Kur’anı
Kerim’i tetkik etmek için incelerken birbirini teyit eden iki
önemli ayetle karşılaşmıştım. Ayetlerden biri “ Biz Rasullerin
bazılarını bazılarına üstün kıldık” mealindeydi. Diğeri ise “
Her bilenin üzerinde bir bilen vardır” şeklindeydi. Her iki
ayeti de derinlemesine tefekküre başlamıştım. Birbirlerini mana
yönüyle tamamlayan ilgili ayetlerde bazı Rasullerin,
kendilerine verilen ilmin derinliği ve kapsamı itibariyle
diğerlerinden üstün fıtratta yaratıldıkları ve diğerlerini
kapsamlarına aldıklarının vurgulandığını sezinledim. Risalet
işlevini incelediğimde de Nübüvvet işlevinden farklı olarak
kıyamete kadar devamlı bir süreci içine aldığını ve dolayısıyla
da Risaletin el’an günümüzde ve gelecekte devamlı olduğuna
kanaat getirmiştim. Bu noktada, günümüzün önde gelen ve
Rasullerin varisleri konumundaki bir kısım değerli zevatın
düşünce sistemlerini yukarıda verdiğim iki ayet ışığında
inceledim. Sonuçta, ilgili ayetleri doğrular mahiyette ilmi
müşahede ve keşiflerindeki farklılığı ve birbirlerini iç içe
saran daireler örneğinde olduğu gibi birbirlerini kapsamlarına
aldıklarını fark ettim. Farklılık ve tezat gibi algılanabilecek
müşahede farklılıkları da esasında birbirini tamamlayıcı
mahiyetteydi. Çünki sonuçta hepsi de aynı kaynaktan
besleniyorlardı. Tıpkı bir kaynaktan yayılan ışığın bir
prizmadan geçerek farklı renk tayflarına dönüşmesi gibi onlar da
çok renkliliği ve sesliliği ifade ediyorlardı. Bu müşahede
zenginliği de nihayetsiz ilim ve kudretin zenginlik ve
ihtişamının yansımalarıydı. Bununla birlikte Risalet kavramı
irdelenirken meseleyi Messenger (elçi), tanrının postacısı gibi
algılamak, Allah ismiyle işaret edileni ve Rasulleri idrakta
yetersizliğini kavrayamayanların, akıl ve mantık dışı
yakıştırmalarıdır. Oysa ki Risalet kemalatı, varlığın
hakikatinden haber veriyordu.
Rasullerin
açıklamalarına baktığımda, özde mana birliği içinde
olduklarını keşfetmiştim. İstisnasız hepsi tüm varlığın özü ve
hakikatini oluşturan Allah’ı fark etme, bilme, tanıma ve O’na
ulaşma yolunda gerekli metod ve görüşlerini insanlara
bildiriyorlardı. Bu metod ve görüşlerde nüans farklılıkları olsa
da sonuçta amaç aynıydı. Meseleyle alakalı bazı örnekleri
verecek olursak şu tespitleri yapabiliriz:
Örneğin bazı
zevat, insanın Allah’a vasıl olup O’na ermesinde öncelikli ve
tek şartın Allah’a ulaşmayı dilemesi olduğunu ifade ederler.
Diğer zevat ise, öncelikle Allah ismiyle işaret edilen
varlığın ne olduğunun bilinmesi gerekliliğini ve o varlığın
sonsuz sınırsız tekliğinin ve tekilliğinin idrak edilmesi
gerektiğini vurgular. Mutlak varlık sınır kabul etmemektedir ve
dilediğine hidayet etmektedir. Allah’ın kendileri hakkında
saadet hükmü verdiği insanlar ancak kendisine
ulaşabileceklerdir. Bir başka deyişle, kendisine ulaştırmayı
dilediği kullarına yararlı çalışmalar yapmayı
kolaylaştırmaktadır takdirin gereği olarak. Böylece bu ikinci
görüşteki seçkinler, diğer zevatı ilim ve müşahede yönüyle
kapsamlarına almaktadırlar.
Keza yine bu
birinci görüşteki zevata göre, Allah isminin tekrarı olan zikir
çalışmasına ağırlık verilmelidir. İlgili ayette “Allah” lafzı
kullanıldığı için Allah lafzının nefis tezkiyesi noktasında
sürekli tekrarı gereklidir. Sözünü etmekte olduğumuz diğer
ikinci zevata göre ise Allah kelimesi, Zatı tarif eden özel
ismi niteliğindedir. Bu nedenle sadece Allah lafzının sürekli
tekrarı Allah’ı tanımada yeterli marifeti oluşturmaz. Bu
nedenle, Allah’ın değişik özelliklerini ifade esma zikri
çalışmasının yapılması kişide çok daha kısa sürede önemli
gelişmeler ve açılımlar sağlayacaktır. Son bir örnek daha
vererek meseleyi toparlayacak olursak:
Yine bu
birinci görüşteki zevata göre günümüzde irşat noktasında
yetiştirici (mürşit) ve yetişen (mürid) ikilisinin birlikteliği
gereklidir. Belirli bir kemalata erişmiş kabul edilen vekil
mürşidler kişilerle belirli bir düzeyden itibaren iletişime
geçerler ve böylece onların manevi gelişimlerini tamamlarlar.
Diğer zevat ise günümüzde artık yetiştirici ve yetişen
ikilisinin şartlar gereği ortadan kalktığını ve kişinin bizzat
araştırarak, akıl yoluyla bilgilenerek ve hakikat ilmini elde
etmek suretiyle rahatlıkla irşad edilebileceğini belirtirler. Bu
irşad metodu diğer klasik metoda göre yeni, süreç olarak daha
kısa ve kolay bir metottur. Kişinin hidayet mekanizmasının
devreye girmesi suretiyle belirli yararlı çalışmalar yapmasının
kendisine kolaylaşması ve böylelikle özündeki hakikati yaşama
özelliğinin kendisine açılması hedeflenmektedir. Zaten klasik
metod, belki bir insan ömrünü içine alabilecek kadar uzun bir
süreci gerektirmektedir. Bu noktada kanaatimce insana düşen,
kendine en uygun olan metodu benimsemeyip uygulaması ve
getirisini elde etmesi ve yaşamını, hakikat ilmi doğrultusunda
düzenlemesidir. Örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Biz bu
kadarıyla iktifa edelim.
Hattızatında
tüm Rasuller, insanlara içinde yaşadıkları sistem ve düzenin
gerçeklerini bildirerek insanların Allah sistem ve düzenine göre
yaşamalarını ve kendilerini sonsuz hayata hazırlamaları için
çaba göstermektedirler. Sadece keşif ve müşahedelerinde birtakım
farklılıklar sistem gereği olarak olabilecektir. Hepsi de kendi
hakikatleri olan Yaratıcı öz’ü dillendirirler. Risalet, aynı
zamanda ismi Allah olanı anlayıp hissetmeye dönük bir işlevdir
ve bu işlev sonsuza kadar devam edecek olan bir yaşantının elde
edilmesiyle alakalıdır. Rasuller, Risalet adının işaret
ettiği mahiyet itibariyle birbirlerinden farksızdırlar; fakat
irsal olundukları ilmin kaynağı olan sıfatlar ve bu sıfatların
yoğunluk derecesi bakımından farklıdırlar. Bahsetmeye
çalıştığım üstünlük yönü ise Rasullerin programları gereği
olarak ki – her birine belirli bir program verilmiştir- irsal
olundukları kudret, ilim, hayat gibi sıfatların ve
kendilerinde galip olan Esmanın yoğunluğu nispetinde
kendilerinde açığa çıkışı yani bu sıfat ve isimlerin tezahür
derecelerindeki yoğunluk farkıdır.
Rasullerde
galip olan belirli İlahi isimler (Esmaul Hüsna) söz konusudur.
Örneğin Süleyman Aleyhisselam’da Semi, Sultan, Habir, Melik
gibi isimler galiptir. Musa Aleyhisselam’da Kelam sıfatı
galiptir. Eyüp Aleyhisselam’da Sabur ismi daha baskındır. Aşk
Peygamberi olarak vasfolunan Mevlana’da Vedud ismi, Abdulkadir
Geylani’de Hayat sıfatı galiptir. Seyyid Ahmed Rufai’de Kudret
sıfatı, Bediüzzaman’da Nur, Bedi isimleri ve günümüz
sahibüzzamanı diyebileceğimiz Üstad Es Seyyid Ahmed Hulusi’de
Mürid, Alim isimleri galip konumdadır ve hakeza…. Bu
sıfatlardan özellikle ilim sıfatının azami derecede tezahürü ise
Rasulullah Efendimiz (s. a. v) den sonra kanaatimce Mehdi
Rasulde açığa çıkmaktadır. Keza Mehdiyetin vasfı kalemdir,
ilimdir.
İstifade edilen kaynak:
Ahmed HULUSİ(İnsan Ve Din)
Elmalılı Hamdi Yazır(Kur’anı Kerim Meali)
ahad103@hotmail.com
26.04.2006
http://sufizmveinsan.com
|