Söyle, samimi misin?


İhlas…
İçi  ancak  Rahman’la  beraberken  dolan, kalplerden geçene O’nun vakıf  olduğunu idrak anında  anlamını bulan  kavram…

Kendi  kendine  sorar, kendini  sorgular  kişi  bazen
‘Söyle, samimi misin ?  diye..
Çünkü  yalnız  kendini  kandıramaz.
Hiçbir  kimsenin,meleklerin dahi  vakıf  olamadığı  niyetinin  duruluğunu,zahire  yansımayan  özünü  kontrole  bir  tek kendisi vakıftır, bu  murakabeyi  bir tek  kendi  yapar  ve  yapmalıdır da..
Aldatmaya  çalışsa da, kendini  aldatamaz, sebepler  ileri  sürer belki yapılması  gerekenler  adına, ama  sırf Allah  için yaptığına, böyle  değilse, kendini inandıramaz.
Çünkü  sırf  O’nun  rızasını  gözetirken  yaptığı bir  amelin, veya öncesinde düşüncesinin, kendini  Rabbine  yaklaştırdığını  ve içinde  tarifi  zor  ama  çok derin, huzura  sevk eden bir  haz  uyandırdığını  bilir, eğer  bunu önceden tattıysa.

Kalbiyle  bağını  koparmadıysa, oto kontrolünü  kaybetmediyse davranışlarını  niyetlerine  göre  ayırt edebilir  ve  neyi  rıza, neyi de rıza gibi görünse de nefsine ve  nefsinin  önemsediklerine adadığını  bilir.

Bu  biliş,kalbine  bir  burukluk  getirir  eğer  ihlasında  gölgeler varsa, tahliyeye  başlar malayanilikten  kalbini  ve  amellerini.

Dini  veya  dünyevi  her  amelin iki  yüzü  vardır. Birisi, görünen  yüzü,nasıl  ve  ne  şekilde  yapıldığı, âdâbıdır, zahiri  yüz  de  denir  buna.
Diğeri  ise, görünmeyen  yüzü, ne  için  yapıldığı yani  illetidir.Buna da onun  ahlâkı, batıni  yüzü  denir.
Bütün  amellerin  ahlaki  yüzü,  ‘’KALBİ  AMEL’’lerdendir.
Buna  kısaca niyet de  diyebiliriz.
Amelin  sahih  olması  niyetine  bağlıdır, niyeti sahih  olmayan  bir  amel, amel değildir. Amelin  iki  yüzünü  bir  paranın  iki  yüzüne  benzetirsek,yüzlerden  biri  yoksa,  o  para  para  olmadığı  gibi,bir  amelin  âdâbı  ya da  ahlâkından  birisi  yoksa o  amel de  amel  değildir.
Bir  ameli sırf Allah  ve  Rasulunun  emri  olduğu  için  yapınca,Allah’a  has  kılınca niyet sahih olur.
İhlas  ise, yaptığı  amel de  sadece  Allah’ın  rızasını  talep  etmek, niyetini  her  türlü  dünya  menfaatinden  soyutlamaktır.
"Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile Ona yönelterek sadece Allah'a kulluk et.
 Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah'a mahsustur." Zümer Sûresi, 39:2-3.

Cüneydi Bağdadi ihlasi  şöyle  tarif  eder:
‘’İhlas,kul  ile  Allah  arasında  öyle   bir  sırdır  ki,bu sırra ne şeytan vakıf olabilir ki bozsun, ne de melek vakıf olabilir ki yazsın.
Her  şey  zıttı  ile daha  iyi  bilinir, ihlasın  zıttı  ise  riyadır.
Riyanın  sözlük  anlamı  gösteriştir.
Her çeşit  ibadet  ve  dinin teşvik  ettiği hayırlı  amellerde Allah  rızasını değil, dünyevi  bir  maksat  gütmek, insanların  rızasını  aramak  riyadır.
Hadislerde,  her çeşit ameldeki ihlassızlık, riya  ile  ifade edilmiştir.
İmam  Gazali(rha) riyayı,  iyi  görünerek insanların kalbinde yer almak istemektir, diye  tarif  eder.
İbadetler de  ki  riyayı  ise, Allah’a  yaptığı  ibadet ile kulları  kastetmektir, şeklinde  ifade  eder. Ve  beş  şeyle  riya  yapıldığından  bahseder, bunlar  ise, beden, elbise, söz, amel, arkadaş çokluğudur.
İmam  Gazali(rha)  riyanın  derecelerini  ise  bakınız  nasıl  anlatıyor:

Birinci  Derece: En ağır  olanıdır. Riya  ile  yaptığı  ibadette hiç sevap niyeti yoktur. İcabında insanların yanında abdestsiz bile namaz  kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.

İkinci Derece: İbadeti gösteriş için yapar, fakat Allah’ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır, yalnızlıkta bu ibadeti yapmayacaktı. Sevaba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.

Üçüncü Derece: Gösteriş ve sevap tarafları müsavidir. Eğer riyanın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa bu ameli yapmayacaktı. İkisinin müsavi olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır. Bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.

Dördüncü Derece: İbadetini, insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye edip, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da ibadetini yapacaktır. Bu kimse sırf riya maksadıyla yapmadığı için ibadetinden fayda görebilir.

İhlasa ehemmiyet veren İslam  nazarında  riya,bir  nevi şirktir.Çünkü  hayırlı ameller Allah  için  yapılacakken  dünyevi  bir  menfaat  için  yapılınca, o menfaat  Allah yerine konmuş  olmaktadır. Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem  şirkin  bu  çeşidine gizli  şirk  manasında, şirk-i hafi demiştir.

Bir  hadisinde : “Riyanın  en  azı da şirktir’’ buyururken,

"Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Gerçi onlar, puta,güneşe, aya, taşa tapacak  değiller.Ancak amellerinde riyakarlık yaparlar,Allah  için  işlemezler" sözünden de ibret  almak gerekir.

 ‘’Kıyamet  günü  riyakar  adama:

‘’Ey  facir, ey gaddar, nefsine gadreden, ey gösterişçi mürai, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu. Amelini kime gösteriş için yaptınsa, git ondan mükafatını al! ‘’ denir.’’

Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem bir  hutbesinde ise şöyle  buyuruyor:

İbadetlerinizden  ve  tüm  amellerinizden  riyayı  çıkarmadığınız  sürece  nefsinize  itaat  etmekten  kurtulamazsınız.Nefse  itaat  etmeyi  bırakın artık.Allah’a  itaat ve kulluk etmeye uğraşın.

Şüfeyyü'l-Esmai, Hz. Ebu Hüreyre'den naklediyor: "Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

"Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur'an-ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teala Hazretleri Kur'an okuyana: "Ben Rasulüme inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?" diye soracak. Adam: "Evet ya Rabbi! diyecek. "Bildiklerinle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teala tekrar soracak. Adam: "Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum" diyecek. Allahu Teala Hazretleri: "Yalan söylüyorsun! diyecek. Melekler de ona: "Yalan söylüyorsun!" diye çıkışacaklar, Allahu Teala Hazretleri ona: "Bilakis sen, "Falanca Kur'an okuyor" densin diye okudun ve bu da söylendi" der. Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teala Hazretleri: "Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?" der. Zengin adam, "Evet ya Rabbi" der. "Sana verdiğimle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teala sorar. Adam: "Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim" der. Allahu Teala Hazretleri: "Bilakis sen: "Falanca cömerttir" desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi" der. Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teala Hazretleri: "Niçin öldürüldün?" diye sorar. Adam: "Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım" der. Hakk Teala ona: "Yalan söylüyorsun!" der. Ona melekler de: "Yalan söylüyorsun!" diye çıkışırlar. Allah Teala Hazretleri ona tekrar: "Bilakis sen: "Falanca cesurdur" desinler diye düşündün ve bu da söylendi" buyurur. Sonra (Resulullah (sav) Ebu Hüreyre'nin dizine vurup): "Ey Ebu Hüreyre! Bu üç kimse. Kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah'ın ilk üç mahlukudur!" dedi." Şüfey der ki: "Ben Ebu Hüreyre'den aldığım bu hadisi, Hz. Muaviye'ye haber verdim. Bunun üzerine: "Böylelerine bu muamele yapılırsa, insanların geri kalanlarına neler yapılır?" dedi ve Hz. Muaviye şiddetli bir ağlayışla ağlamaya başladı, öyle ki helak olacağını zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaşlarını) sildi. Ve şunları söyledi: "Allah ve Onun Resulü doğru söylediler: "Dünya hayatını ve onun zinetini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" (Hud 15-16).

Ka'b İbnu Malik (ra)  anlatıyor:
Rasulullah  sallalahu aleyhi ve sellem’in şöyle söylediğini işittim: "Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar."

Her  yerde  ihlas!
İşte  bu  hadis de, ilim de ihlası terk edişin  hazin  sonu  hakkında.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ilk gelen ‘’Oku’’ emrinin,

‘’Yaradan Rabbinin adıyla oku! ‘’ şeklinde gelmesi, okumanın, ilmin Allah’ın  ismiyle, yani O’nun rızası  için yapılması gereğine işarettir.

Alim  geçinmek; Kendini  göstermek ve  dinletmek,böylece dikkatleri üzerine  çekmek, kendisine alim dedirtmek için alimlerle münazara, münakaşa yapmak, onların ilmi faaliyetlerine katılmak, bu maksadla ilim talep etmektir. 

Sefihlerle münazara; Gurur, böbürlenme gibi nefsine yönelik gayelerle -sefih  kelimesiyle ifade edilen imanı zayıf, ameli  az, dinde lâübali,aklen nâkıs- sefih  kimselerle münakaşa, mücadele yapmak için  ilim talep etmektir.

Halkın dikkatini kendine çekmek; Mevki, makam, para gibi her çeşit dünyalığı elde etmek yada insanları kendine yöneltmek için ilim talebidir.

İşte bu hadisiyle Rasulullah, bu niyetlerden biriyle ilim talep etmenin kişiyi ateşe götüreceğini belirtmiştir.

Sühreverdi, el Avarif’te der ki:

‘’Münakaşa ve onunla birlikte bulunan diğer vasıflar ateşe girmeye sebeptir, zira nefsleri o esnada kahır ve galabe için ortaya çıkmıştır. Bu iki sıfat ise, şeytanlığa  hastır.

Gerçekten de  münakaşa  esnasında  ihlas ile  nefsin  galabe  çalma  arzusu  çarpışmaya  başlar.

Bir başka hadis-i şerifde  de:
‘’İnsanlar helâk oldu, âlimler  müstesna.
Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna.
Amel edenler de helâk oldu, ihlas sahipleri müstesna.
İhlas sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.’’ buyrulmaktadır.
Çünkü  gururlu helâkta, gururdan kaçan ihlaslı tehlikededir. Her an gururun pençesine düşebilme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Hz. İsa (a.s)’ın " Amel için değil de, yalnız başkasına anlatmak için ilim öğrenen, nasıl alimlerden olabilir?  sözü de buna  işaret eder.

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün: "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının!" buyurdular. Oradakiler: "Ey Allah'ın Resulü! Hüzün kuyusu da nedir?" diye sordular. "0," dedi, "cehennemde bir vadidir; cehennem, o vadiden her gün yüz kere Allah (cc)'a sığınma taleb eder." "Ey Allah'ın Resulü!" denildi, "oraya kimler girecek?" "Oraya" dedi, "amellerinde riya yapan kurralar girecektir!"

Ebu Hüreyre ve İbnu Ömer(ra) anlatıyor:

Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Ahir zamanda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden vahşidir. Cenab-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zat-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler."

Burada  bahsedilen  kişiler,dindarlık kisvesi  altına  girerek, dini  tahrib eden kişilerdir. Bunlar, halka  güven  vermek  ve  böylelikle  ortaya  attıkları  yıkıcı  fikir  ve  faaliyetleri  esnasında  ortaya  çıkabilecek  şüpheyi  ortadan  kaldırmak  için Kur’anı  ezberlerler,bu  yolla  Kur’an’a  zarar  vereceklerine  inanırlar.

Başka  bir  hadis de:

Ebu Hüreyre (ra)  anlatıyor:

Rasulullah sallalahu aleyhi ve selem  buyurdular ki: "Allahu Teala Hazretleri diyor ki: "Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım."

Hadis-i Kudsi’de  Cenab-ı Hakk şunu  söylüyor:

‘’Benim hiçbir ortağa ihtiyacım yok. Kim  amelini sadece benim için yaparsa, o amel nazarımda makbuldür. Kim de ameline bir başka ortak koşarsa, yani bir başka mülahazayı da ameline dahil ederse o ameli kabul etmem.’’

Burada  kastedilen ‘’bir başka ortak’’ riyadır. Yaptığı işte insanları memnun etme düşüncesi, dünyevi bir menfaat elde etme duygusudur.

Namazı, sırf Allah’ın emrini yerine getirerek rızasını kazanmak için kılmak varken, bir de spor yapmış  olmayı veya çevresine güven telkin etmeyi düşünerek kılmak gibi. Bu  ikinci  düşünce, hadiste ‘’şirk koşmak’’ veya ‘’ortak’’ olarak ifade edilmiştir.

Büyüklerden  namazda  ihlası  korumaya  yönelik bir  tavsiye de:

İhlaslı bir insanın camide kıldığı namaz ile evde kıldığı namaz aynı olmalıdır. İki mekan arasındaki namaz kılma hızında, süresinde... bir farklılık varsa, iki mekanda da aynı şekilde (her ikisinde de yavaş ve ihlaslı olarak) kılmaya özen göstermelidir.

Ebu Hüreyre(ra)  anlatıyor:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir kısmını da iki yüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar bazılarına bir yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden insanlardır."

Ammar İbnu Yasir  (ra)  anlatıyor:

Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kimin dünyada iki yüzü varsa kıyamet günü, ateşten iki dili olacaktır."

Riya  iki  şekilde  gözükür,biri  başkalarına  karşı  takınılan  sahte  tavırlar, diğeri  ise  kendini  aldatmaya  yönelik  olanlardır.İkincisi  gizli  olduğundandır  ki,kişinin  kendini  murakabe  etmesi ve  arınması  en  çok  lazım  gelen  hallerdendir. Kalbini  kontrol  ederek  ve  gerçekten  rıza  için yapıp yapmadığını  sorgulayarak, bu  halleri  aşar  kişi   ve niyetini  halis  kılar.

Başkalarına  gösterme  çabasında  olan  kişilerin  ise daha terbiyeye  ihtiyaçları  vardır, şuur  eksikliğini  gidermesi, bir  ameli  Allah’a  has  kılmadıkça  zerre  fayda  elde  edemeyeceğinin  idrakine  ermesi  gerekir, dahası  imanını  dahi  kontrol  etmeli ve pekiştirmelidir.

İnsanlara  şan  ve  şeref  arzusu  ile  teveccüh  etmenin, kısa  bir  hazzı  uzun  bir  elem  dönemine  tercih  etmek  olacağını, ihlas  bahsinde  Bediüzzaman Hazretleri  bakın  nasıl  açıklıyor:

Teveccüh-ü nâs  istenilmez, belki verilir.

Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan  ve  şeref  arzusuyla  teveccüh-ü nâs  ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık  yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.

Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir  kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nahoş  bir  şekil  aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lazımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!

İbadetlerde  ihlasın  ve bilincin  önemini Kur’an  da  apaçık  vurgular:

"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarından gafildirler (bilinçsizce namaz kılarlar... Maun: 4-5) "

Unutmayalım ki kıldığımız namaz bizi Allah'a yaklaştırmıyor, kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa o namazımızda bir eksiklik var demektir.

" Muhakkak ki namaz aşırı davranışlardan ve kötülüklerden insanı men eder uzaklaştırır."

Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine aç ve susuz kalmaktan başka bir şey yoktur. (Buhari-Müslim)"

" Onların ne etleri nede kanları Allah'a ulaşır. Fakat Allah'a sadece sizin takvanız ulaşır. (Hac : 37)"

" Nice Kur'an okuyucuları vardır ki Kur'an onlara lanet eder "

‘’Arabiler   ‘’İnandık’’(Amenna)  dediler.De  ki:’’Siz  inanmadınız,’Eslemla’(İslam  olduk)  deyin!Çünkü  henüz  kalplerinize  iman  girmedi;eğer  ALLAH’a  ve Elçisine  itaat  ederseniz  amellerinizden  hiç  bir  şey  eksiltmez.ALLAH  çok  bağışlayıcıdır,çok  esirgeyicidir.’’(Hucurat  suresi,14)

Ebu Derda (R.A) da : İmanının selbinden korkmayanların imanı selp olur der. Yani amellerimizden şüphe etmeliyiz ama bu şüphe amelin kendisinden değil ( bu vesvesedir), amelin kabul olup olmayacağı konusunda olmalıdır.

Bu ise kişinin  ameline  güvenmemesini, her  zaman Allahın  rahmetine  sığınmasını  sağlar.

Devamlı  havf  ve  reca, korku  ve  ümit  arasında  bulunur. Bu  bir  otokontroldür.

Kişi ne  kendinden  emin  olur, bunun  sonucu  kendini  salıverir, ne de  rahmetten  ümidini  keser, Allah’ın  merhametinden  yüz  çevirir.

Çok  harikulade  bir  durumdur  ki,  iki  zıt  aynı  anda  aynı  yerde  bulunmazken, kalpte  havf  ve  recanın,korku  ve  ümidin  aynı anda    mevcut  olması ve  bu  iki  duygu  kalpte  olunca  ancak imanın sahih olması.

Bu  duyguya güzel  bir   örnek  de şu  hadisedir,

Hz. Ömer(R.A) bile, kendisinde münafıkların listesinin bulunduğu tek sahabi olan Ebu Huzeyfe'ye, korka  korka  listede  bulunup bulunmadığını sormuştur.

Hz. Huzeyfe (R.A) :"Eğer münafık olsaydın, nifaktan korkmazdın. Çünkü münafık nifaktan emindir" der.

Emin olmak şeytandandır ve küfürdür.

Hz. Ebu Bekir (R.A)'ın buyurduğu gibi " Bir kişi cennete girecek dense o kişinin ben olduğumu umarım. Bir kişi cehenneme girecek dense, o kişinin yine ben olacağından korkarım."

Bunun  yanında bazen aşırı  tevazuyla  da, kalpte  o  duygu  olmadığı  halde, riya  yapılmaktadır. Bunları  iyi  ayırt etmek  gerekir.

Sonuç  itibariyle amellerimizin  çokluğu  bir  anlam  ifade  etmez, eğer  ihlasla  yapmamış  isek, hepsi  özü  olmayan  kofdan  ibaret  kalır..

Az  fakat  ihlasla, şevkle  yapılan,ve  yapılmaya devam  edilen  bir  amel, çok  fakat  riya  karışmış, ulfete  boyun  eğmiş  amelden  daha  hayırlı  olsa  gerektir.

Niyetlerimizi  amele  dönüştürmeden,ilk  kalbe  doğuş  safhasında  kontrol  etmeyi  öğrenmemiz  ve  kendimize

‘Söyle, samimi misin? ’  sorusunu  sormamız  gerekir.

Bu  soruş,o  amelin  dünya ve   ukba  sıhhati  için, bu  riyazatı  kazanmamız  ise  bizim  kalbimizi  korumamız  için elzemdir.

İhlasın  en  tatlı  meyvası  ise ihsandır, sanki  Allah’ı  görürcesine  ibadet  etme. Kişiyi  ulvileştiren, Rabbi  katında  değerli  kılan  bir  kalbi  histir  ihlas..

Ya  Rabbi!  Bizleri  muhlisinlerle  bir  kıl…

AMİN…

*Hadisler,  Kutub-i Sitte’den  nakledilmiştir..

Ö.Zeyneb EKİNCİ
muttakisahabe@hotmail.com
Kayseri - 06.04.2004
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail