Günahkarı
kendisi için meşru olan herhangi
bir ameli yapmaya muvafık olursa o günahkâr
olmaz.
Fakat
meşru haklarından herhangi birisine
muvafakati gerçekleşmezse, o zaman
İslâm'a muhalefet etmiş olur. Zira kaidedir;
bir mahal, şeyden veya onun zıddından boş kalmaz. Tabiatın
boşluğu kabul
etmediği gibi. Kul da yapacağı fiilinin
mahallidir. Dolayısıyla, o fiilin İslâm'a
muvaffak veya muhalif olması zaruridir.
Bazen
bir zamanda, kulun yaptığı bir fiilinde, tevfîk kendisiyle kâim
olduğu gibi, aynı
o anda diğer bir fiilinde kendisiyle kâim
olmayabilir. Buna misâl: Gasb edilen bir
evde namazı eda eden musallidir. Zira o
salâtı eda etme fiiliyle tevfîk, kendisiyle kâim
olmuştur. Fakat aynı anda salâtı kendisinde
eda ettiği yeri gasb etmesinden
ötürü tevfîk kendisiyle kâim değildir.
Öyle ise aynı
anda kulda hem tevfîk
hem de hızlan kâim olabilir.
Hızlan
ise; Allah'ın razı olmadığı bir fiili kulun
talebi üzere Allah'ın kulda muvaffakiyet
vermesine denir.
İşte
bu anlattığımız sebepten dolayı kul,
Mevtasından tevfîk'in kemâlini ister.. Böylece
de kul, İlâhi Tevfîk'in kendisine bütün
hâllerinde arkadaşlığını istemiş olur.
Tâ
ki kul,
hiçbir fiilinde
şeriat ölçülerine
muhalefet etmesin,
Açıkladığımız
tarz üzere kulla kâim olan Tevfîk-i
İlâhi tam ve kâmil olursa, artık
o tevfîk;
Hıfz-ı
İlâhi ve ismet diye ta'bir edilir. Yani,
böyle
olan kul, ALLAH'ın koruması altında olur.
Allah
Tealâ vakitlerin aleyhimizde geçip
gitmesinden ve gafletin neticelerinden
cümlemizi muhafaza etsin.
ALLAH,
hayırlarla cömertlik yapan Cevâd-ı
Mutlak'tır.
Tevfîk:
Kul yaratılmadan önce, Allah'ın
katında
kul için olan inâyet-i İlâhi'dir.
Tevfîk:
Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada
kulun üzerine olan en yüce ihsanıdır.
Tevfîk'in
İlâhi bir inayet ve ihsan olduğuna,
Allah'ın şu buyruğu delâlet etmektedir:
«İmân
edenlere Rab'leri indinde kendileri
için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu
müjdele.» (Yunus
sûresi, âyet: 2)
İmân
edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu kadem
İlm-i İlâhi'de gerçekleşmiştir.
Bu kadem de Allah'ın kendi
Zât'ına yazdığı Rahmeti İlâhi'dir.
Vakta
ki Allah
Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı
Sabiteleri icâd etti ve onların varlığını
açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını
üstlendi.
Artık,
Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtleriyle
donattı ve onlara, O'na ulaştırıcı
yolları açıkladı.
Enbiyâ'ya
melekler, Evliyaya da Enbiyâlar
ve meleklere de yaratılışları vasıtasıyla
açıkladığı gibi... Böylece, onlar güneşe giden
aydınlık yolu üzere hidâyeti kabullendiler.
Ve Mi'raca vesile olan yükseliş
kanatlarına binerek uruc ettiler. Artık
Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan
sadık bir arkadaş olmuştur. Tevfîk
onları Allah'a yaklaştıran amellere yön vermekten de
geri kalmadı.
Allah'ın
rızasına vesile olacak ameller; kalbî,
nefsi ve duyu organlarına müteveccih
muamelattan ibarettir.
Tevfîk-i
İlâhi, onları himmetlerinin fevkine
varıncaya değin yönlendirdi..
Tevfîk-i
İlâhi onları Hazreti Cud ve Kerem Makamına
indirdi.
Onlar
o ni'metler deryasında ve Cennet ni'metleri
içinde gark oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi
onları istivaya benzer bir makama çıkardı..
O makamda Allah'ın onlara, vermeyi
takdir kıldığı ni'metleri bağışladı.
Bütün
bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın
onların işlerini üstlendiğini bildiler. Halbuki
daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir
şey değildiler..
Sonra,
onlar için dua etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları,
o işlerden uzak olduklarını
gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği
bunca cesim ve lâtif ni'metlere karşı şükür
etmeyi irâde ettiler. Halbuki
Şâkir meşkûr
ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât
onları, irâde ettikleri sözlü Şükür'den
engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf etmesine rağmen,
Allah'a hamd
ve sena etmekten aciz oldu. Ve bu hâlin
senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden,
şaşkınlık ve hayret makamında
durakladılar... Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan
Allah'ı övmeleri sena
etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zât'ını
sena etmesi olduğunu bildiler.
İnsanların
böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini
yazacağımız âyet delâlet etmektedir.
«Zaten
size az bir ilimden başkası verilmemiştir.»
(İsrâ
Suresi, Âyet: 84)
Öyle
ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize
bağışladığı bir terazidir. Çok ilme ulaşmamız
ise bizim için mümkün değildir. Öyle
ise ilimde çokluk, iddia edebileceğimiz
şeylerden değildir.
Muhakkik
şeyh, her
şeyi inceleyip yontandır.
Fakat o, yaptığı
işlerde samimidir.
İddia
sahibi ise,
o da her şeyi inceleyip yontar.
Fakat o, yaptığı
işlerde samimi değildir.
Bu
makamda Allah
Rasûlü Aleyhisselâtu
vesselam şöyle
buyurdu;
«Senin
med ve senanı sayamam, sen kendini
övdüğün gibisin.» (Ebû
Davud ve Tirmizi)
Ve
Sıddık-ı
Ekber de - Allah ondan razı olsun-
bu
makamda şöyle buyurdu;
—
"Allah'ı idrâk, idrâk
edilemeyeceğini idrâk
etmektir."
<devam
edecek>
Bodrum
- 25.03.2003
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com
|