On dokuzuncu yüzyılda bilimde yaşanan gelişmeler, atom üstü boyuttaki birçok insanlık tarafından bilinmeyenin aydınlanması ve bilimin uygulanması olan teknolojinin gelişmesine sebep olmuştur. Teknoloji ilk uygulamalarını öldürme sanatı da diyebileceğimiz askeri alanda göstermiştir. Yirmi birinci yüzyılın tohumları atılırken adeta toplumsal şekillenme, geçmiş felsefelerin bizim boyutumuzda bilim ve sonucu olan teknoloji ile oluştu. Burada dört ana felsefe ve onların oluşturduğu medeniyetler ile özetlenebilir. Çin’de oluşan felsefi akımlar, Hint felsefesi, Yunan -Roma felsefesi, İslam felsefesi (tasavvuf).

Çin’deki 15.yüzyıla kadar oluşmuş askeri teknoloji, tıp, ve diğer mühendislik uygulamaları hiçte küçümsenmeyecek ölçüdedir. Hintlilerin ortaya koyduğu matematik problemleri ve teoremleri hala sıcaklığını korumaktadır. İslam felsefesinin yayıldığı Müslüman toplumlarda çağındaki tıp, kimya, astronomi ve astroloji ise yarışın başladığı dönem için takdire değer ölçülerdedir. Diğer yandan, yirmi birinci yüzyılda karşımıza çıkan tablo Yunan – Roma felsefesinin batı toplumlarına bilim ve teknolojinin yolunu açtığı bunun sonucunda toplumsal gelişmesinde diğer medeniyetlerin çok ötesine geçtiği gerçeğidir.

Avrupa’da gelişen Rönesans ve reform hareketleri ve Fransız İhtilali ile Avrupa’da ve Amerika’da Yunan ve Roma felsefesinin temellerinin halk kitleleri tarafından benimsenmesini sağlamıştır. Ne var ki İslam  felsefesi olan tasavvufun Müslüman toplumlarda geniş halk kitlelerine yayılmadığını söyleyebiliriz. Aslında Kindinin ve Farabi’nin ortaya koydukları da Aristo’nun çözümlenmesi idi. Bu çalışmalar  bile müslüman toplumlarda çok kısıtlı çevrelerce ele alınmıştır. Tasavvufu varlığın özünde olan mutlak gerçeklerin insanlığa açıklanma metodu olarak tarif edersek Aristo, Eflatun’un ortaya koyduklarının da tasavvuf içinde değerlendirilebileceği sonucu çıkar. Bunun o devrin toplumlarına, hatta bugün batı toplumlarının bakış açısını oluşturmaktadır. Diğer bir deyim ile, batı medeniyeti tasavvufun bakış açısını en ilkel biçimde de olsa ortaya koymaktadırlar. Şu bir gerçek ki tasavvuf insana ve insanlığa sonsuz ufuklar açar. Bunu henüz insanlık ilim yönüyle toplumsal bazda yaşamadı kanaatindeyim. Konuyu taraf tutma ve fanatik bir biçimde değerlendirmek doğru olmaz. Nitekim tasavvufun toplumlarda soyut kalmasında dolayı çok marjinal kesimlerde anlaşılmasının sonucu olarak bugün bütün Müslüman toplumlar bilimde ve teknolojide geri kalmıştır. Halbuki tasavvuf o kadar geniş boyutları ile insanı ve tabiatı ele almaktadır ki, tasavvufun toplumsal idrakinin sonucunun bugünkü bilimin ve teknolojinin rotasını değiştireceği mutlak gerçektir. Bu savı bir slogandan öteye götürmek istiyorum.

Bugünkü bilimin ve teknolojinin giremediği belli kilit noktalar vardır. Bunları çözümlemeden bilimin insanlığa hizmeti maddi planda kalacaktır. Çünkü bilimin esası gözlemlemedir. Bir fenomenin defalarca aynı koşullarda aynı sonuçları vermesi ve bunun insanın beş duyusuna indirgenmiş olarak aynı şekilde algılanması gerekir. Aksi takdirde o konunun bilimsel geçerliliği tartışılır. Bu nokta bilime büyük güven duyulmasının ana sebebidir. Diğer taraftan bilimin kısıtlanması söz konusudur. Örneğin bugün genel bilim literatüründe evrenin varolmasıyla ilgili olarak Big Bang (Büyük patlama) varsayımı kabul görmektedir. Oysa tasavvuf felsefesiyle konuyu değerlendirebilen bir kişi çok basitçe şu sonuca varabilir. Sonsuz sınırsız olan ve izafi olarak algılanan veya algılanmayan sonsuz boyutlar içeren varlık için bir başlangıç veya son söz konusu olamaz. Dolaysıyla tek bir big bang ile sonsuz sınırsız evrene bir başlangıç koymak doğru bir varsayım değildir.

Teknolojinin, sonsuz  ve sınırsızı idrak yolunda evrimine devam eden insanoğluna sunduğu değerler oldukça önemli kilometre taşlarıdır. Teknolojinin beş duyuya indirgeme araçları geliştikçe somut olarak algıladığımız gerçeklerde artmaktadır. Bu sene fizikte nobel ödülü alan Nötrino ile ilgilli çalışma buna bir örnektir. Diğer taraftan düşünen beyinlerin oluşturduğu felsefede sorgulanan konular bilim ve teknolojinin bu sınırlarını tanımaz. Felsefenin bilimin ötesinde olmasının sebebi de budur. Öyle ise neden tasavvuf felsefenin ötesindedir? Bu noktada benim görüşüm elit felsefenin çoktan teke bir yaklaşım ile varlığı idrak yolu seçerken, tasavvufta bu her iki yönlü sunulmaktadır. Tekin çoklukta boyutsal inzali ve feed back ile kesretten tekin idraki. Bu noktanın algılanması ise bilimin ve teknolojinin istikametini değiştirecektir. Bu değişim ile insana daha fazla yatırım yapılacaktır. Yine konuyu basit bir örnek ile açmak gerekirse kuantum fizikokimyasının felsefi sonuçları hologramik bir biçimde tekin her noktada sonsuz-sınırsız biçimde varolduğu sonucunu ortaya koymuştur. Tasavvuf ise insanın evrim halkasında geldiği son nokta itibariyle bunu kendi bilincinde bütün yönleriyle ve somut bir biçimde yaşanabildiği savındadır. Öyle ise tasavvuf etiğini almış bilim dünyası huble teleskopuna yaptığı yatırımın mislince insandaki beyin ve fonksiyonlarının incelenmesine harcayıp tasavvufun sistematik açıklamalarını deneysel olarak sonuçlandırmak zorundadır.
Bilim ve teknoloji aslında insanlığa hizmet etmektedir. Tıptan elektroniğe, bilgisayara kadar bütün teknoloji  insanlığa bir şeyleri kolaylaştırmak içindir. Bu noktada gözden kaçan çok kritik bir nokta vardır. Bugünkü bilim ve teknoloji ölüm ötesi yaşamı yok farz eder. Bu noktaya girmez. Halbuki tasavvufun en temel bakış açısında en son evrim noktasındaki insan hayvandan farklı olarak sonsuz bir yaşam sürmektedir. Bu durumda bilimin ve teknolojinin insanlığa bu gerçekleri somutlaştırabilecek duruma gelmesi ile bütün insanlığa en büyük hizmeti yapmış olacaktır. Teorik olarak böyle bir iddiada bulunmam belki mistik-bilimkurgu olarak nitelendirilebilir.
Şu önemli hususu vurgulamak isterim, tasavvuf, felsefe, bilim, teknoloji ve insan birbirinden ayrı değerler olmayıp bir bütündür. Öyle ise bazı önyargıların esiri olmadan olayları soğukkanlılıkla değerlendirmek gerekir. Maalesef bugünkü insan toplumlarında önyargısız ve soğuk kanlı yaklaşım söz konusu değildir. Carl Sagan’ın Contact isimli eserinin son kısmında, üretilen o uzay aracına binecek kişi seçilirken yapılan bir konuşma hayli ders verici niteliktedir. İnsanlığın yüzde doksanı tanrıya inanırken tanrıya inanmayan birini bu araca pilot seçmek doğru olmaz.

Turhan Doğan
turhandogan@hotmail.com
http://
gulizk.com
Tokyo -
24.06.2003

 


Üst Ana sayfa e-mail