Şeddâd
İbnu'l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevî gelerek Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a iman etti. Sonra da sordu: "Seninle hicret
edeyim mi?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine
teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim
etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî: "Bu nedir?" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu payı sana ayırdım" dedi.
Adam: "Ben bunun için sana tâbi olmuş değilim, ben -eli ile boğazını
göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için sana
tâbi oldum" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sen Allah'a
sâdık oldun mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)" dedi.
Askerler
bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar.
Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bu, o adam
mı?" diye sordu:
"Evet,
odur!" dediler.
"Öyleyse o
Allah'a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat
gösterdi" dedi.
Adam,
Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm)'ın cübbesi ile kefenlendi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine
namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler arasında şu da vardı: "Ey
Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere
memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik
ediyorum." (
KÜTÜB-İ SİTTE /1018)
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, azîz ve celil alan Rabbinden
naklen anlattığına göre;
Ebu İdrîs el-Havlânî, Ebu Zerr radıyallahu anh'tan anlatıyor:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, azîz ve celil alan Rabbinden
naklen anlattığına göre, Rabb Teâla şöyle buyurmuştur:
"Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da
haram kıldım: Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dâll (doğru yoldan
sapmışlar)sınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de sizi hidayet
edeyim!
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hâriç, hepiniz açlarsınız. Öyleyse
benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim!
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız!
Öyleyse benden giyinme talep edin de sizleri giydireyim!
Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün
günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri
bağışlayayım.
Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar
veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana
menfaat sağlayasınız.
Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri sonrakileri; insî olanları,
cinnî olanları hepsi de sizden en müttakî bir insanın kalbi üzere
olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar artırmazdı.
Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî
olanlarınız, cinnî olanlarınız sizden en fâcir bir kimsenin kalbi
üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hâsıl
etmezdi.
Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri, insî olanları,
cinnî olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben
de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan,
iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir
noksanlık ancak meydana getirirdi.
Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum.
Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir
hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka
bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın,
başına geleni kendinden bilsin)." (
KÜTÜB-İ SİTTE /5327)
İstanbul
-24.08.2004
http://sufizmveinsan.com
|