Hayat, birey ve âlem hep O’nun eseri olmasına rağmen, kesret ve vahdet kavramları tasavvuf düşüncesinde olagelen, zaman zaman kendini bulan, bir düşünce ve ruh tarzı…

Bir de kendini her türlü baskı ve düşünceden kurtarmak için bu beden varlığı en öne çıkarıp kendi dünyasının sultanı olan bir düşünce var.Buna “egoizm” diyoruz,  daha da  ileri gidip “tabiat ana” diyerek tabiatı sınırlayan. “Her şey doğar büyür ve ölür” felsefesini taşıyan, din kavramından öte bir techisat ile techisatlanmış  bir idrak var ki, bu idrak kendini her türlü şartlanmadan ayırmasına rağmen, sınırlamış, kendi kendine sınır çizmiştir. Yani kendini kendi odasına kapatmıştır. Bundan da “kâfir” veya “dinsiz” diye bahsedilmektedir…..

Bir de şöyle bir insan türü var ki, asla inançlarından ödün vermez, dini inançlarına sıkıca bağlanmış, duyduklarını olduğu gibi kabullenen, BAĞLANTI    (ukl =akıl) kuramayan, yap denileni yapan, yapma denileni yapmayan... Elbette ki, böyle bir inancı kâfirliğin arkasında bırakamayız, çünkü cennet ehli olduğunu emir ve yasaklara uymasıyla gösteriyor.

Allah’a yakın olmaya gelince iş değişiyor; Resulullah a.s. damadı ve amca oğlu Ali için, “Ene medinetül  ilmihi  ve  aliyyün babua”(Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır ve Ya Ali! Sen Allah’a akıl ile yakın olanlardan ol.”demiştir. Şimdi gelelim bağlantı kurma işine, ne ile bağlantı kurulacak? Akıl ne kullanır, elbette ki ilim...Hangi ilim? Elbette, Allah’ın ilmi... “İlmi ledün” demiyorum henüz...Ne olursa uygundur, ne değildir bunun muhakemesi yapılır. Temyiz yaparız. Sonraki devrede ilmi ledün gelir ki, bu bağlantı kıvrak zekâ ister. Akıllara durgunluk verip zorlar, aklın bir adım yukarı sıçramasını sağlar. Resulullah der ki ; ilmi öğreniniz çünkü Allah uğrunda ilmi öğrenmek bir iyiliktir.İlimden bahsetmek Allah’ın ismini tesbihtir.
İlmi aramak cihattır.ilmi tahsil etmek ibadettir.ilmi öğretmek sadakadır.
ilmi ehline bezletmek (esirgemeden saçmak) Allah’a yaklaşmaya vesiledir.
Vay cahile fayda vermeyen şu âlime!...Vay âlimden istifade etmeyen cahile !

Zorlanan akıl, yeni bir saha açar, ancak şartlanmalar hemen settar ismiyle setr eder. Eğer şartlanma var ise, kabullenme  zor olur; yok ise yani “kâfir” diye nitelendirdiğimiz birey kapıyı açıp dışarı bakarsa bir anda tekamül söz konusudur. Öyle bir tekamül ki, yıllarca bilinen İslam’ın içindekinden daha üst seviyeye çıkması olasıdır. Şartlanmış olmak, insanı kayıtlaması dolayısıyla kendi kendini beş duyu ile  sınırlamaktır, oysa ki Hz. Ali (keremallahveche  )der ki: “Sen sanırsın kendini küçük, oysa sende âlem var en büyük...”

Görülen o ki, kişi techiz edildiği şeyleri terk etmek istemiyor. İnsan  kolay geleni ne ise ona göre fiil yapar.Bu kolaylık techiz ettiklerini terk etme yolunda ise, tekamül artar, direnme yolunda ise yavaşlar. Hiç unutulmamalı ki, tekamülün zamanı şu andır.Anı değerlendirmeliyiz. Dünya ahiretin tarlasıdır; ne ekersek onu biçeceğimizi unutmamalıyız.
“Keşke öteki âleme geri dönsek de Allah’ın emirlerini yerine getirebilsek denildiğinde, kendisine  senin geldiğin yer neresiydi?”  âyetinin muhatabı olmaktan Allah’a sığınırım.

Bodrum - 14.08.2002
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail