sıcak" !.. Sonra soğuk... sonra sert... sonra iyi... sonra kötü... sonra daha komplike veriler ve nihayet bu proglamlama istikametinde oluşmuş bir beyin!..
Eğer, araştırma, düşünme, değerlendirme devreleri bu beyinde faaliyete geçmemiş ise; artık o kişi tamamıyla şartlanmalarıyla ve güdüsel dürtüleriyle yaşayan; sanki toplumun programlamış olduğu bir robot olarak geçer gider bu DünyaNIZdan !..
Fakat, bundan daha mühim bir husus var... "İnsan" adını almış bulunan varlığın ne olduğunu bilmeden, onun hangi şartlar altında ve nasıl şartlandığını bilebilmek mümkün değildir ki !..
Onun için isterseniz önce "insan" denilen varlığın gerçek yapısı üzerine eğilelim ve ondan sonra onun şartlanmalarının nasıl meydana geldiği üzerinde duralım...
Zira, dinlediğinde ilk anda sana ters gibi gelen her nokta, açıklandığında görürsün ki asla çelişkili değildir. Çelişki gibi gelirse, bekle ve dinle... Mutlaka onun izahı gelecektir...
Gelmez de araya başka bir husus girerse, bu defa sor...
Şartlanma, bölük pörçük bilgi kırıntılarından, kıyaslama yoluyla kendi anlayışına nisbetle bir hüküm çıkartıp; bunu başkalarına empoze ederek, onları da o bilgilerle kayıt altına almadır.
Şartlanmaya dayanan birikim komplike bir sistem değildir ve cevabı verilemeyen pek çok sualler ihtiva eder. O zaman da dersiniz ki, bu gün için bu sualin cevabını veremiyoruz !..
Oysa şartlanmalardan doğan bilgilerle değil, saf gerçeklerle yürürseniz, komplike bir sistemle karşılaşırsınız; ki bu yoldan neticeye ulaşan bir kişinin cevabını veremeyeceği sual kalmaz...
Şartlanmış bir insan, tek noktaya doğru derinleşen sualler karşısında bir noktada durur ve cevap veremez hale gelir...
Gerçeği bulmuş kişinin ise cevap veremeyeceği nokta olmaz... Ne kadar derine dalsanız, o ölçüde cevapla karşılaşırsınız...”

İnsan yaşamı ya hep objektif ya da şartlanmalar içinde geçip gidiyor. Şartlanması olana bunu hatırlatırsanız ya kızar ya da Kabullenmez halbuki şu an içinde bulunduğu hal bir daha eline geçmeyecek haldir .Bir an durup düşünse iş kolaylaşacak.Herşeyi belli programlarda yaratan yaratıcı takdirini ne şekilde yapmışsa öyle olacaktır.
Şirk gizli ise bunu anlamak zaten kulun kavraya bileceği iş değildir. Gizli olan bilinirse gizli olmaz. Her şey yüce yaratıcının takdiridir.

Bodrum - 20.04.2004
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail