Sevmek;
bir insanı, bir mesleği, bir ideali ya da bir fikri...
Hayatı ona adamak adarkense çürümemek,
ezilmemek
o sevgi ile motive olmak ve değer bulmak. Herkesin günümüzde
çok bol kullandığı, ama değerini gerçekten verebildiğini
düşünmek gereken bir söz var: “Seni
seviyorum”.
Artık
o kadar ayağa düştü ki bu söz, bir zamanlar söylenmesi dünyanın
en kutlu eylemi sayılan ve hakkını verememekten korkulan bu
değerli cümle, sahtekâr dudaklarda
çürümüş bir sakıza dönüştü...
Sevgilerin
en güzeli; Allah ve Resulü’nün sevgisidir. Ama, günlük
hayatın keşmekeşi içinde onca sahte sevgiden sıyrılıp geçim
derdini, çocukların problemlerini ve hayatın gailesini bir
yana atıp Resul’ü sevmek ne kadar da zor. Belki de bir anlık
hissettiğimiz o sevgiyi sürekli hale getirmek, o karmaşaya rağmen,
bir yanımızda saklayabilmek nasıl mümkün olur diye düşünürken,
aklımıza onları sevenlerin sevgisini incelemek geldi. Bu
sayede O’na giden yolda biz de bir şeyler yapabilir, hayatımızı
bu öğretmenlerden kapabileceğimiz sevgi formülleriyle daha
anlamlı hale getirebilirdik.
Resul’ü
sevmek; hayatın en güzel rengi. Hele de bu sevginin bizi yeşerteceğini,
temizleyeceğini bilmek onu aramakta daha da hırslı hale
getiriyor insanı. Allah nasip ederse bu arayış içerisinde
Resul aşkıyla yanan Allah Dostlarını araştıracağız,
onların nasıl sevdiklerini ve bu sevda uğruna neler
yapabildiklerini görüp bazen şaşırıp, bazen ağlayacak,
sevgisiz geçirdiğimiz yıllara duyduğumuz pişmanlıkla, oto
kontrolümüzü yapacağız.
Allah’ın
VEDUD; yani seven ve en çok sevilmeye layık olan ismini seçerek
klavyenin tuşlarına dokunuyorum. Umarım Rabbim bu konuda bana
lazım olan gönül açıklığını ihsan eder.
Sevgilinin
Sevgilisi: Hz. Hadice-i Kübra(r.a)
Bugün
eğer nasip olursa Hz. Hatice’ den bahsetmek istiyorum.
Sevginin anlamını en güzel ifade eden, “hanımefendi”
kelimesinin en çok yakıştığı gerçek bir sevgi öğretmenini
tanıyacağız şimdi. Hüveylid kızı Hatice değil anlatacağım.
O kadar basit ve sıradan değil anlatacağım insan. Hepimizin
kitaplardan öğrendiği Hatice de değil. Ruhsuz ve duygusuz
ders kitapları arasına onu sıkıştırmak ve beynimizde öylece
şekillendirerek yıllarca tanıdığımızı sandığımız bu
sevgi öğreticisini, bugün duygu ve sevgi boyutuyla tanıyacağız.
Saygın
Bir Karakter: Hanifti Hatice,
hiç puta tapmadı. Cömertti Hatice, çünkü kendi ayakları
üzerinde durabilen nadir kadınlardandı. Kadının ikinci sınıf
sayıldığı, sözüne fazla da itibar edilmeyen bir toplumda,
kendine saygı duyuracak ve sözünü dinletecek kadar da kişilik
ve vakar sahibiydi. Hatice; bize bir müminin nasıl olması
gerektiğini daha Müslüman olmadan önceki dönemlerinde anlatıyordu
ve biz görüyorduk ki böylesi şekillenen her kişilik, bir gün
Allah tarafından seçilir ve İslam ile şereflenir. İslam
bize müdanasız olmayı öğretir; birilerine yaslanmamayı,
kendine yeter olmayı, şahsiyet sahibi olmayı, paylaşmayı
bilmeyi, entelektüel olmayı ve yaşamın sunduğu acı
tatlı her olaydan dersler çıkararak olgunlaşmayı... İşte
Hz. Hatice bu karakterde bir hanımdı.
Sevgiliye
Hazırlanan Rafine Bir Eş: O
Resul’den çok önce gelmişti dünyaya, bunun sebebini yalnızca
Allah bilir. Naçizane fikrimiz, Allah’ın Hatice annemizi dünyaya
Resul’den önce göndererek onu rafine etmesi, olgunlaştırması
ve Resul’e layık bir hale getirmesi için olabilir. Zira, bu
mükemmel hanımefendi eşini temsil etmeli, yeni dini en güzel
şekilde algılayıp onu tebliğ etmeli ve eşinin küfür karşısında
içinde kabaran tüm sıkıntıyı, zehir emen bir vakum gibi çekerek
O’nu rahatlatan bir insan haline gelebilmeliydi. Bunun için
de, hayatı daha önce
tanıması gerekiyordu!..
Geleneğe
Baş Kaldıran Bir Hanım: Hz.
Hatice o kadar kendine güvenen ve ne yaptığını, ne istediğini
bilen bir hanımdı ki; Peygamber Efendimiz’i ilk gördüğü
an, O’nun doğru kişi olduğunu anlamış, kalbinde O’nu eş
olarak kendine seçmişti. Oysa o güne kadar gelen tüm evlenme
tekliflerini reddediyordu, iki eşi olmuştu ve yaşı 40 civarındaydı.
Buna rağmen güzellik ve zarafetiyle aranılan bir eş adayı
idi. Fakat O, buna rağmen tüm tekliflere
sebepsiz bir şekilde ret cevabı veriyordu. Oysa
Resul’ü gördüğü ilk anda İlahi bir hisle “işte O”
dedi. Kendinden 10-15 yaş küçüktü, bekârdı; ama bunlar
Hatice için önemli değildi. Çünkü O, kararını vermiş,
kalbinde sevgi pınarları coşmuş ve aradığını bulmuştu
artık. Hemen hizmetçilerinden birini yollayıp evlenme
teklifini iletmek istediğinde karşısında kınayan ve ayıplayan
bir grup buldu. Bu nasıl olurdu?!.. Bir kadın bir erkeğe, üstelik
kendinden oldukça küçük yaşta bir erkeğe nasıl bunu
teklif ederdi?!. Tüm Arabistan, bu dedikodu ile çalkalanır ve
rezil olurlardı. O’nun toplum içinde bir saygınlığı vardı,
böyle bir teklif her şeyi alt üst edebilirdi. Bu yüzden
O’nu kararından vazgeçirmeye çalıştılar, ama dudaklarından
hepimize örnek olacak şu cümleden başkası çıkmadı: “KİM
NE DERSE DESİN. BEN KARARIMI VERDİM, KINAYICILARIN
KINAMALARINDAN KORKMUYORUM”.
İşte
bugün dahil, hepimizin kendimize mihenk taşı yapmamız
gereken tek bir cümle “kim ne derse desin” inandığımız
davalar uğruna, sevdiğimiz ve Allah rızası için olan her şey
uğruna eğer bizde bir gün “kim ne derse desin”
diyebiliyor ve her şeyi ardımızda bırakmayı başarabiliyorsak,
hem kişilik manasında, hem de iman bağlamında olgunluğa
ermişiz demektir. Özellikle bu dini yeni yaşamaya başlayan,
yeni örtünen, namaz kılan kardeşlerimizde var olan “el
alem ne der?” korkusu ve düşüncesi Hatice annemizin o
muhteşem sözü ile anlamsızlaşıyor.
Kocasıyla
Aynîleşen Bir Zevce: O,
Resulullah’ ı gördüğü anda sevgisinin hakkını vermeye
başlamıştı bile. Kervanlarına ya da başka bir deyişle
nakliye şirketine müdür olarak tayin ettiği Resul, iş için
yola çıktığında, damda, bahçede O’nun gelmesini bekler
ve “Eğer o şu anda sıcakta bunalıyorsa, ben serin evlerde oturamam, soğuk
sular içemem” derdi. Bunu anlayabilmek için onun içinde
yaşadığı şartları iyi bilmesi gerekirdi. Hatice annemiz
sevgisinin tesiri ile sıcaklığın 50 dereceleri geçtiği günlerde,
gönlünü verdiği o insanın çilesini daha iyi anlayabilmek için
damın başında beklerdi.
O’nun
bu anlayış mücadelesi daha sonra evliliklerinin diğer
merhalelerinde farklı şekillerde kendini gösterecek, Hz.
Hatice eşinin arkadaşı, sırdaşı, yoldaşı, annesi, öğrencisi
olacaktır bu sayede...
En
Mutlu Gelin: Eğer
bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsanız ve o şeyi canı gönülden
istiyorsanız o size mutlaka nasip olur. Çünkü Allah
vermeyeceği şeyi istetmez. Hz. Hatice Muhammed’i sevmişti
ve istiyordu. Bu sevgi yalnızca bir hanımın bir erkeğe duyduğu
hislerden başka anlamlar içeriyordu. Kalbi onunla doluydu,
gerekeni de yaptı tüm adet ve gelenekleri bir yana atıp ona
talip oldu. Ve bu teklif kabul edildi. İşte dünyanın en
mutlu gelini olmuştu. Onca İlahi terbiye ile yetişmiş bu hanımefendi,
şimdi layık olduğu mevkii bulmuş ve Âlemlerin Efendisine eş
olmuştu...Ve şimdi sıra bunun, bu sevginin hakkını vermeye
gelmişti.
Teslimiyet
Anıtı Bir Eş:
Aslında planlı programlı hiçbir şey yoktu. Her şey, büyük
bir tablodaki nakışlar gibi en iyi
şekilde işleniyordu, ama tablonun genel resminden
kimsenin haberi yoktu. O tabloyu Yaratan, orada kimin ne renk
vereceğini, kimin hangi desende olacağını zaten belirlemişti.
Hz. Hatice annemiz ise o tablonun en müstesna renklerindendi.
Yaklaşık on iki yıl süren evlilikleri boyunca bir kez bile
sesini yükseltmemiş, bir kez bile muhalif fikirlerde bulunarak
eşine eziyet etmemişti. Katılmadığı düşünceleri olduğunda,
bunu en uygun dille mantıklı bir şekilde eleştirmiş,
fikirlerini açık bir şekilde ama kırmadan öne sürmüştü.
Daha sonraki dönemlerde Peygamberimizin diğer evliliklerinde,
eşleri arasında belki onların yaşlarından ve hayat tecrübesizliklerinden
kaynaklanan cedelleşmelerinin, Hz Ömer’in bile kızı
Hafsa’ yı uyardığı türde diklenmelerin hiçbiri Hz.
Hatice ile olan evliliğinde gerçekleşmemişti. Ne bir maddi
istek, ne diklenme, ne de sert tavırlar, serzenişler. Hiçbiri
olmamıştı.
Aşkıyla
Yücelen Bir İnsan:Birini
severken yaptığımız bir yanlış vardır hep; O kişiyi
severiz, o kadar çok severiz ki kendimizi yok eder değersiz
hale getiririz. Bir zaman gelir ki, adeta o kişinin kölesi
haline geliriz. Bu da karşıdaki insanın bizi kişiliksiz ve
değersiz görmesine, bu sevginin bir şekilde istismar
edilmesine dahi sebep olur. Hani Freud ‘un meşhur “insan
insanın kurdudur” sözü gibi yiyip bitiren bir hayat törpüsü
haline gelir. Oysa kişi sevdiğini severken, kendini unutmamalı
o sevgi ile yeni anlamalar katmalıdır kendine. Tıpkı Hz
Hatice gibi. O sevgisinin altında hiç ezilemedi, ezmedi de, ne
törpüledi karşısındakini ne de yapışıp karşıdakinin
hayat damarlarını kuruttu. Freud un tersine “insan insanın
kurdudur”, ”İnsan insanın cennetidir””mesajını verdi
bize, onararak eşinin yaralarını.
Hıra’daki
Gizli Bekçi:
Eşi kırk yaşına gelip de, Mehmet Doğramacı kardeşimizin
tabiriyle; “insan perhizine”, uzlete çekilmeye başlayınca
O’na yemek taşımaya başladı. O sıralarda ortalama elli-
elli beş yaşlarındaydı ve Mekke’ye gidenler bilir, çıkılması
yarım saat süren Hıra Dağı’na yemek götürmek maksadıyla
çıkar, mağaranın önüne yemek kaplarını koyar daha sonra
gidiyor gibi yapar ve koşup bir taşın ardına gizlenir, bazen
iki bazen üç gün, aç susuz bir halde mağaranın ağzına doğru
ona bir zarar gelmesin diye beklerdi. Onu himaye etmeyi kendine
görev edinmişti. Bir gün Cebrail gelip “EY MUHAMMED HATİCE
BURADA” dedi. Peygamberimiz “EVET BİLİYORUM” deyince
Cebrail (a.s) “HAYIR O HEP BURADA HİÇ GİTMİYOR Kİ” şeklinde
cevap verdi. Belki eşinin yolunu beklerken dam üzerinde ya da
bahçede O’na yaktığı türküleri ve şiirleri
Peygamberimiz hiç duymadı, ama bu bekleyişi Allah O’na
duyurdu.
Allah’ın
Selam Yolladığı Kadın:
Bu harika içtenliğin karşılığı olarak O’na selam yolladı.
Peygamberimiz gelip, “Cebrail (a.s)’ın ve Allah’ın sana
selamı var” dediğinde bu muhteşem sevgi öğretmeni aynı
zamanda zekâsının ve konuşma kabiliyetinin doruğunda bir
cevap verdi: “Cebrail’in selamını alıyorum, ama Rabb’im
zaten Selam’dır, tüm selamlar zaten O’dur.” diyordu.
Kıskanılan
Ölü:Hz.
Hatice annemizi bazen Resulullah’ ı dizlerinde teskin
ederken, bazen gözyaşları içinde İslam davası için mücadele
ederken bazen bir anne bazen bir sırdaş olarak görüyoruz ve
anlıyoruz ki, bir kadın ya da erkek birbirlerine eş olmanın
yanı sıra, aynı zamanda arkadaş, sırdaş, öğretici, yoldaş
olduklarında o birliktelik anlam kazanır ve o birliktelik o
zaman vazgeçilmez olur. İşte Hatice annemiz bunu yaptığı için
onun öldüğü yıla Peygamberimiz HÜZÜN YILI demiştir.
Aralarındaki bu sevgi o kadar büyüktür ki, eşi öldükten
sonra dahi onun uzak akrabalarına bile hürmet ve ikram etmiş
ve yeri geldiğinde hırkasını çıkarıp altlarına sermiştir.
Daha sonraki dönemlerde evlendiği Hz. Aişe annemiz Hz.
Hatice’den ve Resul ile onların aşklarından bahsederken şöyle
der: “Bir gün Hatice’nin bir akrabası geldi, içeri girmek
için izin istediğinde onun sesini duyan Peygamber’in rengi
birden değişti gözleri ışıldadı ve şöyle dedi ‘Sesin
Hatice’ye o kadar çok benziyor ki’ ve bunu söylerken onu
bir daha görememenin verdiği hüzünle öyle mahzunlaştı
ki... Hz Hatice’ye olan sevgisini çok defa kıskandım. Ben
bir ölüyü kıskandım” demiştir. Oysa sonraki eşleri daha
güzel, daha genç olmasına rağmen, Hatice annemizi bu kadar
özel yapan şey, gönle inen yolun bazı fiziksel özelliklerde
değil, yürekte ve kişilikte olduğunu da bizlere öğretmiştir.
Servetini
Davasına Adayan Bir Eş: Altmış
üç yaşında olmasına rağmen Hatice annemiz Peygamberimize
yedi –sekiz evlat vermiştir. Bu da sevginin başka bir tezahürüdür.
Bahçede güneşin altında İslam’ın güncelleşmeye başladığı
ilk günlerde eşi dışarıda iken oturan ve O’nu anlamaya çalışan,
bugünkü değeriyle 450-500 milyarlık bir nakliye şirketinin
sahibi iken, tüm servetini henüz yüz elli kişi bile olmayan
Müslümanlara su ve yiyecek almak için gözünü kırpmadan
harcayan, ne olacağı bilinmeyen bir mücadelenin içinde inancını
ve azmini hiç yitirmeden eşine destek veren bir
hanımefendi. O mücadele elini kolunu bağlayıp
durmayan, tüm ters giden olaylara rağmen umudunu hiç
kaybetmeyen adeta bir şarj makinesi gibi Peygamberimizin o çileli
günlerinde, hüzünlendiği her anda yanında olup onu adeta şarj
eden bu mükemmel hanımefendiyi Resulullah daha sonraki
zamanlarda tanımlarken şöyle diyordu: “HATİCE TÜM DERDİMİ
VE HÜZNÜMÜ BİR ANDA ALAN BİR VAKUM GİBİYDİ’’ diye özetliyordu
bu derin sevdayı. Bu mükemmel sevgi öğretmeni bir gün şirketinin
anahtarlarını alıp eşinin önüne koyar ve şöyle der:
“Artık bunlar senin” Peygamberimizin cevabı ise şöyle
olur: “Hayır ben senin şirketinde sadece bir müdürüm,
beni sıkıntı altında bırakma ne olur anahtarları geri
al”. Bize burada evli bile olsa eşinin ticaretine, onun parasına
müdahale etmeyen özerk bir birliktelikte yatmaktadır. Bunun
üzerine Hz. Hatice’nin cevabı şöyle olur: “Ben seni tanımadan
önce belki bunca malın bir anlamı vardı, ama seni ve İslam’ı
tanıdıktan sonra dünya sadece hizmet için vardır, şimdi bu
parayı ve anahtarları al ve Müslümanlar için bu dava için
harca” Her şeyin anahtarını söküp Allah ve Resulü’nün
önüne koymak, bu cesareti göstermek kimin harcı olabilir
ki!..
İçine
takılıp kaldığımız menfaatlerimizi, arzularımızı, emeğimizi
hepsini toplayıp önüne koymak ve “İşte anahtarlar, artık
bunlar sadece Allah ve Resulü’nün emrindedir!” demek,
hangi babayiğidin harcı ki?.. Bunu yapabilmek, inancına aşkla
bağlanmakla kabil olur. O da bize bunu öğretti zaten.
Dünyevi
Değerlere Prim Vermeyen Bir Hanım:İçinde
bulunduğu statüsü, o zamanın en önemli mevkisi olan ve
evlendikten sonrada Peygamber eşi olarak İslam toplumunda saygın
ve sevilen bir yere oturan bu hanımefendi, hiçbir zaman dünyevi
makam ve hırsların esiri olmamıştır. Tevazu ve cömertliğini
her mekânda göstermiştir. Peygamberimizi ziyarete gelen Ebu Süfyan’
ın hizmetçisine baldan şerbet yapan ve eliyle ikram eden, içeriye
girmeye utanan hizmetçi ve cariyelere “Madem siz bahçede
bekleyeceksiniz Resulullah’ ı, o halde ben de bahçede
sizlerle birlikte otururum” diyerek hiçbir sınıf ayrımcılığına
gitmeyen kaç insan tanıyorsunuz? Günümüzde evinde temizliğe
gelen gündelikçiye Ramazan ayında ya da lokantada bize hizmet
eden garsona “Hadi önce sen aç orucunu, sonra ben açarım”
diyen onu oturtup hizmet eden bir kardeş var mıdır acaba?...
“Müslümanım” desek bile aşamadığımız onca etiketin
ve sosyal sınıfın altında bunu yapacak kişi sayısı üç
beştir belki de...
Fatıma’nın
Annesi:
Zengin ve rahat bir hayatın ardından öldüğü zaman dört
yaşındaki minicik kızına ufak bir çeyiz bile bırakamayacak
kadar sıfıra inen bir maddi imkânsızlığa “önemi yok,
ben onu Allah’a emanet ediyorum” diyecek kadar tevekkül
sahibi bir hanımefendi. Acaba kızlarına çeyiz düzme derdine
düşerek sandıklara milyarlarca liralık bez parçalarını
dolduran, bunun yanında İslam’ı, Allah’ın yasak ve
emirlerini öğretmekten bîhaber şimdiki hanımlarımıza iyi
bir ders vermiyor mu?
Çağdaş
Haticeler Var mı? Bir
eşi, bir Peygamberi, bir evladı, bir davayı nasıl seveceğimizi
en güzel şekilde öğreten en güzel öğretmenlerden birini
tanıdık bu hafta şimdi
var mı içinizden ‘’kim ne derse desin uğruna inandığım
bu Allah ve Resulü’nün aşkı için tüm anahtarlarımı ,tüm
çıkarlarımı alıp senin ve Resulü’nün önüne koyuyorum
Ya rabbi!” diyecek, “Kim ne derse desin ben bu örtümü,
namazımı, inancımı hepsine ve her şeye rağmen yaşayacağım”
diyecek ve yola çıkacak sevdalı Haticeler?!.”
Not:
Onk. Haluk Nurbaki’ nin “Nurdan Anneler” isimli kitabından
yararlanılmıştır.
|