Eşkıya
filminden sonra uzun yıllar, bayağılığın arasından bizi
kurtaracak, bağrımıza basabileceğimiz, ikinci bir senaryoyu
bekleyip durduk. Ancak biliyorduk ki, toplumsal yaşantımıza
merhem olabilecek bir serüven, eninde sonunda bizi bulacaktı.
Kimileri tarafından pek abartılı bulunan Vizontele’yi, bu
bakımdan önemsedim. Bir film eleştirmeni olmadığımı bile
bile üzerine
gittim. Hiç de hakkım olmadığı halde, filmi eleştirme
yollarını aradım. Sonuçta şu satırlar kaleme geldi:
İnsanın
bazı şeyleri tanıyabilmesi, şüphesiz ona ihtiyaç
duymasıyla mümkündür. İhtiyaç duymanın bedel ve yükümlülüklerini
bizzat üstlenmesiyle
de bu düşüncesi
geçerlilik kazanabilir.
Bir
sınır kasabasında, ilkel bir ortamda, insanların beklediği,
ihtiyaç duyduğu şey, batının sahip olduğu bir nimete yıllar
sonra da olsa kavuşmaktır.
Buna kısaca, halkın dışavurumu
diyebiliriz.
Bahsedilen nimet, muamma gibi görülen, konuşan ve resimli bir
nesne!...
Bir televizyon, her eve girebilen sinema!...
Köyün kaygısız yaşayan
insanları oldukça önyargılı... Biraz alay, biraz da
heyecanla onun çalışmasını beklemeye koyulurlar.
Ona sahip olabilenler, her defasında ücret ödedikleri ve bıkkınlık
duydukları sinemaya gitmekten de
böylece kurtulmuş olacaklardır. Onlar için, TV
tabi ki, ayrıcalıklı, özgür bir konum yaratacaktır.
Algıladığım
kadarı ile, Vizontele’deki ana tema buydu...
Film
bana 70’ li yıllarda büyük
bir lüks gibi kabul edilen
TV’ nin alınışı sırasında duyduğum heyecanla geçen
anılarımı hatırlattı.
Adeta bir sanduka görünümündeki bu araç, ailece bizi sevince boğmuştu. Ahşap viran evimizde
çatıya alıcı koymanın güçlüğünü yaşamış (
aynen filmde olduğu gibi ), ona uygun bir yer bulmakta epeyce zorlanmıştık...
O güne kadar, TV seyredebilmek için yakın komşularımıza taşınmaktan,
onların da bizleri her seferinde büyük bir özveriyle kabul
etmelerinden ötürü hissettiklerimi
hiç unutamam.
Vizontele
hayatın insanlara yaptığı oyunu anlatan, bazen
hayallerin gerçekleşemeyeceğini
vurgulayan bir
yapıt olarak düşünülmüş.
Ülkenin
sınır kentinde, yani ulaşılabilecek en uzak noktasında
duyulan bu heyecan, beklenmedik bir acıyla son buluyor. Kaderin
cilvesi bu ya, TV’yi halka izlettirebilmek için büyük uğraşlar veren bir
babanın askerdeki oğlunun ölüm haberi, yine TV’ nin
ilk çalışması sırasında görüntüleniyor. Senaryonun, tam
komedi türü bir yapıt olduğu kanıtlanırken, ansızın
“u” dönüşü yapılarak hüzün ve kederin oldukça ölçülü
şekilde yakalanabilmesi, filme ayrı bir estetik boyut kazandırmış.
Çok
arzulanan, istenilen şeylerin, sonunda mutlaka olumsuzlukla
bittiğini göstermesi bakımından, Vizontele iz bırakıyor
diyebilirim...
Ayrıca,
dünün doğal ve uğraş
verdiren işinin, bugün
için hiçbir şey ifade etmediği gerçeği de filmde
yakalayabildiğim başka bir husus...
Doğrusunu
söylemek gerekirse, izlediğim
kadarı ile, Vizontele
için yapılan abartılı
propagandayı pek yadırgadım.
Tanıdık
simalardan seçilen oyuncuların bazılarını
pek başarılı bulamadığımı, değişik rollerde bayağı
zorlandıklarını, film ile tiyatronun ayrı ayrı değerlendirilmesi
gereken sanat dalları olduğunu fark ettim.
Vizontele
sıra dışı bir film, ama konu üstünlüğü açısından Eşkıya
ile kıyaslayamam. Eşkıya’nın
gücü oldukça ağır basar.
İstanbul
- 15.02.2001
http://sufizmveinsan.com
Haziran 2001
Yedi İklim
|