2.Bölüm

Günahkarı kendisi için meşru olan herhangi bir ameli yapmaya muvafık olursa o günahkâr olmaz.

Fakat meşru haklarından herhangi birisine muvafakati gerçekleşmezse, o zaman İslâm'a muhalefet etmiş olur. Zira kaidedir; bir mahal, şeyden veya onun zıddından boş kalmaz. Tabiatın boşluğu kabul etmediği gibi. Kul da yapacağı fiilinin mahallidir. Dolayısıyla, o fiilin İslâm'a muvaffak veya muhalif olması zaruridir.

Bazen bir zamanda, kulun yaptığı bir fiilinde, tevfîk kendisiyle kâim olduğu gibi, aynı o anda diğer bir fiilinde kendisiyle kâim olmayabilir. Buna misâl: Gasb edilen bir evde namazı eda eden musallidir. Zira o salâtı eda etme fiiliyle tevfîk, kendisiyle kâim olmuştur. Fakat aynı anda salâtı kendisinde eda ettiği yeri gasb etmesinden ötürü tevfîk kendisiyle kâim değildir. Öyle ise aynı anda kulda hem tevfîk hem de hızlan kâim olabilir.

Hızlan ise; Allah'ın razı olmadığı bir fiili kulun talebi üzere Allah'ın kulda muvaffakiyet vermesine denir.

İşte bu anlattığımız sebepten dolayı kul, Mevtasından tevfîk'in kemâlini ister.. Böylece de kul, İlâhi Tevfîk'in kendisine bütün hâllerinde arkadaşlığını istemiş olur.

Tâ ki   kul,   hiçbir  fiilinde   şeriat   ölçülerine muhalefet etmesin,

Açıkladığımız tarz üzere kulla kâim olan Tevfîk-i İlâhi tam ve kâmil olursa, artık o tevfîk; Hıfz-ı İlâhi ve ismet diye ta'bir edilir. Yani, böyle olan kul, ALLAH'ın koruması altında olur.

Allah Tealâ vakitlerin aleyhimizde geçip gitmesinden ve gafletin neticelerinden cümlemizi muhafaza etsin.

ALLAH, hayırlarla cömertlik yapan Cevâd-ı Mutlak'tır.

Tevfîk: Kul yaratılmadan önce,  Allah'ın katında kul için olan inâyet-i İlâhi'dir.

Tevfîk: Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada kulun üzerine olan en yüce ihsanıdır.

Tevfîk'in İlâhi bir inayet ve ihsan olduğuna, Allah'ın şu buyruğu delâlet etmektedir:

«İmân edenlere Rab'leri indinde kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu müjdele.» (Yunus sûresi, âyet: 2)

İmân edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu kadem  İlm-i İlâhi'de gerçekleşmiştir. Bu kadem de Allah'ın kendi Zât'ına yazdığı Rahmeti İlâhi'dir.

Vakta ki Allah Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı Sabiteleri icâd etti ve onların varlığını açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını üstlendi.

Artık, Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtleriyle donattı ve onlara, O'na ulaştırıcı yolları açıkladı.

Enbiyâ'ya melekler, Evliyaya da Enbiyâlar ve meleklere de yaratılışları vasıtasıyla açıkladığı gibi... Böylece, onlar güneşe giden aydınlık yolu üzere hidâyeti kabullendiler. Ve Mi'raca vesile olan yükseliş kanatlarına binerek uruc ettiler. Artık Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan sadık bir arkadaş olmuştur. Tevfîk onları Allah'a yaklaştıran amellere yön vermekten de geri kalmadı.

Allah'ın rızasına vesile olacak ameller; kalbî, nefsi ve duyu organlarına müteveccih muamelattan ibarettir.

Tevfîk-i İlâhi, onları himmetlerinin fevkine varıncaya değin yönlendirdi..

Tevfîk-i İlâhi onları Hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi.

Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet ni'metleri içinde gark oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama çıkardı.. O makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı ni'metleri bağışladı.

Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir şey değildiler..

Sonra, onlar için dua etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği bunca cesim ve lâtif ni'metlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler.  Halbuki Şâkir meşkûr ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde ettikleri sözlü Şükür'den engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf etmesine rağmen, Allah'a hamd ve sena etmekten aciz oldu. Ve bu hâlin senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret makamında durakladılar... Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zât'ını sena etmesi olduğunu bildiler.

İnsanların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet delâlet etmektedir.

«Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Suresi, Âyet: 84)

Öyle ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize bağışladığı bir terazidir. Çok ilme ulaşmamız ise bizim için mümkün değildir. Öyle ise ilimde çokluk, iddia edebileceğimiz şeylerden değildir.

Muhakkik şeyh, her şeyi inceleyip yontandır. Fakat o, yaptığı işlerde samimidir.

İddia sahibi ise, o da her şeyi inceleyip yontar. Fakat o, yaptığı işlerde samimi değildir. Bu makamda Allah Rasûlü Aleyhisselâtu vesselam şöyle buyurdu;

«Senin med ve senanı sayamam, sen kendini övdüğün gibisin.» (Ebû Davud ve Tirmizi)

Ve Sıddık-ı Ekber de - Allah ondan razı olsun- bu makamda şöyle buyurdu;

"Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir."

<devam edecek>

Bodrum - 25.03.2003
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail