1.Bölüm

Allah ; haddi zatında kulun hiçbir şeyine muhtaç değildir. Her şeye kulun kendisi muhtaçtır . Ve bu ihtiyacın elde edilmesi için Allah kullarına Dinler vasıtasıyla yollar göstermiş, usuller öğretmiştir.

Allah isterse kulunu bu yollardan geçirerek yükseltir. İsterse bir dağlıyı; hiçbir şey bilmeyen, her şeyden habersiz bir kulunu hemen bir tecelli ile bir anda tertemiz hale getirir ve Ruh-ül-Kudüs'ü ile girip içine oturabilir.

Bilgi; ister dıştan, ister içten edinilsin, nihayet İlahi bir nasibdir. Bu nasibi Allah isterse vasıtalarla talim eder, isterse vasıtasız ve usulsüz birden veriverir.
Nitekim, Hazreti İbrahim’i; putperest dünya içinde, putperest bir aile muhitinde bu hale getirmemiş miydi ?
Hazreti Musa hakkında da öyle olmamış mıydı ?
Hazreti Musa, koyunlarını otlatırken dağdan gelen Allah sesiyle uyanmış ve bir anda Musalığa ermiş değil miydi ?
Hazreti İsa ; daha beşikte bir çocuk iken, bu mazhariyete nail olmuş ve onu kundakta ilan etmiş değil miydi ?
Resulullah Efendimiz de kendi halinde, yetim bir çocuk olarak büyümüş iken bir gün Allah yine bir dağda seslenerek ona Muhammediliği bütün levazımı ile tevcih etmiş değil miydi ?

Bütün bu zatların mazhariyetleri; ibadetleri yüzünden veya ilimleri, çalışmaları yüzünden mi olmuştu ? Hayır ! Buna imkân yok ! Ve bu imkânsızlığına bütün vesikalar şehadet eder.
O halde bunlar doğrudan doğruya Allah sevgisi idi. Şimdi; Allah istediğini yapar . (Ol) İradesi her şeyi oldurmağa kâfi gelir. İsterse yeni bir dünya bile yaratır. Vakıa, Allah’ın seksen sene ibadetle meşgul ederek yetiştirdiği kulları da var, böyleleri de !..
O halde, ister kısa ister uzun vadeli, her ne nimet müyessir olmuşsa Allah’ın inayetidir.

Allah’ın lûtfu, Kerem’idir .
Çocuğunu emziren anaya çocuk ; ne vermiştir de sütü elde etmiştir? Çocuğa sütü emzirten , sütü anasının göğsüne dolduran ve çocuğa hizmet için, çocuğa bakıp yetiştirmek için muhabbet ve gayret veren Allah değil midir ?
Çünkü çocuğu dünyaya Allah getirmiştir. Onu kendi için getirmiştir. Onu anaya, babaya baktıran da odur. Yetiştikten sonra istediği yerde kullanacak da odur.

Mühim bir nokta :

Bu yazımızın manâsını iyi kavrayamayanları; taaccübe, dinde ve dini vazifelerde laubaliliğe, kayıtsızlığa düşürebilir. Keza , Allah mefhumu hakkında, insanı hatalı bir telakki ve düşünüşle küfre bile sokabilir .
Bunun için, üzerinde durup konuyu biraz daha açmamız gerekir Şöyle ki :
 “İbadetsiz ve her nevi' kayıttan uzak kalındığı halde bile insan manevi hayatta idealine kavuşur” diyerek kulluk gayretlerini , vazife ve mükellefiyet alakalarını, mes'uliyet bağlarını gevşetmek kat'iyen doğru değildir. Yalnız, beklemekle insan Hak dostu olacak değildir. Zira yazımızdaki vasıflar, ender kimseler hakkında Allah’ın tecelli eden iradeleridir. Müstesna hal, umumi kaide olamaz. Umumi kaideyi Allah’ın emirleri ve talimleri tayin etmiştir.

Allah merhametlidir diye ve her günahı affetmesi muhtemeldir diye, eli fenalıktan çekmekte gecikmek ; iyiliklere koşmakta gecikmek , gevşek davranmak doğru değildir. Bu hal olabilir ki felaketle neticelenebilir.
Zira :
Muhakkak ki Allah; hiç kimsenin tesiri altında değildir.
Allah ; işlerinde tam bir istiklal sahibidir . Herhangi bir arzuya itaat mecburiyetinde değildir. Allah ef'al ve icraatında hiçbir müdahale ; hiçbir ortaklık  kabul etmez. Bir insanın iyiliklerini bile isterse kabul eder, fenalıklarını da isterse affeder. Ona herhangi bir şeyi zorla istetmek , kabul ettirmek kimsenin elinde değildir. Ve onun hürriyet ve istiklaline uymayan herhangi bir hüküm ve kanaatte bulunmak ; kat'iyyen doğru değil ve hiç kimsenin haddi değildir.

Herkesin umumi kanun ve kaidelere uyması gerekir . Umumi hikmet ve şeriat kanunlarına göre her insan ; yalnız Allah’a itaat ve ibadetle mükelleftir. İtaat ; hizmeti iktiza ettirir. Allah’tan nur almak ; Allah’a ibadet ve hizmeti icap ettirir nur almak lazımdır. Zira her terakki , her salah ve tekamül ; nura bağlıdır. Bu da Allah’ın umumi iradelerine uymakla mümkündür.

Diğer bir mühim nokta :

Kalbinde Allah bulunmakla, yani Ruh-ül-Kudüs yer almakla insan, Allah olmaz. Allah Allahlığını kimseye vermez. Bir an olsun böyle bir şeyi zannetmek bile büyük hatadır. Allah, kimsenin vesayeti, velayeti, tesiri altına girmez. Ruh-ül- Kudüs’ü taşıyanlar , en ufak bir temayülde bile kendi iradelerine değil , Allah’ın iradesine göre hareket ederler. Mutlak bir itaat ve teslimiyetle Allah’a tabi olurlar.

Bir kutuya mücevher konabilir. Fakat bu kutu ; mücevher olmaz. Mücevher dahi; kutunun kumaşı veya tahtası cinsine inkılap etmez. Kutu; içindeki kıymet sayesinde muteber olur. Fakat kendi başına esas kıymeti değişmez, Ruh-ül-Kudüs’ü taşıyanlar ; Allah’a herkesten fazla ibadet etmeğe çalışmışlar ve Allah’ın rızası hilafında bir harekette bulunmaktan çekinmişlerdir. Resulullah Efendimizin Nübüvvetinde ve İmam Ali Efendimizin Evliyalığında kimsenin şüphesi yoktur. Her ikisi de herkesten çok ibadette bulunmuşlar ve ibadette ne tatlı gözyaşları dökmüşler, ibadet hayatında ne sefalar duymuşlardır... Onlar Allah’tan başka kimseden korkmamışlar ve Allah muhabbetini hiçbir muhabbetin altına koymamışlardır. Allah’a güvenip tek başlarına bütün muhalif bir cemiyete meydan okumuşlar, fakat haksız bir iş yapmak korkusundan tir tir titremişlerdir. İşte (Baka-billah) mertebesindeki insanların hali budur.
Şimdi sakın zannedilmesin ki Ruh-ül-Kudüs ; yani Allah’ın zat nuru İnsanın kalbinde yer aldıktan sonra insan istediğini yapar, hayır ! İnsan ancak ve ancak Allah’ın istediğini yapar. En ufak bir işte bile hakikât böyledir.
İşte şu ayeti kerimeler onun misalidir:
Kur'anı Kerimden :
(7 - Araf- 188 ) : Ya Muhammed de ki : Ben nefsim için menfaat celbine ve zarar def'ine malik (muktedir ) değilim. Ancak Allah ne dilerse o olur.
Diğeri :
(72-Cin -20:24) : Ya Muhammed de ki : Ben size bir zarar irasına (vermeğe ) veyahut sizi irşada kâdir değilim.
De ki : Beni Allah’ın azabından kurtaracak kimse (dahi) yoktur. Ve ondan başka sığınacak bir yerde bulmam.

"Tam bilgi, insanı Allah’a götürür. Yarı bilgi yolda bırakır" diye bir mesele vardır. Filhakika, öyle insan gördüm ki ibadeti şirk, yani Allah’ta birliğe mugayir zannederek ibadeti bırakmış, hatta dilinin ucuna, içinden gelen (Allah) lafzını bile dışarı çıkarmamak için dişlerini sıkmış, dudaklarını kapamıştır. Bu gibilere karşı insan nasıl hayret edeceğini şaşırır.
Bu ne kadar yanlış düşünce , ne kadar acınacak bir kanaat ! O gibilere,  “Resulullah Efendimiz Allah’a ibadet ve Allah’ı zikretmezler mi idi ? “diye sorulsa ; “evet ! “derler ; “fakat halka misal olmak için, yani halk nazarında şeriati korumak için namaz kılarlardı” derler. Ne kadar gaflet içinde bir cevap? Ne yanlış fikir ?...

Onların bilmedikleri cihet şudur : Bu gibiler, Allah deyince basit bir mefhum anlıyorlar . Halbuki Allah’ın bir Zâtı var, bir de sıfatları var. Asl'olan Zât’tır. Sıfatlar, sonradan (Hilkat mukaddimesinde Zât’tan ) zahir olmuşlardır. Ve Allah’ın Zât’ına ibadet ve hizmet için meydana çıkmışlardır. Onlar Allah’ın Zât’ına nasıl bağlı ve Allah’ın iradesine nasıl tabi iseler, insanlar da Allah sıfatlarının hakimiyeti ve terbiyesi altındadır. Allah’ın sıfatları ; Allah’ın Zât’ına hizmet ve ibadet ettikleri gibi, insanlar da ; Allah’ın sıfatına hizmet dolayısı ile, Zât’a ibadet ederler. Mesela Halik sıfatı, yaratmakla ; Rezzak sıfatı, doyurmakla Allah’a hizmet ettiği gibi, Mümin sıfatı Zât’a iman etmekle; Subbuh ismi de Allah’ı zikir ve tenzih etmekle Allah’a ibadet eder ve halkın ibadetine müessir vasıta olurlar. Vedut sıfatı da sevmek ve sevdirmekle faaliyettedir. Şimdi insanlar ; bu sıfatların delaletiyle bu sıfatların iktiza ettirdiği hizmetleri ve ibadetleri Allah’a ifa etmiş oluyorlar. Allah, ismi cami'dir Yani bütün sıfatları Zât ile birlikte bir lafızda toplayan isimdir. Fakat, bu cami' ismin içinde, kendine hizmet ve ibadet edilen Zât da var; hizmet ve ibadet eden ve mahlukların ibadet ve hizmetine müessir ve vasıta olan sıfatlar da var.

Sıfatlar Zât’tan tecelli ederken Allah’ın Mürid ismine Yani Allah’ın irade ve muradına tabi olurlar ve irade ve murada göre tesirlerini ve fiillerini icra ederler.
İşte mahluklarda zahir olan hal ve temayül ve hareket farkları ; bu yüzdendir. Yani Allah’ın farklı iradesine ve sıfatların yekdiğerinden farklı vasıflara göre farklı eserler ve neticelerdir.
Bu konunun devamını inşallah nasip olursa gelecek hafta tamamlayacağız. Her şeyin doğrusunu yalnız Allah bilir. Biz, kendi penceremize yansıyanları yansıtıyoruz. 

Bodrum - 18.06.2002
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail