İhlas…
İçi ancak Rahman’la beraberken dolan, kalplerden geçene O’nun
vakıf olduğunu idrak anında anlamını bulan kavram…
Kendi kendine sorar, kendini sorgular kişi bazen
‘Söyle, samimi misin ? diye..
Çünkü yalnız kendini kandıramaz.
Hiçbir kimsenin,meleklerin dahi vakıf olamadığı niyetinin
duruluğunu,zahire yansımayan özünü kontrole bir tek kendisi
vakıftır, bu murakabeyi bir tek kendi yapar ve yapmalıdır da..
Aldatmaya çalışsa da, kendini aldatamaz, sebepler ileri sürer
belki yapılması gerekenler adına, ama sırf Allah için yaptığına,
böyle değilse, kendini inandıramaz.
Çünkü sırf O’nun rızasını gözetirken yaptığı bir amelin, veya
öncesinde düşüncesinin, kendini Rabbine yaklaştırdığını ve içinde
tarifi zor ama çok derin, huzura sevk eden bir haz
uyandırdığını bilir, eğer bunu önceden tattıysa.
Kalbiyle bağını koparmadıysa, oto kontrolünü kaybetmediyse
davranışlarını niyetlerine göre ayırt edebilir ve neyi rıza,
neyi de rıza gibi görünse de nefsine ve nefsinin önemsediklerine
adadığını bilir.
Bu biliş,kalbine bir burukluk getirir eğer ihlasında gölgeler
varsa, tahliyeye başlar malayanilikten kalbini ve amellerini.
Dini veya dünyevi her amelin iki yüzü vardır. Birisi, görünen
yüzü,nasıl ve ne şekilde yapıldığı, âdâbıdır, zahiri yüz de
denir buna.
Diğeri ise, görünmeyen yüzü, ne için yapıldığı yani
illetidir.Buna da onun ahlâkı, batıni yüzü denir.
Bütün amellerin ahlaki yüzü, ‘’KALBİ AMEL’’lerdendir.
Buna kısaca niyet de diyebiliriz.
Amelin sahih olması niyetine bağlıdır, niyeti sahih olmayan bir
amel, amel değildir. Amelin iki yüzünü bir paranın iki yüzüne
benzetirsek,yüzlerden biri yoksa, o para para olmadığı
gibi,bir amelin âdâbı ya da ahlâkından birisi yoksa o amel de
amel değildir.
Bir ameli sırf Allah ve Rasulunun emri olduğu için
yapınca,Allah’a has kılınca niyet sahih olur.
İhlas ise, yaptığı amel de sadece Allah’ın rızasını talep
etmek, niyetini her türlü dünya menfaatinden soyutlamaktır.
"Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile Ona
yönelterek sadece Allah'a kulluk et.
Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah'a mahsustur." Zümer
Sûresi, 39:2-3.
Cüneydi Bağdadi ihlasi şöyle tarif eder:
‘’İhlas,kul ile Allah arasında öyle bir sırdır ki,bu sırra ne
şeytan vakıf olabilir ki bozsun, ne de melek vakıf olabilir ki yazsın.
Her şey zıttı ile daha iyi bilinir, ihlasın zıttı ise riyadır.
Riyanın sözlük anlamı gösteriştir.
Her çeşit ibadet ve dinin teşvik ettiği hayırlı amellerde Allah
rızasını değil, dünyevi bir maksat gütmek, insanların rızasını
aramak riyadır.
Hadislerde, her çeşit ameldeki ihlassızlık, riya ile ifade
edilmiştir.
İmam Gazali(rha) riyayı, iyi görünerek insanların kalbinde yer
almak istemektir, diye tarif eder.
İbadetler de ki riyayı ise, Allah’a yaptığı ibadet ile kulları
kastetmektir, şeklinde ifade eder. Ve beş şeyle riya
yapıldığından bahseder, bunlar ise, beden, elbise, söz, amel,
arkadaş çokluğudur.
İmam Gazali(rha) riyanın derecelerini ise bakınız nasıl
anlatıyor:
Birinci Derece:
En ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibadette hiç sevap niyeti
yoktur. İcabında insanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı
halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan gibi. Bu namaz sırf insanlara
gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.
İkinci Derece:
İbadeti gösteriş için yapar, fakat Allah’ın rızasını da niyet eder.
Ancak bu niyet zayıftır, yalnızlıkta bu ibadeti yapmayacaktı. Sevaba
niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.
Üçüncü Derece:
Gösteriş ve sevap tarafları müsavidir. Eğer riyanın yanında bir de
sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa bu ameli
yapmayacaktı. İkisinin müsavi olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır.
Bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.
Dördüncü Derece:
İbadetini, insanların duymuş olmasından dolayı daha da
gayrete gelip takviye edip, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa
da ibadetini yapacaktır. Bu kimse sırf riya maksadıyla yapmadığı için
ibadetinden fayda görebilir.
İhlasa ehemmiyet veren İslam nazarında riya,bir nevi şirktir.Çünkü
hayırlı ameller Allah için yapılacakken dünyevi bir menfaat
için yapılınca, o menfaat Allah yerine konmuş olmaktadır.
Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem şirkin bu çeşidine gizli
şirk manasında, şirk-i hafi demiştir.
Bir hadisinde : “Riyanın en azı da şirktir’’ buyururken,
"Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Gerçi onlar, puta,güneşe,
aya, taşa tapacak değiller.Ancak amellerinde riyakarlık
yaparlar,Allah için işlemezler" sözünden de ibret almak gerekir.
‘’Kıyamet günü riyakar adama:
‘’Ey facir, ey gaddar, nefsine gadreden, ey gösterişçi mürai, amelin
mahvoldu, mükafatın kayboldu. Amelini kime gösteriş için yaptınsa, git
ondan mükafatını al! ‘’ denir.’’
Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem bir hutbesinde ise şöyle
buyuruyor:
İbadetlerinizden ve tüm amellerinizden riyayı çıkarmadığınız
sürece nefsinize itaat etmekten kurtulamazsınız.Nefse itaat
etmeyi bırakın artık.Allah’a itaat ve kulluk etmeye uğraşın.
Şüfeyyü'l-Esmai, Hz. Ebu Hüreyre'den naklediyor:
"Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur'an-ı ezberleyen
biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir.
Allah Teala Hazretleri Kur'an okuyana: "Ben Rasulüme inzal buyurduğum
şeyi sana öğretmedim mi?" diye soracak. Adam: "Evet ya Rabbi! diyecek.
"Bildiklerinle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teala tekrar soracak.
Adam: "Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum" diyecek. Allahu Teala
Hazretleri: "Yalan söylüyorsun! diyecek. Melekler de ona: "Yalan
söylüyorsun!" diye çıkışacaklar, Allahu Teala Hazretleri ona: "Bilakis
sen, "Falanca Kur'an okuyor" densin diye okudun ve bu da söylendi"
der. Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teala Hazretleri: "Ben sana
bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç
olmadın?" der. Zengin adam, "Evet ya Rabbi" der. "Sana verdiğimle ne
amelde bulundun?" diye Rabb Teala sorar. Adam: "Sıla-i rahimde bulunur
ve tasadduk ederdim" der. Allahu Teala Hazretleri: "Bilakis sen:
"Falanca cömerttir" desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi" der.
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teala Hazretleri:
"Niçin öldürüldün?" diye sorar. Adam: "Senin yolunda cihadla
emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım" der. Hakk Teala ona:
"Yalan söylüyorsun!" der. Ona melekler de: "Yalan söylüyorsun!" diye
çıkışırlar. Allah Teala Hazretleri ona tekrar: "Bilakis sen: "Falanca
cesurdur" desinler diye düşündün ve bu da söylendi" buyurur. Sonra
(Resulullah (sav) Ebu Hüreyre'nin dizine vurup): "Ey Ebu Hüreyre! Bu
üç kimse. Kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah'ın
ilk üç mahlukudur!" dedi." Şüfey der ki: "Ben Ebu Hüreyre'den aldığım
bu hadisi, Hz. Muaviye'ye haber verdim. Bunun üzerine: "Böylelerine bu
muamele yapılırsa, insanların geri kalanlarına neler yapılır?" dedi ve
Hz. Muaviye şiddetli bir ağlayışla ağlamaya başladı, öyle ki helak
olacağını zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki
(gözyaşlarını) sildi. Ve şunları söyledi: "Allah ve Onun Resulü doğru
söylediler: "Dünya hayatını ve onun zinetini isteyenlere, orada
işlediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe
de uğratılmazlar. İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur.
İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da
batıldır" (Hud 15-16).
Ka'b İbnu Malik (ra) anlatıyor:
Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem’in şöyle söylediğini işittim:
"Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini
kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi
cehenneme atar."
Her yerde ihlas!
İşte bu hadis de, ilim de ihlası terk edişin hazin sonu hakkında.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ilk gelen ‘’Oku’’ emrinin,
‘’Yaradan Rabbinin adıyla oku! ‘’ şeklinde gelmesi, okumanın, ilmin
Allah’ın ismiyle, yani O’nun rızası için yapılması gereğine
işarettir.
Alim geçinmek; Kendini göstermek ve dinletmek,böylece dikkatleri
üzerine çekmek, kendisine alim dedirtmek için alimlerle münazara,
münakaşa yapmak, onların ilmi faaliyetlerine katılmak, bu maksadla
ilim talep etmektir.
Sefihlerle münazara; Gurur, böbürlenme gibi nefsine yönelik gayelerle
-sefih kelimesiyle ifade edilen imanı zayıf, ameli az, dinde
lâübali,aklen nâkıs- sefih kimselerle münakaşa, mücadele yapmak için
ilim talep etmektir.
Halkın dikkatini kendine çekmek; Mevki, makam, para gibi her çeşit
dünyalığı elde etmek yada insanları kendine yöneltmek için ilim
talebidir.
İşte bu hadisiyle Rasulullah, bu niyetlerden biriyle ilim talep
etmenin kişiyi ateşe götüreceğini belirtmiştir.
Sühreverdi, el Avarif’te der ki:
‘’Münakaşa ve onunla birlikte bulunan diğer vasıflar ateşe girmeye
sebeptir, zira nefsleri o esnada kahır ve galabe için ortaya
çıkmıştır. Bu iki sıfat ise, şeytanlığa hastır.
Gerçekten de münakaşa esnasında ihlas ile nefsin galabe çalma
arzusu çarpışmaya başlar.
Bir başka hadis-i şerifde de:
‘’İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesna.
Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna.
Amel edenler de helâk oldu, ihlas sahipleri müstesna.
İhlas sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı
karşıyadırlar.’’ buyrulmaktadır.
Çünkü gururlu helâkta, gururdan kaçan ihlaslı
tehlikededir. Her an gururun pençesine düşebilme tehlikesi ile karşı
karşıyadır.
Hz. İsa (a.s)’ın " Amel için değil de, yalnız başkasına anlatmak için
ilim öğrenen, nasıl alimlerden olabilir? sözü de buna işaret eder.
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün: "Hüzün
kuyusundan Allah'a sığının!" buyurdular. Oradakiler: "Ey Allah'ın
Resulü! Hüzün kuyusu da nedir?" diye sordular. "0," dedi, "cehennemde
bir vadidir; cehennem, o vadiden her gün yüz kere Allah (cc)'a sığınma
taleb eder." "Ey Allah'ın Resulü!" denildi, "oraya kimler girecek?"
"Oraya" dedi, "amellerinde riya yapan kurralar girecektir!"
Ebu Hüreyre ve İbnu Ömer(ra) anlatıyor:
Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Ahir zamanda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar,
insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa
bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan
daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden vahşidir. Cenab-ı Hakk
(bunlar için) şöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz,
yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zat-ı Akdesime yemin
olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne
göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler."
Burada bahsedilen kişiler,dindarlık kisvesi altına girerek, dini
tahrib eden kişilerdir. Bunlar, halka güven vermek ve böylelikle
ortaya attıkları yıkıcı fikir ve faaliyetleri esnasında ortaya
çıkabilecek şüpheyi ortadan kaldırmak için Kur’anı
ezberlerler,bu yolla Kur’an’a zarar vereceklerine inanırlar.
Başka bir hadis de:
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem buyurdular ki:
"Allahu Teala Hazretleri diyor ki: "Ben ortakların şirkten en müstağni
olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa,
onu ortağıyla başbaşa bırakırım."
Hadis-i Kudsi’de Cenab-ı Hakk şunu söylüyor:
‘’Benim hiçbir ortağa ihtiyacım yok. Kim amelini sadece benim için
yaparsa, o amel nazarımda makbuldür. Kim de ameline bir başka ortak
koşarsa, yani bir başka mülahazayı da ameline dahil ederse o ameli
kabul etmem.’’
Burada kastedilen ‘’bir başka ortak’’ riyadır. Yaptığı işte insanları
memnun etme düşüncesi, dünyevi bir menfaat elde etme duygusudur.
Namazı, sırf Allah’ın emrini yerine getirerek rızasını kazanmak için
kılmak varken, bir de spor yapmış olmayı veya çevresine güven telkin
etmeyi düşünerek kılmak gibi. Bu ikinci düşünce, hadiste ‘’şirk
koşmak’’ veya ‘’ortak’’ olarak ifade edilmiştir.
Büyüklerden namazda ihlası korumaya yönelik bir tavsiye de:
İhlaslı
bir insanın camide kıldığı namaz ile evde kıldığı namaz aynı
olmalıdır. İki mekan arasındaki namaz kılma hızında, süresinde... bir
farklılık varsa, iki mekanda da aynı şekilde (her ikisinde de yavaş ve
ihlaslı olarak) kılmaya özen göstermelidir.
Ebu Hüreyre(ra) anlatıyor:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir
kısmını da iki yüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar
bazılarına bir yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden
insanlardır."
Ammar İbnu Yasir (ra) anlatıyor:
Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Kimin dünyada iki yüzü varsa kıyamet günü, ateşten iki dili
olacaktır."
Riya iki şekilde gözükür,biri başkalarına karşı takınılan
sahte tavırlar, diğeri ise kendini aldatmaya yönelik
olanlardır.İkincisi gizli olduğundandır ki,kişinin kendini
murakabe etmesi ve arınması en çok lazım gelen hallerdendir.
Kalbini kontrol ederek ve gerçekten rıza için yapıp yapmadığını
sorgulayarak, bu halleri aşar kişi ve niyetini halis kılar.
Başkalarına gösterme çabasında olan kişilerin ise daha terbiyeye
ihtiyaçları vardır, şuur eksikliğini gidermesi, bir ameli
Allah’a has kılmadıkça zerre fayda elde edemeyeceğinin
idrakine ermesi gerekir, dahası imanını dahi kontrol etmeli ve
pekiştirmelidir.
İnsanlara şan ve şeref arzusu ile teveccüh etmenin, kısa bir
hazzı uzun bir elem dönemine tercih etmek olacağını, ihlas
bahsinde Bediüzzaman Hazretleri bakın nasıl açıklıyor:
Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir.
Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer.
Şan ve şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat
değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.
Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve
şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i
cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nahoş bir
şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan
ürkmek ve kaçmak lazımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde
koşanların kulakları çınlasın!
İbadetlerde ihlasın ve bilincin önemini Kur’an da apaçık
vurgular:
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarından gafildirler
(bilinçsizce namaz kılarlar... Maun: 4-5) "
Unutmayalım ki kıldığımız namaz bizi Allah'a yaklaştırmıyor,
kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa o namazımızda bir eksiklik var
demektir.
"
Muhakkak ki namaz aşırı davranışlardan ve kötülüklerden insanı men
eder uzaklaştırır."
Nice
oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine aç ve susuz kalmaktan
başka bir şey yoktur. (Buhari-Müslim)"
"
Onların ne etleri nede kanları Allah'a ulaşır. Fakat Allah'a sadece
sizin takvanız ulaşır. (Hac : 37)"
" Nice
Kur'an okuyucuları vardır ki Kur'an onlara lanet eder "
‘’Arabiler
‘’İnandık’’(Amenna) dediler.De ki:’’Siz
inanmadınız,’Eslemla’(İslam olduk) deyin!Çünkü henüz kalplerinize
iman girmedi;eğer ALLAH’a ve Elçisine itaat ederseniz
amellerinizden hiç bir şey eksiltmez.ALLAH çok
bağışlayıcıdır,çok esirgeyicidir.’’(Hucurat suresi,14)
Ebu
Derda (R.A) da : İmanının selbinden korkmayanların imanı selp olur
der. Yani amellerimizden şüphe etmeliyiz ama bu şüphe amelin
kendisinden değil ( bu vesvesedir), amelin kabul olup olmayacağı
konusunda olmalıdır.
Bu ise
kişinin ameline güvenmemesini, her zaman Allahın rahmetine
sığınmasını sağlar.
Devamlı
havf ve reca, korku ve ümit arasında bulunur. Bu bir
otokontroldür.
Kişi ne
kendinden emin olur, bunun sonucu kendini salıverir, ne de
rahmetten ümidini keser, Allah’ın merhametinden yüz çevirir.
Çok
harikulade bir durumdur ki, iki zıt aynı anda aynı yerde
bulunmazken, kalpte havf ve recanın,korku ve ümidin aynı anda
mevcut olması ve bu iki duygu kalpte olunca ancak imanın sahih
olması.
Bu
duyguya güzel bir örnek de şu hadisedir,
Hz.
Ömer(R.A) bile, kendisinde münafıkların listesinin bulunduğu tek
sahabi olan Ebu Huzeyfe'ye, korka korka listede bulunup
bulunmadığını sormuştur.
Hz.
Huzeyfe (R.A) :"Eğer münafık olsaydın, nifaktan korkmazdın. Çünkü
münafık nifaktan emindir" der.
Emin
olmak şeytandandır ve küfürdür.
Hz. Ebu
Bekir (R.A)'ın buyurduğu gibi " Bir kişi cennete girecek dense o
kişinin ben olduğumu umarım. Bir kişi cehenneme girecek dense, o
kişinin yine ben olacağından korkarım."
Bunun
yanında bazen aşırı tevazuyla da, kalpte o duygu olmadığı halde,
riya yapılmaktadır. Bunları iyi ayırt etmek gerekir.
Sonuç itibariyle amellerimizin çokluğu bir anlam ifade etmez,
eğer ihlasla yapmamış isek, hepsi özü olmayan kofdan ibaret
kalır..
Az fakat ihlasla, şevkle yapılan,ve yapılmaya devam edilen bir
amel, çok fakat riya karışmış, ulfete boyun eğmiş amelden daha
hayırlı olsa gerektir.
Niyetlerimizi amele dönüştürmeden,ilk kalbe doğuş safhasında
kontrol etmeyi öğrenmemiz ve kendimize
‘Söyle, samimi misin? ’ sorusunu sormamız gerekir.
Bu soruş,o amelin dünya ve ukba sıhhati için, bu riyazatı
kazanmamız ise bizim kalbimizi korumamız için elzemdir.
İhlasın en tatlı meyvası ise ihsandır, sanki Allah’ı
görürcesine ibadet etme. Kişiyi ulvileştiren, Rabbi katında
değerli kılan bir kalbi histir ihlas..
Ya Rabbi! Bizleri muhlisinlerle bir kıl…
AMİN…
*Hadisler, Kutub-i Sitte’den nakledilmiştir..
Ö.Zeyneb EKİNCİ
muttakisahabe@hotmail.com
Kayseri - 06.04.2004
http://gulizk.com
|