İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma), "...Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur'ân'da lânetlenmiş
ağaçla sadece insanları denedik..." (İsra, 60) mealindeki ayette geçen
"rüya" için şu açıklamayı yaptı: "Bu, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Miraç gecesinde Beytu'l-Makdis'e götürüldüğü zaman gözüyle
görmesidir. "Kur'ân'da lânetlenmiş ağaç" da zakkum ağacıdır." (KÜTÜB-İ
SİTTE /676)
İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh), "Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman onun nimet ve refahtan
şımarmış elebaşılarına (yola gelmelerini) emrederiz. Ama, onlar orada
iyice yoldan çıkarlar. Artık, o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu
yerle bir ederiz" (İsra, 16) ayetindeki "Şımarmış elebaşılarına
emrederiz" ifadesiyle ilgili olarak şunu söylemiştir: "Biz cahiliye
devrinde, sayıca artan bir kabile için: "falanca kabile arttı"
derdik." (KÜTÜB-İ SİTTE /677)
Yine İbnu
Mes'ud (radıyallahu anh), "Onların taptıkları da Rablerine daha yakın
olmak için vesile ararlar" (İsra, 57) ayeti hakkında şu açıklamayı
yaptı: "İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba tapıyorlardı. Bu
cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hâla bunlara tapmaya devam
ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu." (KÜTÜB-İ SİTTE /678)
Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "Bir gün bütün
insanları önderleriyle beraber çağırırız" (İsra, 71) meâlindeki ayetle
ilgili olarak şunu söyledi: "Onlardan biri çağırılır. (Amellerinin
yazıldığı) kitap sağ eline verilir. Vücudu altmış zira' genişletilir,
yüzü beyazlaştırılır. Başına pırıl pırıl yanan inciden bir taç
geçirilir. Bu haliyle arkadaşlarının yanına döner. Arkadaşları onu
uzaktan görünce: "Ey Rabbimiz bunu bize de ver ve onu hakkımızda
mübarek kıl" derler. O, yanlarına gelir ve onlara: "Müjde sizlere!
Herbirinize bunun bir misli var" der.
Kâfire gelince,
onun suratı kararır. Onun da vücudu, altmış zira' genişletilir. Ona da
bir taç giydirilir. Arkadaşları onu görünce: "Bunun şerrinden Allah'a
sığınırız, Ey Rabbimiz onu bize verme" derler. Bu da arkadaşlarının
yanına gelir. Onlar: "Ey Rabbimiz, onu zelil et" derler. O da: "Allah
sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun bir misli
verilmiştir" der." (KÜTÜB-İ SİTTE /679)
İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma), "Güneşin kayması (dülûku'ş-şems) anından gecenin kararmasına
kadar güzelce namaz kıl" (İsra, 78) ayetinde geçen dülûku'ş-şems'ten
maksad, "güneşin meyli" derdi. (KÜTÜB-İ SİTTE /680)
Yine Muvatta'da
İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan geldiğine göre, İbnu Abbas, dülûku'ş-şems
tabirini: "İzâ fâe'l-fey'u" diye açıklardı. (Bu da gölgenin batı
cihetinden çekilip doğuya meyletmesidir. Bu da tam zevâl dediğimiz
öğle vaktini ifade eder. Güneş, gökte tam tepededir ve artık batı
cihetine meyletmektedir.)
Ayetin devamında
gelen "ğasaku'l-leyl" tabirini de, "gece ile gece karanlığının
birleşmesi" diye açıklardı. (KÜTÜB-İ SİTTE /681)
Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh)'nin rivayetine göre, "...Sabah namazı şâhidlidir" (İsra, 78)
ayeti hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı
yapmıştır:
"Onda gece
melekleri de gündüz melekleri de, hazır bulunurlar" (KÜTÜB-İ SİTTE
/682)
Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "...Ümid
edebilirsin, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderecektir." (İsra
79) ayetinde zikredilen "Makam-ı Mahmud"dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Bu şefaat'tir" diye cevap verdi." (KÜTÜB-İ SİTTE
/683)
İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi
peygamberini takip edip: "Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize
şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte
Makam-ı Mahmud budur." (KÜTÜB-İ SİTTE /684)
İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hicretle
emredildiği zaman kendisine şu ayet indi: "De ki: "Rabbim, beni dahil
edeceğin yere (Medine'ye) hoşnudluk ve esenlikle dâhil et; çıkaracağın
yerden de (Mekke'den) hoşnudluk ve esenlikle çıkar. Katından beni
destekleyecek bir kuvvet ver" (İsra, 80). (KÜTÜB-İ SİTTE /685)
İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Yahudilerden bir
gruba uğradı. Onlardan bazısı: "Muhammed'e ruh hakkında sorun" dedi;
bazısı da: "Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz"
diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp: "Ey Ebu'l-Kâsım bize
ruh'tan anlat, (ruh nedir?)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy
inmektedir. Sonra okudu: "Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah'ın
emrinden ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir" (İsra,
85)
Bir rivayette:
"Onun hakkında az bir ilim verilmiştir" denmektedir. A'meş: "Bizim
kıraatımızda böyledir" demiştir. (KÜTÜB-İ SİTTE /686)
Hz. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'tan gelen, Tirmizi'nin bir diğer rivayeti şöyledir:
"...Yahudiler:
"Bize çok ilim verildi, bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse
ona çok ilim verilmiş demektir" dediler. Bunun üzerine şu ayet indi:
"De ki Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o
kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi" (Kehf,
109). (KÜTÜB-İ SİTTE /687)
Saffân İbnu
Assâl (radıyallahu anh) anlatıyor: "İki Yahudi konuşuyorlardı, biri
arkadaşına: "Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gidelim ve birşeyler soralım" dedi. Arkadaşı: "Ona Peygamber deme"
diye müdahale edip ekledi: "Şayet o, kendisinden "Peygamber" diye
bahsettiğini duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur."
Beraberce gidip
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a imtihan niyetiyle dokuz açık
ayetten soru sordular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara
"Allah'a hiç bir şeyi ortak kılmayın, hırsızlık yapmayın, zina
fazihasını işlemeyin. Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın, mâsum
kişiyi öldürtmek için sultana gammazlamayın, sihir yapmayın, fâiz
yemeyin, günahsız kadına zinâ iftirası atmayın, savaş sırasında
cepheyi koyup kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum,
cumartesi günü yasağını ihlâl etmeyin" dedi.
Saffân der ki:
"Bu cevap üzerine Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın el
ve ayaklarını öptüler ve: "Şehâdet ederiz ki, sen Peygambersin"
dediler.
Saffan diyor
ki: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: "Öyleyse niye bana
uymuyorsunuz?" diye sordu. Onlar:
"Davud (aleyhisselam),
neslinden Peygamber kesilmesin diye dua etti. Biz, sana uyduğumuz
takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz" cevabını
verdiler." (KÜTÜB-İ SİTTE /688)
İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma), "... Ey Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de
okuma, ikisi ortasında bir yol tut" (İsra, 110) ayeti hakkında şu
açıklamayı yaptı:
"Bu ayet,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gizli (tebligatta) bulunduğu
sırada nazil olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor
ve Kur'ân'a onu indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teâla
Hazretleri, "Namazını açıktan yapma." yani "açıktan, yüksek sesle
okuma, ta ki müşrikler duymasın, ashabın işitmeyecek kadar da kısma"
buyurarak ikisi arası, yâni seslilikle sessizlik ortası bir yol
tutmasını emretti." (KÜTÜB-İ SİTTE /689)
Hz. Aişe (radıyallahu
anha) diyor ki: "Şu ayet dua hakkında nazil olmuştur: "(Ey Muhammed)
namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." (İsra, 110). (KÜTÜB-İ
SİTTE /690)
İstanbul -
26.03.2004
http://gulizk.com
|