O An!

İşte o andı. Etrafına baktı, kendini gördü. İlk defa bedenini dışarıdan görüyordu. Bir an paniğe kapılır gibi olduysa da bilgilerini devreye soktu. Ölüm tadılacaktı ve tatmıştı. Bedensel yaşamda iken her gün ölümünü düşünürdü. “Ne olacaktı acaba?” diye ve beklenen an geldi. Ölümün bir son olmadığına inanmış olmasına rağmen yine de bazen aklında şu soru vardı: “Ya yoksa?”Ama o tercihini “ya varsadan?” yana kullanmış ve ona göre yaşamıştı. Bunlar bir anda aklından geçerken çok şaşkındı. Etrafındaki insanları bir başka görüyordu. Sanki yeni bir göz açılmıştı. Çok güvendiği, arkadaş sandığı kişinin bellek dalgalarını okuyabiliyordu. Okumak ne kelime! Adeta film gibi, istediği kareyi seyredebiliyordu. Senelerce en iyi arkadaşı sandığı kişi meğerse onun arkasından neler çevirmişti. Her şey gözünün önündeydi. İnanamadı insanların ikiyüzlülüğüne. Cenaze namazı kalabalıktı, ancak sadece üç er kişi vardı.

Çok şaşırmıştı, bu insanlar devamlı rahatlık verici yayınlar yapıyordu. İnanılmazdı. “Kimdi bunlar?” derken, birini hatırladı. Ona bir işinde yardım etmişti ve o kişiyi büyük sıkıntıdan kurtarmıştı. Bu kişi sanki bir karşılık verir gibi ona öyle destek oluyordu ki, kendindeki panik hali tamamen yok olmuştu. Ancak bu kişinin bütün bellek dalgalarına ulaşamıyordu. Sanki sınırlı erişim vardı. Diğer iki kişinin de sadece kimler olduklarını çözebilmişti. Ama diğer bilmek istediklerine sınırlama getirilmişti. Bilgisayar uzmanı olarak yaşadığı için, sanki bu ölüm ötesi yaşam bilgisayarlı ortam gibi diye düşündü bir an. O tanıdığı kişiye teşekkür etti. O da ne! Cevap gelmişti. Bir iletişim vardı. Bir an için şaşa kaldı.

Artık camiden kabristana doğru yola çıkmışlardı. Neden diğer insanlarla iletişim kuramıyordu da sadece bu üç kişiyle karşılıklı bir iletişim vardı. Bunu o kişiye sorarsa bir cevap alabileceğini umdu.

Ancak o kişi bir tebessüm ile “”merak etme sen bana dünyadan büyük bir yardımda bulundun bende sana ölüm ötesinde elimden geldiği kadar yardım edeceğim. Merak etme sen dünyada iyi bir mistik-müslüman olarak yaşadın bu sana bundan sonraki yaşamında büyük faydalar sağlayacak. Zaten birazdan kendin göreceksin birçok şeyi. Sende o istidat olduğu için daha sonra seni yanıma alacağım,  o zamana kadar bekle.” Bir an, bu kişiyi kendine o kadar yakın hissetti ki, dünyada hiç kimse bu kadar samimi olmamıştı. İyi bir ailesi vardı. Annesi, babası, karısı, çocukları, hepsi harika insanlardı dünyada, ama bu kişi bir başkaydı. Nasıl bir insanı bu kadar yakın hissedebilirdi? Artık mezara gelmişlerdi, daha önceden kazılan mezara girmek üzereydi. Bu sırada, hoca kuran okumaya başladı. Bu sefer Kuran’ı bir başka dinliyordu, adeta her ayet canlı bir yapı gibiydi. Onu sarıyor ve o her ayeti duydukça kendini daha da emin hissediyordu. Bir ramazanda hatim indirmeyi kafasına koymuş ve başarmıştı. Sanki bunun faydasını görüyordu şimdi. belleğindeki Kuran ve okunan Kuran birbirini tamamlayan, karşılıklı iletişim gibi idi. Kuran’ın hiç bitmeden devam etmesini istiyordu. Ve o üç kişinin hiç başından ayrılmamalarını istiyordu. Birden bedeninin mezara konduğunu gördü. Kendisi ile bedeni arasında sanki bir bağ vardı, birbirlerini çekiyorlardı. Adeta kendisi de ruhuyla o mezara hapsoluyordu, ancak endişelenmeye başlasa da içinde hep bir ferahlık doğuyordu. Topraklar yüzüne çarptı. Mezar kapanıyordu. Kuran’ı hâlâ duyabiliyor, hatta çok uzaktan gelen bazı sesleri de duyuyordu. Artık hiçbir şey göremiyor, ama her şeyi net olarak duyuyordu. Kuran kesildi, herkes gitmeye başladı.  sanki ayak sesleriydi duydukları uzaklaşanların. O üç kişi ise hâlâ ordaydı. bekliyorlardı. Son kez konuştu o kişi. “Merak etme, sabırlı ol. Seni unutmayacağım ve yardımına geleceğim” dedi.

Uzun bir beklemeden sonra, artık o üç kişi de gitmeye karar verdi. Mezardaydı, ama her gün düşündüğünden daha hafif olmuştu kabre inişi. Ömrü boyunca son Peygamberi, efendisi kabul etmiş, anladığı kadarıyla onun direktifleri doğrultusunda yaşamıştı. Hayatında hiçbir zaman şunu aklından çıkarmamıştı. Efendimi tam olarak anlama kapasitem yok, ama anlamaya çalışırım, kapasitem de bir realitedir. Hayatında tek beklentisi efendisinin onu kucaklaması ve onu sınırlı kapasitesiyle de olsa kabul etmesiydi. Bundan sonra olaylar o kadar hızlı gelişmeye başladı ki, “kabir hayatı denilen bu olması gerek” diye düşündü. Artık kendisine dünyada sır olan bir çok şey apaçık karşısında idi. Mükemmel bir insan olamamıştı dünyada, ne var ki her konuda samimi bir insandı. Çok üstün kapasitesi olmasa da imanı vardı. İmanı istikametinde yaşamıştı. Günahlarını bellek dalgalarında görebiliyordu, ancak onların tesirleri arafatta silinmişti. Ölümü tadmadan öncede ramazan umresi nasip olmuş neredeyse 24 saatini vaktini Kabe’de geçirmişti. Elli tavafın bir hac sevabına denk düştüğü rivayeti üzerine o kadar tavaf yapmıştı ki, ayakları şişmişti. Şimdi yaptıklarını, yapamadıklarını, hepsini anlıyor ve açıkça algılıyordu. Kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inancı, ona hep ferahlık verirken kapasitesinin belli sınırda kalmış olması onu üzmüyor da değildi. Dinin sistem olduğu apaçık ortada idi.

Dünyada takvimler de hızla ilerlemekte, artık dünyanın şartları hızla değişmekte idi. Teknoloji, bilim, öyle ilerlemeler kaydetmişti ki, bunun o ölümü tattığı andaki bilgilerle anlaşılması artık zor idi. O bunlardan habersiz, kendi boyutunun gerçekleri ile yüz yüze idi.

Cenaze namazındaki o kişi, onu o boyutta da bulmuş yanına almıştı. O andan itibaren, daha bir serbestlik hissediyordu. Diğer kişiler ile görüşüp bilgi alış verişinde bulunabiliyordu.

Dünyaya bir günlük seyahat etmek isteği vardı, ama bunun kendisi için imkânsız olduğunu biliyordu. Her boyutun belli kuralları vardı. Bu boyutta kudret en önemli faktördü. Bu boyutta bilgisini artırabiliyordu, ancak yapmak istediği her şeyi yapamıyordu. “Ah!” diyordu bazen, “daha fazla zamanımı zikir ile geçirebilse idim.” Zikir ve duadan sağladıklarını apaçık görüyordu. “Keşke” demiyordu, ama içinde pişmanlık yok da değildi. İyi ki yakınında, cenazesinde yardımcı olduğu kişi vardı. Her şeyi ona sorabiliyor ve net cevaplar alabiliyordu. Ona sordu ‘Dünyaya bir haftalık seyahat edebilir miyim diye imkânsızlığını bile bile... Artık ustası olmuştu onun. ‘Ustam ne dersiniz’ dedi. Ustası ona neden mümkün olmadığını ve bir destekle bu gerçekleşse bile onu bekleyen tehlikelerden bahsetti. Dünyada zaman, sanki daha hızlı akıyordu bu boyuta göre. Ustası bir gün şunu tavsiye etti: “Bu boyuta yeni gelenlerden bilgi alabilirsin, dünyayı hâlâ o kadar merak ediyorsan”.

Acaba dünyada bin yıl mı geçmişti, yoksa beş bin mi? Bunu tespit etmesi oldukça zordu. Yeni gelenler ile sohbetlere başladı, dünyada üç bin yıl geçmişti. Dünya nasıl bir yerdi şimdi acaba?

Turhan Doğan
Tokyo Üniversitesi Yüksek Kimya Fakültesi
turhandogan@yahoo.com

Tokyo -
15.03.2005
http://www.sufizmveinsan
.com

 


Üst Ana sayfa e-mail