mlerle
donanmasında önünde duran en büyük engelin kendisi, yani nefsi
olduğunu biliyor muydunuz?
Nefsin lügat manası bir şeyin ‘ kendisi ’ demektir
ve yaradılış itibariyle imtihanın asıl yönünü oluşturur. İnsanı hiç
günah işlemeyen meleklerden ayıran en önemli özelliği , nefs sahibi
olması, tercih yapabilmesi ve cüzi iradesinin olmasıdır.
Nefs, tanınması ve aşılması gereken bir engel
olarak çıkar karşımıza.
Dünya imtihanını hakkıyla verenler , nefsini en iyi tanımış
olanlardır.
Nefsin askerlerinden en güçlüsü ise kişinin aklıdır.
İmam-ı Gazali (r.a) hazretlerinin buyurduğu gibi, insanı hakikatten
saptıran, vücudundaki hücreler kadar engeller, saptırıcılar vardır.
Bunların tamamı denilebilecek kadar büyük kısmı, kendi aklından
gelmektedir.
Her türlü ücub, kendini beğenme , kendi
düşüncelerinden başka düşünce tanımama ve benzeri şeyler, aklın insana
verdiği saptırıcı, kötü telkinlerdir. Bunlarla mücahede etmek ve karşı
gelmek ise kolay değil, en büyük cihattır.
İslam ahkamını ve Peygamber Efendimiz (sav)’in
sünnetini kendi aklının hizmetine değil, aklı dinin hizmetine , Allah
emrinin hizmetine vermek gerekir.
Bu ise, aklını Allah ve Rasulü’nun emrine ‘ teslim etmekle ‘ olur.
Nefs ve ruh , ak ve kara gibidir. Zıt iki kutup.
Beraber bulunmalarına rağmen amelleri hep karşıttır. Muharebe
meydanına benzer insan bu yönüyle.
Her an, hem de eksiksiz her an süren bir iç mücadele...
Rasulullah (sav);
Mücahit, asıl itibariyle hevasıyla, nefsiyle mücahede eden, muhacir
de, kötülüklerden hayra ve iyiliğe göç edendir.
buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir.
“Koruma zırhında , kuzu postuna bürünen kurttur insan nefsi ,
eğitilmemişse !” desek, yanlış olmaz.
Birazcık gözlem yeteneğimiz varsa , kendini daima haklı sananların rol
aldığı sayısız sahnelerle bu gerçek gözümüz önündedir hayat boyu.
Toplumda her zaman örneklerine rastladığımız, üst düzey öğretim görse
de eğitimden nasip almadığı için ‘ cahil ’ diye nitelenen kişiler , bu
dışarı yansıyan korkunç tabloyu görmeyi becerebilselerdi durumları
farklı olurdu herhalde.
Nefs , bencil olması yanında kişiyi güzele
taşıyacak her şeyin de karşısındadır.Rabbine varan yolda sinsice tuzak
kurmuş , bakterilerin vücut direncinin düşmesini bekleyip saldırması
gibi olumsuz olayları, zayıflıkları adeta gözlemektedir.
Hastalık , bakterilerin vücutta bulunuşu ile değil, vücudun savunma
mekanizması dediğimiz ‘’ immun sistem ’’ ‘in bakteri ataklarına karşı
koyamamasıyla başlar.
Direnç düşer, vücut teslim olur.
Yani bilinç saklanır, nefs egemen olur. İrade askıda, nefs hücumdadır.
Bu saydığımız özellikler “nefsi emmare” diye bilinen, ilerleyişin ve
güzelliklerin karşısındaki ‘’ ham ‘’ nefse aittir.
Nefse pay vermemek için, namazı lezzetle kılmayı
yanlışlık sayan büyükler bile vardır.
Neden lezzetle, yani haz duyarak kılmayı
istemezler?
Çünkü, vazife olarak yapmak lazımdır. Ne o, ne bu,
her şeyin dışında namaz en büyük vazifedir,
diye düşünürler, haksız da değillerdir.
“Erkanına tam riayet ederek, müstehablarına bile
uyarak namaz kılıyorsun, bu huşu, bu güzellik herkesin harcı mıdır?”
İşte nefsin namazdan kendine çıkardığı pay bu şekilde
kişiyi asıl özden alıkoyar.
Nefsi öyle bir anlattık ki, en çetin düşman bile
onun kadar azılı ve tehlikeli olamazdı. Bu noktada aklımıza önemli bir
soru geliyor , nefs ortadan kalkar mı?
Nefs asla ölmez, öldürülemez. O , eğitilebilir
ancak.
Ruhun nefse söz geçirebilmesi, nefsin eğitildiğinin
göstergesidir. Zaten bizi nefs sahibi yaradan Rabbimiz,
bizi onunla sevmekte ve nefsimizi öldürmemizi
değil, onu eğiterek kendi emrine, insanda ondan bir parça olan ruhun
emrine vermemizi ister.
Nefsini öldürdüğünü sananlar aldanıştadır,
ona bu yolda ne kadar işkence edilirse edilsin,
sonuç hüsrandır.
Sahte mistikler , sürekli nefse eziyet etmenin
kendisini bir yere götüreceğini zannederler.
Bu derin nüansı İmam-ı Rabbani şöyle açıklamıştır:
Nefse bu kadar şeriat dışı ceza vermek, nefsi ters
tarafından yine mükafatlandırmaktır.Çünkü nefs,
hiçbir şey yapamayınca, bu defa o halin keyfine
düşer.
Ashaptan biri Ramazan’da gölgede oturmuyor, hem
oruçlu, hem de gölgeyi istemiyor.Allah’ın Rasulu bu hal karşısında
hemen emrediyorlar : ‘’ Orucunu tut ve gölgede otur.’’
Hududu değiştirince bütün iş tersine dönüyor.
İnce iş aslında.
Büyük velilerden biri , nefsinin ağzından bir köpek
şeklinde çıktığını ve yerdeki bir tabak yemeğe doğru süründüğünü
görüyor ve bağırıyor:
‘’ Oh ! Benden gittin !..Seni bir daha ağzıma
almayacağım.!
O zaman bir nida duyuyor: ‘’ Onu ağzına al, biz
seni onunla seviyoruz.! ‘’
Nefsi öldürmeye çalışmak, ya insanın gerçek
gayesini ve kendisini kaybetmesine yol açar , ya da büsbütün nefsin
eline teslim eder, sefalet derecelerinin en altına indirir.
Yapılması gereken ise , nefsi şeriatın çizdiği
hudutlar dahilinde tatmin ederek, NEFSİ NEFSLE AŞMAKTIR.
Bu ise nefsin hilelerini her an sezebilmekle olur.
Hıristiyan ahlakı, nefse eziyet şeklinde tecelli
ederken yine nefsi doyurur.
Şeriat ise , nefs eziyetten memnun hale gelince,
nefsi o memnuniyetten çıkarmak için nefse yeniden hak verilmesini
öngörür.İzahı biraz güç…
Gıdasını kesmeden onu dizginlemek yani.İşkence
değil eğitim ile...Telkin ile belki de.
Bu ise amellerde devamlılıkla, öyle ki ahkamda ve
sünnette tek noktayı dahi atlamadan devamlılık ile ,
ip üzerinde yürüyormuşçasına dikkat ve hassasiyetle
mümkündür.
Yani şeriatle mümkündür.Bu arada şeriat nedir?
Fıtri bir duyguyu(maddi veya manevi), kendinde olan
diğer duyguları ve başkasında olan hiçbir duyguyu rencide etmeden
tatmin yoluna ‘ şeriat ‘ denir.
Yaradılışla insana bahşedilen her duygu tatmin
ister,
nefs bu duyguları isyan yoluyla tatmine uğraşırken,
şeriat ona bu duygularını nasıl tatmin edeceğini öğretir.
İşte nefs gibi cihad-ı ekber, zor bir hasım ancak
şeriatla ruha boyun eğer.
‘Her zorlukla bir kolaylık vardır ‘.
Nefsin , hedeflerimize set çekişine set çekecek çok
kuvvetli bir duygu vardır özümüzde:
Muhabbettullah !
Rabbimize olan muhabbetimiz.
Evet, nefs devamlı bazı tercihler sunuyor önümüze,
yapmak veya yapmamak arasındaki sıkışmışlıktan bizi kurtaracak en
önemli güç, Allahu Teala’ya olan sevgimizdir.
O’nun emirlerinden veya nehiylerinden birisini,
nefsin bir arzusuna tercih ederken,
ağır basan terazi kefesine konan sadece
kalbimizdeki sevgi ve sevgilinin sevgisini kaybetme korkusudur.
Allah korkusu budur işte.
O’nun sevgi nazarının üzerinden ırak olacağı
endişesi, gerçekten seven kişi için en çok korkulan şeydir.
İçinde her zaman taşıdığı , sevgiye layık olamama
kaygısı, O’na hep yakın durmasını ve hoşnutluğuna talip olmasını
sağlar.
‘Seven, sevdiğine itaat eder ‘.
Şimdi böyle seven bir kişiye, onu maksudundan
uzaklaştıracak bir teklif sunulsa, elinin tersiyle itmesi doğaldır.
Rasulullah (sav)’in bir elime güneşi, diğerine ayı
koysanız, Rabbimi ve dinimi sizin verdiklerinize değişmem diyerek,
sevgisini kainata meydan okurcasına haykırması en güzel örneklerden
biridir.
Şüphesiz onun hayatı bize en güzel örnekleri sunar.
Kendisinin, Rabbi tarafından imtihan için nefs ile
yaratıldığını bilen kişi, eğitilmemiş haliyle nefsinin insan-ı kamil
olma yolunda kendisine engel olduğunu bilir.
İlk işinin onu tanımak ve eğitmek olduğunu da.
Ve en güzel eğitim yolunun da Rabbinin kendisine
gösterdiği yol olduğunu.
Eğitim ölene kadardır, çünkü Rahman’a yaklaşma da
sınır yoktur.
Her an, bir önceki andan daha ilerde olmaya gayret
şarttır.
Önce istemeli, sonra Rabbine yönelmelidir kişi,
sonra da O’nun sevgisiyle bunu başarabileceğine inanmalı.
Zaman zaman başarısızlığa uğrasa da yılmadan azimle yoluna devam
etmelidir.Onun bazen ‘ kaybediyor gibi’ görünmesinde bile bir kazanç,
iniyor görünmesinde bile bir çıkış vardır.Yeter ki niyetine ihlas
hakim olsun…
Önümüze çıkan her engel aşılmak içindir.
Nefs de öyle….
Nefsi kendiyle aşan , kişinin özünde var olan sevgidir.