Günlük yaşantımızda sağlıklı olmak
kavramıyla beraber anılan bir sözcük var: Vitamin.
Yirminci yüzyıldan önce insanlığın vitaminlerden habersiz
olduğunu biliyor muydunuz? Vitamin ile ilgili araştırmalar
Christiaan Eijkman isimli Hollandalı bilim adamının 1896 yılında
Endonezya’da beriberi hastalarının pirinci işlenerek beyaz
haliyle değil de dış kabuğuyla (pirincin dış yüzeyinde bulunan
kahverengi zar, pirinçten parlatılarak bu tabak alınır ve beyaz
halini alır) yemeleri durumunda bu hastalıktan kurtulduklarını
keşfetmesiyle başlamıştır. Bunu takiben, kimyager Casimir Funk
bu maddeye hayat için gerekli olan anlamına gelen “vital” ve
“amin” kelimelerinden vitamin kavramını türetmiştir. Daha sonra,
pirincin kabuğunda olan bu maddenin B1 vitamini olduğu tespit
edilmiştir. Bu keşif Nobel ödülü almıştır. Bundan sonra
vücudumuzun üretemediği gıdalardan temin etmesi gereken birçok
amin tespit edilmiş ve bunlar vitaminler olarak
sınıflandırılmıştır.
İnsan vücudunun biyokimyasının hâlâ
çok sayıda tespit edilememiş ve çözümlenememiş yönleri vardır.
Vücuda hakim olan biyoelektrik enerji ve bunun beyin tarafından
nasıl ve ne şekilde istem dışı kullanıldığı ise modern tıpta
yeni bir sahadır. Batı tıbbından daha farklı bir tarzı olan Çin
tıbbı vücutta yedi şakra (enerji merkezi) tanımlar ve vücut
sağlığını bu enerji merkezleriyle ilişkilendirir. Her iki
tıbbın bakış açısının ortak görüşü, vücudumuzun biyokimyası ve
biyoelektrik sistemi etkileşim halinde olduğudur. Vücudumuzda
yetersiz girdisi yapılan vitamin mineral aminoasit ve proteinler
patolojik veya psikolojik hastalıklarla sonuçlanmaktadır.
Vücudumuzun çalışma sistemine daha
geniş perspektifte baktığımızda bütün organların beyne hizmet
için var olduğunu fark ederiz. Sanki vücudumuzdaki bütün
organizasyon ve senaryo, beyin için yazılmıştır. Sinir
sistemimiz sayesinde beyin diğer organlarla her an iletişim
halindedir. Diğer organlarda meydana gelen en ufak bir
rahatsızlık, beyin tarafından bize acı veya ağrı mesajlarıyla
ile iletilmekte ve bizi derhal çözüm bulmaya davet etmektedir.
Mistik dünya beyne çok büyük önem vermiştir. Beynin geldiği son
aşamanın ve bilinç beyin ikileminin modern tıp tarafından henüz
çözülemediği bu sahadakilerin ortak görüşüdür. Tasavvuf olarak
adlandırılan ekstraordinari düşünce ve yaşam sistemini bilenler,
beynin gıdalarla ve supleman ile zinde tutulması ve özellikle
orta ve ileri yaşlarda meydana gelecek doğal yıpranmaların bu
tarz takviyeler ile desteklenmesinin önemine değinmişlerdir.
Her ne kadar bu tasavvufta önemli bir çalışma sayılan riyazet ve
uzun süreli oruçlarla tezat gözükse de işlevsel sonucu olarak
aynı noktaya varmaktadır. Yani, reel beyin sağlığının temin
edilmesi... Birinci durumda, devamlı besin girdisi ile yoğun bir
biyoelektrik üreten ve bunu bütün vücuda dağıtan beyin kendisi
için olan üretiminin akıcılığını ve vücudun bağışıklık
sisteminin güçlendirmesini bu suplemanlardan aldığı destekle
sağlamaktadır. Birtakım suplemanların beyin hücreleri arasındaki
elektrik geçişini hızlandırdığı ve beyni daha hızlı çalışır hale
getirdiği bilimsel olarak tespit edilmiştir. Diğer taraftan
riyazet ve oruç gibi çalışmalar da beynin diğer organlar için
olan üretimini asgariye indirerek bilinçle arasında olan
blokajları azaltmakta böylece, ham enerjiden beyne takviye
sağlamaktadır. Bu da gösteriyor ki, her ne kadar birbirine tezat
gözüken iki durum, sonuç olarak benzer işlevi sağlamaktadır.
Konuyla ilişkili olduğu için söz etmeden geçemeyeceğim. Dünya
üzerinde öz enerjinin aşikar olduğu noktadan çıkan su ile
Kuran’dan bazı ayetlerin suya okunarak içilmesinin geçmişte
tatbik edilmesi yine bu nokta ile alakalıdır. Diğer bir ifade
ile alınan vitamin, mineral ve suplemanların sadece tedavi-şifa-
amaçlı değil, beynin aktivitesinin yüksek tutulması için de
gerekli olduğudur. Nitekim tıp da aynı görüştedir. Bir örnek
vermek gerekirse, kış aylarında nezle, gribe yakalandıktan sonra
yüksek dozda vitamin, mineral almaktan ziyade enfeksiyona
yakalanmadan vücudun bağışıklık sistemini güçlendirici
vitaminlerle vücudun güçlü tutulması en doğrusudur.
Vitaminlerle ilgili gazetelerde,
dergilerde, bilimsel yayınlarda oldukça teferruatlı bilgi
edinmek mümkün. Ancak Royal Jel (RJ) hakkında ülkemizde oldukça
sınırlı bilgi mevcut. Dünyanın hem miktar hem de kalite olarak
en önde gelen bal üretici ülkelerinden biri olan ülkemizde bu
maddenin pek bilinmemesi ve üretilmemesi şaşırtıcı bir durumdur.
Arı ürünleri deyince ilk akla gelenler, bal, polen, royaljel,
propolistir. Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerinde bal arısı
ürünlerine büyük önem verilmiş ve şifa verici yönü üzerinde
durulmuştur. Nitekim, Kuran’da Arı suresi mevcuttur ve bu konuya
insanların dikkatini şu ayetlerle çekmiştir.
Arı (Nahl)suresi
68-Rabbin bal arısına da şöyle
vahyetti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları
kovanlardan göz göz evler edin!
69-Sonra bütün meyvelerden ye ve
Rabbinin kolay kıldığı yollara koy." İçlerinden çeşitli
renklerde bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır.
Şüphesiz ki, bunda düşünen bir topluluk için büyük bir ibret
vardır.
Royal Jel nedir?
Royal jeli hemşire arılar polenleri
çiğneyip kafalarındaki salgı bezlerinden gelen salgılarla
karıştırarak üretirler. Arı larvalarından RJ ile beslenenler,
kraliçe arı olurken diğer arılar işçi arı olurlar. RJ kraliçe
arıya özgü bir besin olup normal arılardan elli kat fazla
yaşamasını sağlar. RJ, yüksek kaliteli enerji ve besin
toniğidir. Bal Arısı polenlerinin içerdiği bütün özellikleri
içermekle birlikte sadece RJ’e ait özellikler de mevcuttur,
özellikle glandular (beze) sistemimiz üzerinde etkileri
güçlüdür. RJ, çocuklardaki kötü beslenme, kireçlenme, Kronik
Zayıflama Hastalığı, varis, atardamar tıkanıklarının tedavisinde
etkili olarak kullanılır. Büyümeyi ve gelişmeyi destekler ve
kansızlık tedavisinde faydalıdır. RJ yiyenlerde hormonal
aktivitenin arttığı enerjik olma ve sağlıklı olma hissinin
arttığı tespit edilmiştir.
RJ çok
güçlü anti bakteriyel protein içerir ve amino asitler yönünden
çok zengindir. Sekizi yaşamsal amino asit olmak üzere en az
yirmi çeşit amino asit ve sadece RJ’de bulunan beş amino asit
içerir. Hücre gelişimini sağlayan aspartik asid, RNA ve DNA
nükleik asitlerini de içerir. RJ’in
ana besin içeriği %15 karbonhidratlar, %12 proteinler, ve %5
yağlardan oluşmaktadır.
RJ proteinleri feromone gibi doğal
hormonlar yönünden de zengindir ve hemen hemen bütün amino
asitleri, B grubu vitaminleri (thiamin, riboflavin, pyridoxin,
niacin, biotin, pantothenic acid, folic, and inositol) ve
A,C,D,E vitaminlerini içerir. RJ içerdiği proteinlerin %16’sı
aspartik asittir. Kolajen işareti olan jelatin RJ’in sağlıklı ve
genç görünümlü bir cildi temin ettirmektedir. RJ şeker,
steroller, fosfor bileşikleri, uçucu yağ asitleri, asetilkolin,
nörotransmitter (sinir taşıyıcıları) içermektedir. Ayrıca
nükleik asitler, su, kalsiyum, bakır, potasyum, silikon ve
sülfür içermektedir. RJ bağışık sistemimize enfeksiyonlara
karşı yardım eden gama globulin de içerir. steroller, fosforlu
bileşikler ve hücreler arası sinir mesajlarının aktarımını
sağlayan asetilkolin içerir. Bu bileşiğin azalması Parkinson,
Alzheimeri, Multiple Sclerosis hastalıklarına eğilimi
artırmaktadır.
İltihaplara
neden olan gram-positiv bakterilere ve tümörlere karşı da
etkilidir. Mafsal dokularda görünen habis tümöre karşı ciddi
sonuçlar verdiği bir araştırmada gösterilmiştir. RJ’i verilen
kanserli farelerde diğer kanserli farelere göre ömür beşte bir
uzamış ve tümörün büyüklüğü yarıya inmiştir. Toronto
Üniversitesinde yapılan başka bir çalışmada ise sağlıklı fareler
önce RJ ile beslenmiş daha sonra kanser hücreleri verilmiştir.
RJ verilmiş olan fareler on iki ay yaşarken diğer fareler on
iki günde ölmüşlerdir. Kanser hücresinin ve RJ’in aynı anda
fareye verilmesi durumunda ise kanser gelişmiş ve fareyi
öldürmüştür. Bu araştırmadan çıkan sonuç önceden RJ uygulamanın
işin püf noktası olduğudur.
RJ aslında besin
kimyası tarafından bakıldığında hayli kompleks bir besindir ve
suni olarak üretilmesi olanaksızdır.
RJ’nin sağlık açısından geniş
spektrumlu faydaları söz konusudur. Başlıcaları şunlardır;
1. Enerji, dayanıklılık ve fiziksel
güç verir. Bağışık sistemini uyarıp güçlendirerek bakteri ve
virüs enfeksiyonlarına karşı vücut direncini artırır.
2. Pürüzsüz ve genç bir cilt
sağlayıp yaşlanma etkilerini azaltır. Yaraların iyileşmesini kas
ve dokuların yenilenmesini destekler.
3. Endoktrin (iç hormon salgıları)
sistemini düzenler ve hormonal dengeyi sağlar. Kemik ve vücut
gelişimini daha sağlıklı karaciğer teminini destekler.
4. Asabilik ve korkuyu azaltır.
Cinsel yaşamı, ve gençleşmeyi destekler. Menapoz Semptomlarına
karşı etkilidir.
RJ’nin tespit edilen veya edilmemiş
birçok faydasının olduğu kesindir. Bal arısına ve ürünlerine
alerjisi olan kişilerin ve astımı olanların dikkatle kullanması
tavsiye edilmektedir. Orta yaşta sağlıklı bir kişiye ise gerek
orta gerek uzun vadede oldukça çok sayıda faydalar sağlayacağı
vücuttaki şifa mekanizmasını harekete geçireceği
düşünülmektedir.
Saf RJ’nin acımtırak bir tadı
vardır. Kaygan açık sarı bir jeldir. RJ’nin en ideali taze ve
saf olarak alınmasıdır. Fakat bakteri üremisine uygun bir ortamı
olduğundan elde edilir edilmez soğuk tutulması ve tüketim
aşamasına kadar buzdolabında muhafazası şarttır. Bu oldukça
zahmetli ve zor olan işlemden dolayı ham RJ ürünleri tüketiciye
sunmak oldukça zordur. Yurtdışından ithal edildiği ve süreçteki
nakliyede hesaba katılınca tazeliği korunmuş RJ müşteriye sunmak
üretici açısından da hem zor hem de fiyat açısından ekonomik
değildir. Tüketicinin de buzdolabında muhafaza edilerek ürününün
tedarik ettiğinden emin olması imkansızdır. Buna ilave olarak
içeriğinin gerçek RJ olup olmadığından emin olmak için güvenilir
markaları tercih etmek daha doğru olacaktır. Nitekim etiketsiz
elden temin edilen saf RJ yukarıda bahsettiğimiz yönlerinin
dışında besin değeri üstünde de ciddi şüpheler uyandıracaktır.
Bu yüzden RJ besin değerinin korunarak tüketiciye sunulurken
birkaç alternatif söz konusudur. Bunlardan bazıları şunlardır,
bal ile karıştırılarak tazeliğinin muhafazası, bu yöntemin
dezavantajı RJ miktarının istenenden az miktarda olmasıdır.
Diğer bir yöntem ise toz haline getirilerek tablet halinde
sunulmasıdır, bu yöntemde ise besin değerinin yüksek oranda
kaybolduğu sanılmaktadır. Alternatif bir yöntem ise softgel
olarak alınmasıdır. Bunun en uygun yöntem olduğu sanılmaktadır.
Günde 500mg’lık softjel halinde sabah akşam alınması uygun
görülmektedir.
Hepimize sağlıklı bir yaşam
dilerim...
Turhan Doğan
turhandogan@yahoo.com
Tokyo - 23.03.2004
http://gulizk.com
|