Allah
; haddi zatında kulun hiçbir şeyine muhtaç değildir. Her şeye
kulun kendisi muhtaçtır . Ve bu ihtiyacın elde edilmesi için
Allah kullarına Dinler vasıtasıyla yollar göstermiş,
usuller öğretmiştir.
Allah
isterse kulunu bu yollardan geçirerek yükseltir. İsterse bir
dağlıyı; hiçbir şey bilmeyen, her şeyden habersiz bir
kulunu hemen bir tecelli ile bir anda tertemiz hale getirir ve
Ruh-ül-Kudüs'ü ile girip içine oturabilir.
Bilgi;
ister dıştan, ister içten edinilsin, nihayet İlahi bir
nasibdir. Bu nasibi Allah isterse vasıtalarla talim eder,
isterse vasıtasız ve usulsüz birden veriverir.
Nitekim, Hazreti İbrahim’i; putperest dünya içinde,
putperest bir aile muhitinde bu hale getirmemiş miydi ?
Hazreti Musa hakkında da öyle olmamış mıydı ?
Hazreti Musa, koyunlarını otlatırken dağdan gelen Allah
sesiyle uyanmış ve bir anda Musalığa ermiş değil miydi ?
Hazreti İsa ; daha beşikte bir çocuk iken, bu mazhariyete
nail olmuş ve onu kundakta ilan etmiş değil miydi ?
Resulullah Efendimiz de kendi halinde, yetim bir çocuk olarak büyümüş
iken bir gün Allah yine bir dağda seslenerek ona Muhammediliği
bütün levazımı ile tevcih etmiş değil miydi ?
Bütün
bu zatların mazhariyetleri; ibadetleri yüzünden veya
ilimleri, çalışmaları yüzünden mi olmuştu ? Hayır ! Buna
imkân yok ! Ve bu imkânsızlığına bütün vesikalar şehadet
eder.
O halde bunlar doğrudan doğruya Allah sevgisi idi. Şimdi; Allah istediğini yapar . (Ol) İradesi her şeyi oldurmağa kâfi
gelir. İsterse yeni bir dünya bile yaratır. Vakıa,
Allah’ın seksen sene ibadetle meşgul ederek yetiştirdiği
kulları da var, böyleleri de !..
O halde, ister kısa ister uzun vadeli, her ne nimet müyessir
olmuşsa Allah’ın inayetidir.
Allah’ın
lûtfu, Kerem’idir .
Çocuğunu
emziren anaya çocuk ; ne vermiştir de sütü elde etmiştir?
Çocuğa sütü emzirten , sütü anasının göğsüne dolduran
ve çocuğa hizmet için, çocuğa bakıp yetiştirmek için
muhabbet ve gayret veren Allah değil midir ?
Çünkü çocuğu dünyaya Allah getirmiştir. Onu kendi için
getirmiştir. Onu anaya, babaya baktıran da odur. Yetiştikten
sonra istediği yerde kullanacak da odur.
Mühim
bir nokta :
Bu
yazımızın manâsını iyi kavrayamayanları; taaccübe, dinde
ve dini vazifelerde laubaliliğe, kayıtsızlığa düşürebilir.
Keza , Allah mefhumu hakkında, insanı hatalı bir telakki ve düşünüşle
küfre bile sokabilir .
Bunun için, üzerinde durup konuyu biraz daha açmamız gerekir
Şöyle ki :
“İbadetsiz
ve her nevi' kayıttan uzak kalındığı halde bile insan
manevi hayatta idealine kavuşur” diyerek kulluk gayretlerini
, vazife ve mükellefiyet alakalarını, mes'uliyet bağlarını
gevşetmek kat'iyen doğru değildir. Yalnız, beklemekle
insan Hak dostu olacak değildir. Zira yazımızdaki vasıflar,
ender kimseler hakkında Allah’ın tecelli eden iradeleridir.
Müstesna hal, umumi kaide olamaz. Umumi kaideyi Allah’ın
emirleri ve talimleri tayin etmiştir.
Allah merhametlidir diye ve her günahı affetmesi muhtemeldir
diye, eli fenalıktan çekmekte gecikmek ; iyiliklere koşmakta
gecikmek , gevşek davranmak doğru değildir. Bu hal olabilir
ki felaketle neticelenebilir.
Zira :
Muhakkak ki Allah; hiç kimsenin tesiri altında değildir.
Allah ; işlerinde tam bir istiklal sahibidir . Herhangi bir
arzuya itaat mecburiyetinde değildir. Allah ef'al ve icraatında
hiçbir müdahale ; hiçbir ortaklık
kabul etmez. Bir insanın iyiliklerini bile isterse kabul
eder, fenalıklarını da isterse affeder.
Ona herhangi bir şeyi zorla istetmek , kabul ettirmek kimsenin
elinde değildir. Ve onun hürriyet ve istiklaline uymayan
herhangi bir hüküm ve kanaatte bulunmak ; kat'iyyen doğru değil
ve hiç kimsenin haddi değildir.
Herkesin
umumi kanun ve kaidelere uyması gerekir . Umumi hikmet ve şeriat
kanunlarına göre her insan ; yalnız Allah’a itaat ve
ibadetle mükelleftir. İtaat ; hizmeti iktiza ettirir.
Allah’tan nur almak ; Allah’a ibadet ve hizmeti icap ettirir
nur almak lazımdır. Zira her terakki , her salah ve tekamül ;
nura bağlıdır. Bu da Allah’ın umumi iradelerine uymakla mümkündür.
Diğer
bir mühim nokta :
Kalbinde
Allah bulunmakla, yani Ruh-ül-Kudüs yer almakla insan, Allah
olmaz. Allah Allahlığını kimseye vermez. Bir an olsun böyle
bir şeyi zannetmek bile büyük hatadır. Allah, kimsenin
vesayeti, velayeti, tesiri altına girmez. Ruh-ül-
Kudüs’ü taşıyanlar , en ufak bir temayülde bile kendi
iradelerine değil , Allah’ın iradesine göre hareket
ederler. Mutlak bir itaat ve teslimiyetle Allah’a tabi olurlar.
Bir
kutuya mücevher konabilir. Fakat bu kutu ; mücevher olmaz. Mücevher
dahi; kutunun kumaşı veya tahtası cinsine inkılap etmez.
Kutu; içindeki kıymet sayesinde muteber olur. Fakat kendi başına
esas kıymeti değişmez, Ruh-ül-Kudüs’ü taşıyanlar ;
Allah’a herkesten fazla ibadet etmeğe çalışmışlar ve
Allah’ın rızası hilafında bir harekette bulunmaktan çekinmişlerdir.
Resulullah Efendimizin Nübüvvetinde ve İmam Ali Efendimizin
Evliyalığında kimsenin şüphesi yoktur. Her ikisi de
herkesten çok ibadette bulunmuşlar ve ibadette ne tatlı gözyaşları
dökmüşler, ibadet hayatında ne sefalar duymuşlardır...
Onlar Allah’tan başka kimseden korkmamışlar ve Allah
muhabbetini hiçbir muhabbetin altına koymamışlardır.
Allah’a güvenip tek başlarına bütün muhalif bir cemiyete
meydan okumuşlar, fakat haksız bir iş yapmak korkusundan tir
tir titremişlerdir. İşte (Baka-billah) mertebesindeki
insanların hali budur.
Şimdi sakın zannedilmesin ki Ruh-ül-Kudüs ; yani Allah’ın
zat nuru İnsanın kalbinde yer aldıktan sonra insan istediğini
yapar, hayır ! İnsan ancak ve ancak Allah’ın istediğini
yapar. En ufak bir işte bile hakikât böyledir.
İşte şu ayeti kerimeler onun misalidir:
Kur'anı Kerimden :
(7 - Araf- 188 ) : Ya Muhammed de ki : Ben nefsim için menfaat
celbine ve zarar def'ine malik (muktedir ) değilim. Ancak Allah
ne dilerse o olur.
Diğeri :
(72-Cin -20:24) : Ya Muhammed de ki : Ben size bir zarar irasına
(vermeğe ) veyahut sizi irşada kâdir değilim.
De ki : Beni Allah’ın azabından kurtaracak kimse (dahi)
yoktur. Ve ondan başka sığınacak bir yerde bulmam.
"Tam
bilgi, insanı Allah’a götürür. Yarı bilgi yolda bırakır"
diye bir mesele vardır. Filhakika, öyle insan gördüm ki
ibadeti şirk, yani Allah’ta birliğe mugayir zannederek
ibadeti bırakmış, hatta dilinin ucuna, içinden gelen (Allah)
lafzını bile dışarı çıkarmamak için dişlerini sıkmış,
dudaklarını kapamıştır. Bu gibilere karşı insan nasıl
hayret edeceğini şaşırır.
Bu ne kadar yanlış düşünce , ne kadar acınacak bir kanaat
! O gibilere, “Resulullah
Efendimiz Allah’a ibadet ve Allah’ı zikretmezler mi idi ?
“diye sorulsa ; “evet ! “derler ; “fakat halka misal
olmak için, yani halk nazarında şeriati korumak için namaz kılarlardı”
derler. Ne kadar gaflet içinde bir cevap? Ne yanlış fikir
?...
Onların
bilmedikleri cihet şudur : Bu gibiler, Allah deyince basit bir
mefhum anlıyorlar . Halbuki Allah’ın bir Zâtı var, bir de
sıfatları var. Asl'olan Zât’tır. Sıfatlar, sonradan
(Hilkat mukaddimesinde Zât’tan ) zahir olmuşlardır. Ve
Allah’ın Zât’ına ibadet ve hizmet için meydana çıkmışlardır.
Onlar Allah’ın Zât’ına nasıl bağlı ve Allah’ın
iradesine nasıl tabi iseler, insanlar da Allah sıfatlarının
hakimiyeti ve terbiyesi altındadır. Allah’ın sıfatları ;
Allah’ın Zât’ına hizmet ve ibadet ettikleri gibi,
insanlar da ; Allah’ın sıfatına hizmet dolayısı ile, Zât’a
ibadet ederler. Mesela Halik
sıfatı, yaratmakla ; Rezzak
sıfatı, doyurmakla Allah’a hizmet ettiği gibi, Mümin
sıfatı Zât’a iman etmekle; Subbuh
ismi de Allah’ı zikir ve tenzih etmekle Allah’a ibadet eder
ve halkın ibadetine müessir vasıta olurlar. Vedut
sıfatı da sevmek ve sevdirmekle faaliyettedir. Şimdi insanlar
; bu sıfatların delaletiyle bu sıfatların iktiza ettirdiği
hizmetleri ve ibadetleri Allah’a ifa etmiş oluyorlar. Allah,
ismi cami'dir Yani bütün sıfatları Zât ile birlikte bir lafızda
toplayan isimdir. Fakat, bu cami' ismin içinde, kendine hizmet
ve ibadet edilen Zât da var; hizmet ve ibadet eden ve mahlukların
ibadet ve hizmetine müessir ve vasıta olan sıfatlar da var.
Sıfatlar
Zât’tan tecelli ederken Allah’ın Mürid
ismine Yani Allah’ın irade ve muradına tabi olurlar ve irade
ve murada göre tesirlerini ve fiillerini icra ederler.
İşte mahluklarda zahir olan hal ve temayül ve hareket farkları
; bu yüzdendir. Yani Allah’ın farklı iradesine ve sıfatların
yekdiğerinden farklı vasıflara göre farklı eserler ve
neticelerdir.
Bu konunun devamını inşallah nasip olursa gelecek hafta
tamamlayacağız. Her şeyin doğrusunu yalnız Allah bilir.
Biz, kendi penceremize yansıyanları yansıtıyoruz.
Bodrum
- 18.06.2002
http://sufizmveinsan.com
|