İşte
bir öğretmen daha... Hanımları inceledik, bu haftada da
erkek öğretmenimizden bahsedeceğiz. Bu öğretmenimiz çok özel,
çünkü O bize Allah Resulü’nü sevmeyi öğreten, hem de görmeden
sevmeyi öğreterek tüm ümmete rehber olan bir şahsiyet. Yüreğine
taş basma pahasına, içinde bulunduğu misyonu kavrayan, eğiten
bir öğretmen Üveys.
Özlem Ateşi: Dünya
takvimlerine göre, Resul’den
çok önce geldi O dünyaya. Dünya imtihanındaki yerini
Resul’den önce aldı. Tıpkı Hz. Hatice annemiz gibi gelip
yanmış, pişmiş ve rafine
olmuştu. Yokluk ve çile dolu günler içinde bir de annesinin
hastalanması ve O’nun bakımına ihtiyaç duyması ile Üveys’in
imtihanına bir başkası daha eklendi. Resul aşkı kalbine doğmuş,
hiç görmediği ama hep duyduğu Peygamber’e karşı muhabbet
rüzgârlarına kapılmıştı. Allah’ın izniyle Resul’ü
sevenler kervanına O da katılmıştı. Rüyalarında görür,
çoğu zaman deve otlatmak için dağlara çıktığında, yalnız
kaldığında hayaller kurardı. Tek bir emeli vardı, bir gün
O’nu görebilmek. Bu hasretle yandı, tutuştu.
Arkadaşlarının Teklifi: Resulullah’ı
görmek için bir teşebbüste
bulunmuştu; ama annesinden aldığı iznin yeterli
olamayışı sonucunda bu denemesi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Mekke’den Resulullah’ı göremeden döndüğü günün akşamında
annesi, ”Üzülme oğlum üzülme, sen beni memnun ettin ya,
Allah da seni memnun edecektir. Resulullah’ı sana öbür dünyada
gösterecektir” der. Anneye itaatin derecesini imtihan eden
Allah, bizlere Üveys ile bir mesaj daha yollar. Bu mesajın özünde
şu vardır: ”Anne
ya da Baba mahrum durumda ise onlara hizmet etmek, bir
Peygamber’e hizmetten daha makbuldür”. Bunu savaşlar
sırasında da görüyoruz. Savaşa katılmak isteyen, annesi
hasta bir sahabeye geri dönmesini, savaşmak yerine ona bakmasını
emreder. Oysa günümüzde anne babasını ayak bağı gören,
adını “kuşak çatışması” koyarak onları kendilerinden
çok uzak bir dünyaya hapseden, hastalandıkları zaman
tiksinip en yakın huzurevine yollayan mantık, ne bilsin bu
sabrın cennetlere mal olacağını?!..
Bu
başarısız denemeden sonra Karen köyünde onu seven insanlar,
Üveys’in daha bir içine kapandığını, daha bir hüzünlü
dolaştığını fark etmişlerdi. Aralarında toplanıp anlaştılar,
O’na gidip şöyle dediler: “Üveys, hüznünün ve özleminin
büyüklüğünün
farkındayız. Eşlerimizle konuştuk, annen ile konuşur ikna
ederiz istersen bir kere daha dene ha, bir kez daha git
Medine’ye belki bu sefer olur...”
Bana Ruhsat Yok: Bu
teklif karşısında Üveys’in gözlerinden yaşlar boşanır.
“Hayır” der, “Gidemem, bana ruhsat yok” “Ama neden?
Bu haline dayanamaz oldu seni sevenler. Gidersen hüznün
bitecek içinde yanan bu özlem ateşi biraz daha azalacak,
neden hayır diyorsun, özlemedin mi?” diye sorduklarında, Üveysin
cevabı şöyle olur: “Özledim,
O’nu çok özledim. Karanlığın ışığı özlediği gibi
özledim. Nasıl ki ışık gelince karanlık
kaybolur, onu görünce ben de kaybolurum biterim.
Eskiden ağlardım halime, ağlamıyorum da artık, ağlamak da
geçti benden. Çünkü ağlamak da bir tür benlik kaygısıdır.
O kaygı geçti benden, ben artık “HİÇ’’ oldum. Zaten ağladığım
zamanlarda da mutsuzluktan değildi göz yaşlarım. Ben hiç
mutsuz olmadım ki, ben göz yaşlarımla içimdeki yangını söndürürdüm.
Bana ruhsat yok arkadaşlar, bana görmek için ruhsat yok”.
Nasıl bir özlem ki yanarsın, ağlarsın, yok olursun ama
gitmene izin verilmeyeceğini sana bambaşka bir misyon yüklendiğini
anlar ve boğazına düğümlene düğümlene “hayır”
dersin. Belki de dünyanın en zor “hayır” sözüdür
dudaklardan çıkan. İçin binlerce defa “EVET” derken
imtihanının farkına vararak “HAYIR” diyebilmek.
Burada
bizce farklı bir hikmet de şudur:
Gerçek aşkı tadanlar, bunun lezzetini firkatte (ayrılık)
bulmuşlardır. İz bırakan aşıklar kavuşmamaları ile
ibrettirler. Mecnun-Leyla’ya, Ferhat-Şirin’e,
Arzu-Kanber’e kavuşamamıştır. Şayet Üveys Resul’e kavuşsaydı
yanardı. Işığın gerçek aşıkları pervanelerdir.
Pervaneler aşklarına kurban eder kendini. Üveys bir
pervaneydi. Resul’ü görse belki bu eceli olurdu. Kaldıramazdı
bedeni bu ulvi aşkı.
Yetim Ümmete Öğretmen: Ruhsat
olmadığını biliyordu O. Biliyordu, çünkü kendinden sonra
gelecek olan yetim ümmete “GÖRMEDEN SEVMEYİ” öğretecek
ilk öğretmen olacağını. Muhammed aşkıyla yanacak nice
nesillere dönüp “işte
ben de yandım kavruldum bu aşkla, sizler gibi görmeden sevdim
O’nu, yüzünü,kokusunu, sesini bilmeden sevdim. İnsan böyle
de sevebilir Resul’ü, böyle de yanar bir sevdaya”
diyordu. Seçilmişti
O. Öğretmenlik vasfını taşımak zordur. Eğitimci olmak; önce
kendi yaşayıp sonra yaşatmak demektir. “Damdan düşenin
halini yine damdan düşen anlar.” Yetim ümmete öğretmen
olarak seçilen şahsiyet de önce kendi yanmalıydı ki, Resul
aşkına yanmayı öğretsin. Peygamberimiz Onun için “Allah
aşkının kokusu Yemen’den geliyor” ya da “Rahmet kokusu
Yemen’den geliyor” diyerek, bu sevgisinin yüceliğini
teyit etmiştir. Hatta “Rabbim bugün bana Yemenli bir genç olarak tecelli etti” buyuracak
kadar üstündür Üveys. O’na hırkasını yollayarak bir
nebze olsun hasretini dindirmiştir. Bu büyük zat,
Resulullah’tan sonra da yaşamış, Sıffin savaşında Hz.
Ali’nin safında şehit düşmüştür.
Üveys’in duası:Veysel
Karani Hazretleri Baras isminde bir hastalığa tutulmuştur. Bu
hastalık sırasında ettiği dua sonucu Allah ona şifa vermiş,
sadece küçük bir iz kalmıştır vücudunda. Eminiz ki bu
izin sebebi hikmeti de o rahatsızlığını hiç unutmaması ve
şükrünü yapması içindir. Bizler de dua ederken müstecap
olanları söylemeliyiz. Üveys’in duasının tercümesi şöyledir.
“Allah’ım!
Sen benim Rabbimsin; ben Senin kulun.
Sen
her şeyi yaratan Halık’sın; ben ise Senin mahlûkun.
Sen
rızk veren Rezzâk’sın; ben ise Senin rızkınla beslenen.
Sen
mülk sâhibi Mâlik’sin; ben ise Senin kölen.
Sen
gerçek izzet sahibi olan Azîz’sin; ben ise âciz ve zelil.
Sen
hazîneleri bitmeyen zengin, Ganî’sin; ben ise fakr-ı mutlak
içinde, ihsânına muhtacım.
Sen
gerçek hayat sahibi Hayy’sın, ben ise hayat verişin olmasa,
bir ölü.
Sen
varlığı ebedî olan Bâkî’sin; ben ise gelip geçici bir fâni.
Sen
sonsuz izzet ve/şeref sahibi Kerîm’sin; ben ise zillet ve kötülükler
içinde bocalıyorum.
Sen
ihsan sahibi Muhsin’sin; ben ise günah ve kötülük işleyen.
Sen
günahları bol bol bağışlayan Gafûr’sun; ben ise günahkâr.
Sen
sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Azîm’sin; ben ise küçük
ve değersiz bir hakîr.
Sen
gerçek kudret ve kuvvet sahibi Kavî’sin; ben ise sınırsız
acz içinde bir zaîf.
Sen
bağış ve ihsanı verensin, ben ise lütuf ve ikramına muhtaç
bir dilenci.
Sen
her türlü zarar ve korkudan uzak Emîn’sin, ben ise maddî
ve manevî korkular içinde biri.
Sen
cömertlik sahibi Cevâd’sın, ben ise cömertliğine muhtaç
bir miskin.
Sen
kullarının duâlarına cevap veren Mucîb’sin; ben ise Sana
dûa edip yalvaran.
Sen
şifâ veren Şâfi’sin; ben ise türlü türlü dertlere müptelâ
bir hasta.
Sahabenin Bile Dua İstediği
Kişi: Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) Veysel Karani hakkında, “Onun duâsını
isteyiniz!” buyurmuş. Sahabe-i Kiram da O’ndan duâ talep
etmişler. Biz
de duası kabul olunan Veysel Karani’nin duasıyla Rabbimize
yalvaralım. Şu maddî ve manevi musibetlerin def’i için bu
müstecab duâyı kendimize şefaatçi edinelim
Gazzali
der ki: “Allah aşkı
her gönülde var olan bir çekirdektir. Ancak şartlar elverdiğinde
yeşerir,filizlenir ve güçlenir.’’Bu
çekirdek hepimizde var ise eğer Üveys gibi onu sulayacak gözyaşları
lazım bize. Ama çoğumuzun böyle bir derdi dahi yok. Ama
bizim bu yazıları yazmamızın sebebi,kendimizde dahil
hepimizin bu dert ile dertlenmesi için değil mi?
.........
Bu
haftaki öğretmenimiz Üveys idi. Rüyalarla eğitilen, içine
Allah aşkı ve Resul sevdası mühürlenen, gelecekteki
misyonunu fark eden bir yüce şahsiyet.
Selam
olsun sana Yemenli Üveys!.. Selam olsun senin yolundan gidip o
sevdayı gözyaşlarıyla sulayanlara!.. Ve selam olsun günümüz
Üveys’lerine...
|