Yaşamak insanda çok değişik haller oluşturuyor.
Sizi halden hale koyarız
Yaşam, insana müspet ve menfiyi bizzat yaşatarak acıları ve sevinçleri insanlarla bir arada öğretiyor.

Hayat, insanı nice ümitlere sürükler, ancak neticede elde edilmek istenen, elde edilemez. Tam ümit kesilmişken, akla gelmeyen bir sebepten yeni bir ümit doğar;  sevinçler, acılar gözyaşı, kahkaha, bu kargaşa öyle uzar gider.Yapılacak , yapılan,görülen, öğrenilen, duyulan, karşı karşıya gelinen her fiil, insan için kazanılan bir tecrübedir.

İnsanlık  birçok fedakarlık yaparak ne kadar çabalasa, uğraşsa hiçbir şey, elden giden hayatı geri getiremez. Ömür denen zaman mefhumu bu âlemde hiç durmadan vazifesini yapmaktadır. Neticede, kaybetse bile kazanabilir. Kazanç, her zaman maddi olmayabilir. İnsan yalnızca maddeye muhtaç değildir. Maddi ve manevi kazançlarını yalnızca  dünya yaşamında kazanmaktadır “Dünya ahiretin tarlasıdır, ne ekerseniz, onu biçersiniz”' hadisi şerifi bize bunu göstermektedir.”Kişinin yaptığından başka eline geçecek yoktur'' , ''burada amâ, orada amâ'' gibi daha nice hadis ve ayet, bize bu dünyanın çok önemli tekamül yeri olduğunu anlatıyor.

Mealen ''Biz emaneti dağlara taşlara teklif ettik, onlar kabullenemedi, İnsanı aciz bulduk emaneti ona verdik'' (ahsab-72) ayetine göre, Allah Âdem’i yarattığında ona kendini bildirmek istediğinden, bütün isimlerini öğretmiş. Muradı, kendini onda seyretmek .Böylece, Hakk’ın tecellisi insanda olmuş ''İnsanı kendime en yakın surette yarattım “ayeti de insanın önemini ısrarla vurgulamaktadır.

Hakk’ın  muradı,  kemale eren insan olmalı ki, işte İncil’de geçen ''Ben yarattım, ben taşıyacağım, ben kemale erdireceğim'' ayeti ışığında Allah murat ettiğini açıkça anlatmaktadır.Bu durumda, Allah’ın olmasını istediği, kâmil insan görünmektedir. Kâmil insan, duygu ve düşüncelerin en incelmiş haline sahip, herkes tarafından zorlukla kavranan, ancak halkın arasından bir kimsedir.

Verdiği emanet de kendi isim ve sıfatlarının en güzel şekilde  açığa çıkmasının mazhar-ı kâmili olmalı. Allah’ın tecellisini ancak maneviyatta yükselebilmiş Salih kulundan yapması muhtemeldir. Salih kişi, aklı ve düşünce sistemi en üstün olan günümüz rüşt devri insanıdır. Kendince, her türlü yorum, analiz ve düşünce özgürlüğüne sahip ve hürdür.

Allah sistemini çok şaşırtıcı bir sistemle kurmuş. Her ne yana baksa O’nun düzenini görebilen insan, normal hayatından kopmadan, kendi yaşamını devam ettirir, her zaman yaşadığı şeyleri yasayabilir.

Eskiden bir büyüğümden duymuştum, felekler âleminde karar alınmadan, hiçbir fiil bu âlemde uygulanmaz diye. Şu an tekrar düşününce, olayları, öğrendiklerimi bu sözle birleştirdim. Bunun Allah’ın sistemindeki esma sıfatlarından başka bir şey olmadığını anladım. Evet, duyulan, bilinen her şey insanı bilinçlendirmek ve kemale erdirmek, insanı en mükemmel yapma isteğindendir. Hakk’ın muradı böyledir.  Hayat bir nevi  kemalata erme okulu gibi sanki .Bu değerlendirme, bireyin fıtratındaki alıcılar nispetinde meydana geliyor.

Alıcı ve vericiler, insan arzu ve isteklerinin evvelinde  çalışan bir mekanizma olmalı ki, insanın farkı fark etmesi epey güç oluyor. İnsan alıcı verici anten taşıyan, gerekenleri yapan bir mekanizma, yani Allah’ın kulu kölesi. Kim ki köle olmak fikrine alışamıyor, nehirde akıntının tersine kürek çeker gibi kendini zorluyor . Düşüncelerin ötesinde olan nice tecelliler olabilir, ancak görünen ve yapan, aynı sistem kaynağı daima Allah olan Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi.

Her burcun tecelli edeceği mekân bile, Allah’ın kendi yarattığı özel bir sisteminden başka bir şey gibi görünmüyor. Akılların düşünmekte zorlandığı, en akıllı kimselerin bile kavramakta güçlük çektiği bir sistem.  Sistemi anlatan, eserlerinden faydalandığım  büyüklerimin isimlerini rahmetle anmak isterim burada: Vahdet-i Vücud kavramını ortaya fütursuzca koyan Muhittin İbni Arabi Hz.,  İsmail hakkı Bursevi hz., İbrahim hakkı Erzurumi hz , eserlerinde burçların insan üzerindeki etkilerini ilim olarak işlemişler. Benim tespitlerime göre yıllar önce keşfedilen bu ilmin, ne yazık ki, hiçbir İslam devletinde bir ilim olarak okutulduğunu sanmıyorum. Bu ilimler, insanlık âleminin içinden çıkamayacağı birçok soruya cevap verebilir.İnsanın sınırlı olduğunu insana idrak ettirir, teslim olma duygusunu tamamen yaşatabilir.

İnsan hayatı sürprizlerle doludur. Hiç ümit etmediği bir şeyden, akla hiç gelmedik bir şey oluşur . Çok ümitli olduğumuz şeylerden hiçbir şey elde edemeyebiliriz, aklımızla sahip olduğumuz şeyleri aynı aklımızla her an kaybetmemiz mümkün.  İnsanın “kendi aklım sayesinde elde ettim” diye düşündüğü şey, aklını hiç kaybetmediği halde nasıl kaybediliyor?

Külli aklın sahibinin Allah olduğunu bir an hatırdan çıkarmadan yaşamımızı sürdürmeliyiz. Ve “aman Allah’ım” demekten başka çare, mümkün görünmüyor, o da teslimiyet...

Her şeyi en iyi bilen Allah’tır. O yücedir, alimdir, yanlışlarımdan kendisine sığınır, O’ na güvenirim.

Bodrum - 11.12.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail