Ebû
Bekir Şibli, üçüncü asrın irfân yıldızlarından
biridir. Horasan, Bağdat civârında feyizler saçıp, ikaz ve
irşatlarda bulunmuş, yaşayışıyla fiilen örnek olmuştur.
Bu sebeple, ilminden fazla, hâli dikkati çeker, sözünden
ziyade yaşayışı örnek alınırdı. Kendi halk arasında az
görünürdü, ama halkın içinden ayrılmayı da uygun görmez
ve şöyle derdi: "Halkın içinden kaçmak marifet değildir.
Asıl marifet halkın içinde iken kendi içine dönebilmektir."
Kendisine bir gün şöyle dediler: "Filân zât, Dicle
suyu üzerinde seccadesini serip namaz kılıyormuş."
Tebessüm eden Şibli şöyle cevap verdi: "Onlar çocuk
oyuncağı gibi şeylerdir. Mütefekkir insanlar böyle
oyuncaklarla eğlenip kalmamalı, işi daha derinlere götürmelidir.
Bu gibi şeyler kabı küçük olanların avunacakları
faziletlerdir."
Ebû
Bekir Şiblî, hâdiselere hikmetle bakan bir ibret ehliydi de.
Vermek istediği bir fikri, bazen hikmetli bir vak'ayla
nazarlara takdim eder; düşünmeyi te'mine gayret gösterirdi.
Bir gün dostlarına sordu: "Beni ciddi olarak seviyor
musunuz?" Hep
birlikte cevap verdiler: "Efendimiz, bunu sormak bile bize
ağır geliyor. Şüpheniz mi var sarsılmayan
sevgimizden?" Bu
defa eline geçirdiği odun parçalarını dostlarına doğru fırlatan
Şibli, dostlarının "bu adam aklını oynattı
galiba" diyerek birer ikişer uzaklaştıklarını gördü.
Tekrar sordu: "Ey benim sarsılmayan dostlarım, nereye
gidiyorsunuz böyle birer, ikişer?" Dediler ki:
"Nereye olacak, evlerimize!"
"Hani beni seviyordunuz. Niye terk
ediyorsunuz?" "Efendimiz,
siz bize fırlattığınız odunlarla başımızı, gözümüzü
yaralayıp bize sıkıntı verdiniz. Bu durumda artık yanınızda
duracak hâlimiz kalmadı." Şibli, mütebbessim,
"Geliniz, geliniz. Ey benim sahte dostlarım!" dedi ve
ilâve etti: "Dostluğun şanı odur ki, dostundan zarar da
gelse sineye çekecek, acı da gelse rıza gösterip terk
etmeyecek. Siz benim hakiki dostum olsaydınız, bende rahatsız
edici bir tavır görülünce sabreder, ıslahıma çalışırdınız,
terk etmeyi tercih etmezdiniz..." Böylece bir imtihanı kaybeden dostları, yine çevresini
aldılar. Vaaz ve nasihatlerinden istifadeye başladılar.
Dostluğun şartını da böyle fiili bir örnekle,
unutulmayacak şekilde öğrenmiş oldular.
Şibli’
ye sordular:
-Sana bu ilimde ilk rehberlik eden kimdi?
-Bir köpek
-Nasıl yani? Biraz açar mısın?
-Bir köpek gördüm, bir derenin yanında durmuş su içmek
istiyordu. Suda kendi aksini gördüğü için kendine benzeyen
aksinden korkuyordu. Suyu içemedi.
-Sonra?
-Köpek susuzluktan harap ve bitap düştü, sonunda suya
kendini attı. Kana kana su içti. Ben de Allah’ın her şeyde
ibret yarattığı bu olaydan dersimi aldım.
Artık
korkmasına lüzum kalmamıştı. Kendisinin kendisine perde
olduğunu köpeğin bu durumuyla idrak etmişti.
Şibli,
ölümünden önceki son hastalığında, kendisini ziyarete
gelen bir talebesinden, kendisini camiye götürmesini istedi.
Son bir defa daha gitmek istiyordu. Azamiye Cami’ine... Yolda
rastladığı bir kişiyi gösterdi talebesine; "Şu Zâta
dikkat et, yarın onunla bir işim olacak benim!" dedi.
Hizmetkârı olan talebesi, Üstadının bu meçhul adamla ne işi
olacağını bir türlü anlayamamıştı. O gece sayılı
nefeslerinin sonuna geldiği sırada Şibli vasiyetini yaptı.
Şöyle diyordu: "Bağdat'ın filân mahallesinde sâlih
bir cenaze yıkayıcısı var. Benim cenazemi o yıkasın. Bu
benim vasiyetimdir. sakın ihmal etmeyiniz." Talebesi, Üstadının
vefat ettiği gecenin sabahında vasiyetini yerine getirmek üzere,
O’nun bildirdiği adrese gidip de kapıyı çaldığında, Ebû
Bekir Şibli Hazretleri'nin bir gün önce "Bu adamla yarın
işim olacak" dediği zâtla karşılaştı. Kendisi daha
hiçbir şey söylemeden o zâtın suali şu oldu:
"Şibli bizden önce gitti değil mi?"
"Nereden bildiniz?"
"Dün
söylemişti size. Bu adamla yarın bir işim olacak diye. O, boş
konuşmaz.”
Bodrum
- 15.04.2003
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com
|