İşte o andı. Etrafına
baktı, kendini gördü.
İlk defa bedenini dışarıdan görüyordu. Bir an paniğe kapılır gibi olduysa da bilgilerini devreye soktu. Ölüm tadılacaktı
ve tatmıştı.
Bedensel yaşamda iken her gün ölümünü düşünürdü. “Ne olacaktı acaba?” diye ve beklenen an geldi. Ölümün bir son olmadığına inanmış olmasına
rağmen yine de bazen aklında
şu soru vardı: “Ya yoksa?”Ama o tercihini “ya varsadan?” yana kullanmış ve ona göre yaşamıştı. Bunlar bir anda aklından geçerken çok
şaşkındı. Etrafındaki
insanları bir başka görüyordu. Sanki yeni bir göz açılmıştı. Çok güvendiği, arkadaş
sandığı kişinin bellek dalgalarını okuyabiliyordu. Okumak ne kelime! Adeta film gibi,
istediği kareyi seyredebiliyordu.
Senelerce en iyi arkadaşı
sandığı kişi meğerse onun arkasından neler çevirmişti. Her
şey
gözünün önündeydi.
İnanamadı insanların ikiyüzlülüğüne.
Cenaze namazı kalabalıktı, ancak sadece üç
er kişi vardı.
Çok
şaşırmıştı, bu insanlar devamlı rahatlık
verici yayınlar yapıyordu.
İnanılmazdı. “Kimdi bunlar?” derken, birini hatırladı.
Ona bir işinde yardım etmişti
ve o kişiyi büyük sıkıntıdan kurtarmıştı. Bu kişi sanki bir karşılık verir gibi ona öyle destek
oluyordu ki, kendindeki panik hali tamamen yok olmuştu. Ancak bu kişinin bütün bellek dalgalarına ulaşamıyordu. Sanki sınırlı erişim
vardı. Diğer
iki kişinin de sadece kimler olduklarını
çözebilmişti. Ama diğer bilmek istediklerine sınırlama getirilmişti. Bilgisayar uzmanı
olarak yaşadığı
için, sanki bu ölüm ötesi yaşam
bilgisayarlı ortam gibi diye düşündü bir an. O tanıdığı kişiye teşekkür etti. O da ne! Cevap gelmişti. Bir iletişim vardı.
Bir an için
şaşa kaldı.
Artık
camiden kabristana doğru yola çıkmışlardı. Neden
diğer insanlarla iletişim kuramıyordu
da sadece bu üç kişiyle
karşılıklı bir iletişim
vardı.
Bunu o kişiye sorarsa bir cevap alabileceğini umdu.
Ancak o kişi
bir tebessüm ile “”merak etme sen bana dünyadan büyük bir yardımda bulundun bende sana ölüm ötesinde elimden geldiği kadar yardım edeceğim.
Merak etme sen dünyada iyi bir mistik-müslüman
olarak yaşadın bu sana bundan sonraki yaşamında
büyük faydalar sağlayacak. Zaten birazdan kendin
göreceksin birçok
şeyi.
Sende o istidat olduğu
için daha sonra seni yanıma
alacağım,
o
zamana
kadar bekle.” Bir an, bu kişiyi
kendine o kadar yakın hissetti ki, dünyada hiç
kimse bu kadar samimi olmamıştı.
İyi
bir ailesi vardı. Annesi, babası, karısı, çocukları, hepsi harika insanlardı
dünyada, ama bu kişi bir başkaydı.
Nasıl bir insanı bu kadar yakın
hissedebilirdi? Artık
mezara gelmişlerdi, daha önceden kazılan mezara girmek üzereydi. Bu sırada, hoca kuran okumaya başladı.
Bu sefer Kuran’ı bir başka dinliyordu, adeta her ayet canlı bir yapı
gibiydi. Onu sarıyor ve o her ayeti duydukça kendini daha da emin hissediyordu. Bir ramazanda hatim indirmeyi kafasına koymuş
ve başarmıştı. Sanki bunun faydasını görüyordu
şimdi. belleğindeki Kuran ve okunan Kuran birbirini tamamlayan, karşılıklı iletişim
gibi idi. Kuran’ın hiç bitmeden devam etmesini
istiyordu. Ve o üç kişinin
hiç başından ayrılmamalarını
istiyordu. Birden bedeninin mezara konduğunu
gördü. Kendisi ile bedeni arasında
sanki bir
bağ vardı, birbirlerini çekiyorlardı. Adeta kendisi de ruhuyla o mezara hapsoluyordu, ancak
endişelenmeye başlasa da içinde hep bir ferahlık
doğuyordu. Topraklar yüzüne çarptı. Mezar kapanıyordu. Kuran’ı
hâlâ duyabiliyor, hatta çok uzaktan gelen bazı sesleri de duyuyordu. Artık hiçbir
şey
göremiyor, ama her
şeyi
net olarak duyuyordu. Kuran kesildi, herkes gitmeye başladı.
sanki ayak sesleriydi duydukları
uzaklaşanların.
O üç kişi ise hâlâ ordaydı. bekliyorlardı.
Son kez konuştu o kişi. “Merak etme, sabırlı ol. Seni unutmayacağım ve yardımına geleceğim” dedi.
Uzun bir beklemeden sonra, artık o üç kişi
de gitmeye karar verdi. Mezardaydı,
ama her gün düşündüğünden daha hafif olmuştu kabre inişi.
Ömrü boyunca son Peygamberi, efendisi kabul etmiş, anladığı
kadarıyla onun direktifleri doğrultusunda yaşamıştı. Hayatında
hiçbir zaman
şunu aklından çıkarmamıştı.
Efendimi tam olarak anlama kapasitem yok, ama anlamaya çalışırım, kapasitem de bir realitedir. Hayatında tek beklentisi efendisinin onu kucaklaması ve onu sınırlı kapasitesiyle de olsa kabul etmesiydi.
Bundan sonra olaylar o kadar hızlı gelişmeye başladı ki, “kabir
hayatı denilen bu olması gerek” diye düşündü. Artık kendisine
dünyada sır olan bir çok şey apaçık karşısında idi. Mükemmel bir
insan olamamıştı dünyada, ne var ki her konuda samimi bir
insandı. Çok üstün kapasitesi olmasa da imanı vardı. İmanı
istikametinde yaşamıştı. Günahlarını bellek dalgalarında
görebiliyordu, ancak onların tesirleri arafatta silinmişti.
Ölümü tadmadan öncede ramazan umresi nasip olmuş neredeyse 24
saatini vaktini Kabe’de geçirmişti. Elli tavafın bir hac
sevabına denk düştüğü rivayeti üzerine o kadar tavaf yapmıştı
ki, ayakları şişmişti. Şimdi yaptıklarını, yapamadıklarını,
hepsini anlıyor ve açıkça algılıyordu. Kadere, hayır ve şerrin
Allah'tan geldiğine inancı, ona hep ferahlık verirken
kapasitesinin belli sınırda kalmış olması onu üzmüyor da
değildi. Dinin sistem olduğu apaçık ortada idi.
Dünyada takvimler de hızla ilerlemekte, artık dünyanın şartları
hızla değişmekte idi. Teknoloji, bilim, öyle ilerlemeler
kaydetmişti ki, bunun o ölümü tattığı andaki bilgilerle
anlaşılması artık zor idi. O bunlardan habersiz, kendi boyutunun
gerçekleri ile yüz yüze idi.
Cenaze namazındaki o kişi, onu o boyutta da bulmuş yanına
almıştı. O andan itibaren, daha bir serbestlik hissediyordu.
Diğer kişiler ile görüşüp bilgi alış verişinde bulunabiliyordu.
Dünyaya bir günlük seyahat etmek isteği vardı, ama bunun kendisi için
imkânsız olduğunu biliyordu. Her boyutun belli kuralları vardı.
Bu boyutta kudret en önemli faktördü. Bu boyutta bilgisini
artırabiliyordu, ancak yapmak istediği her şeyi yapamıyordu.
“Ah!” diyordu bazen, “daha fazla zamanımı zikir ile geçirebilse
idim.” Zikir ve duadan sağladıklarını apaçık görüyordu. “Keşke”
demiyordu, ama içinde pişmanlık yok da değildi. İyi ki
yakınında, cenazesinde yardımcı olduğu kişi vardı. Her şeyi ona
sorabiliyor ve net cevaplar alabiliyordu.
Ona sordu ‘Dünyaya
bir haftalık seyahat edebilir miyim’
diye imkânsızlığını bile bile...
Artık
ustası olmuştu onun.
‘Ustam ne dersiniz’ dedi.
Ustası ona neden mümkün olmadığını
ve bir destekle bu gerçekleşse bile onu bekleyen tehlikelerden
bahsetti. Dünyada zaman, sanki daha hızlı akıyordu bu boyuta
göre. Ustası bir gün şunu tavsiye etti: “Bu boyuta yeni
gelenlerden bilgi alabilirsin, dünyayı hâlâ o kadar merak
ediyorsan”.
Acaba dünyada
bin yıl mı geçmişti, yoksa beş
bin mi? Bunu tespit etmesi
oldukça zordu. Yeni gelenler ile sohbetlere başladı, dünyada üç
bin yıl geçmişti. Dünya nasıl bir yerdi şimdi acaba?
Turhan Doğan
Tokyo Üniversitesi Yüksek Kimya Fakültesi
turhandogan@yahoo.com
Tokyo - 15.03.2005
http://www.sufizmveinsan.com
|