İbnu Abbas (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: "Siz niçin,
mesâni grubuna giren Enfâl suresini miûn grubuna giren Berâet suresine
yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?" Hz. Osman (radıyallahu
anh) şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahiy
sırasında, birçok sûre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy
geldi mi, vahiy kâtiblerini çağırır, onlara: "Şu ayetleri, şu şu
meselelerin zikredildiği sureye koyun" diye irşad ederdi. Bir ayet
geldiği zaman da "Bu ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye
koyun" derdi. Enfal suresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı. Berâet
suresi ise, iniş itibariyle Kur'ân'ın sonuncusu idi. Bunun kıssası da
Enfal'in kıssasına benzemekte idi. Bu sebeple Berâet'i öbüründen
zannettim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu surenin öncekinden
olduğunu belirtmeden vefat etti. Bu sebeple, ben bunların arasını
yakın tuttum ve ikisinin arasına bismillahirrahmanirrahim satırını
koymadım. Böylece, onu 'yedi uzunlar'ın (Seb'ut-Tıvâl) arasına
koydum."(KÜTÜB-İ SİTTE/629)
İbnu Cübeyr (radıyallahu
anh) anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a sordum:
-Tevbe sûresi nedir? Şu cevabı verdi:
-Tevbe mi? Bilakis o fazihadır (İslâm düşmanlarını rezil etmektedir).
"Onlardan bir kısmı şöyledir..." "Onlardan bir kısmı şöyledir..."
diyerek o kadar çok saymıştır ki, halk "Bizden kimseyi bırakmayacak,
herkesi zikredecek" zannına kapıldılar.
Ben tekrar sordum:
-Ya Enfâl suresi?
-Bu, dedi, Bedir Savaşı hakkında nazil oldu.
Ben tekrar sordum:
-Pekâla Haşr sûresi?
-O da, dedi, Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu." (KÜTÜB-İ
SİTTE/630)
Bir diğer
rivayette Said İbnu Cübeyr'in: "Ya Sûretu'l-Haşr (niçin inmiştir?)"
sorusuna İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın: (Haşr suresi mi? hayır!
O), Benûn-Nadir suresidir" cevabını verdiği kaydedilmiştir. (KÜTÜB-İ
SİTTE/631)
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) tarafından Veda haccından önceki hacc emiri olarak tayin
edildiği hacda, "Bu yıldan sonra müşriklere haccetmek yasaktır",
"Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez" diye ilan etmek üzere
vazifelendirdiği bir grubla beni de gönderdi. Ancak, bilâhare Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in
arkasından Hz. Ali'yi gönderdi ve Berâet suresini halka ilan etmeyi
ona emretti. Hz. Ali (radıyallahu anh) bizimle birlikte Mina'da halka,
Berâet'i ilan etti: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamayacak ve
çıplak olarak Beytullah tavaf edilmeyecek." (KÜTÜB-İ SİTTE/632)
Bir başka
rivayette, aynı hâdise şöyle gelmiştir:
"Haccu'-ekber günü, kurban bayramı günüdür. El-Haccu'l-ekber de
haccdır. Hacca "el-Haccu'l-Ekber" denilmesi, halkın umreye "el-Haccu'l-Asgar"
demesinden ileri gelmiştir.
Ebu Hüreyre devamla diyor ki: "O yıl, Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)
bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in bizzat katılarak Veda haccını yaptığı
zaman, tek müşrik hacca katılmadı.
Hz. Ebu Bekir'in müşriklere ilanda bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu
ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu
sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer
fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle
zenginleştirecektir. Allah şüphesiz bilendir, hakimdir" (Tevbe 28).
Müşrikler ticaret yapıyorlar, Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı.
Allahu Teâla müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca,
Müslümanlar müşriklerin yaptıkları ticaretin kesilmesiyle ondan elde
ettikleri menfaatin kesileceği endişesine düştüler. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi: "Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin
ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir."
Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi helâl kıldı. Bu daha
önce alınmıyordu. Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde edilen menfaate
bir karşılık (ivaz) yaptı. Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Kitap
verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve
Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din
edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar
savaşın" (Tevbe 29).
Allah Müslümanlara bunu helâl kılınca, anladılar ki, Allah
kendilerine, müşriklerle olan ticaretin kesilmesi sebebiyle kaybından
korkup üzüldükleri menfaatten daha fazlasını vermektedir"(KÜTÜB-İ
SİTTE/633)
Nesâî'den gelen
bir rivayet şöyledir:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'i Berâet suresiyle
birlikte Mekke ahalisine gönderdiği zaman onunla beraber ben de
geldim. Kendisine "Ne ilan ediyordunuz?" diye soruldu. Şu cevabı
verdi: "Biz şunları ilan ediyorduk:
1. Kâbe'ye ancak mü'minler girer.
2. Beytullah çıplak tavaf edilemez.
3. Kimin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la bir anlaşması varsa
bunun müddeti dört ayın hitamıdır. Dört ay geçtikten sonra Allah ve
Resulü müşriklerden beridir.
4. Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek.
Ben bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla) bağırarak söylüyorum ki,
o gün sesim kısıldı." (KÜTÜB-İ SİTTE/634)
Hz. Ali İbni
Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Hacc-ı Ekber günü hangi
gündür? diye sordum, bana: "Kurban günü" diye cevap verdi." (KÜTÜB-İ
SİTTE/635)
İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccettiği hacc
sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: "Bu gün hangi
gündür?" Halk:
-Kurban günüdür, dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
-"Bugün Hacc-ı Ekber günüdür" buyurdu. (KÜTÜB-İ SİTTE/636)
İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu
anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle diyordu:
"Kurban günü büyük hacc (el-Haccu'l-Ekber) günüdür. O gün kanlar
akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal
olur." (KÜTÜB-İ SİTTE/637)
Hz. Câbir (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ci'râne umresinden
dönünce Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın başında emir olarak
yolladı. Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu
hayrun minen nevm) diye çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir
getirmek üzere doğrulduğu sırada arka tarafından kulağına bir deve
sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve "Bu ses, dedi, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi Ced'â'nın sesi, muhakkak ki hacc
konusunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yeni bir karara
varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
kendisidir, bu durumda namazı birlikte kılarız." dedi.
Devenin sırtındaki Ali (radıyallahu anh) idi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) ona: "Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?" diye sordu.
Hz. Ali (radıyallahu anh): "Elçi olarak geldim, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) beni Berâe suretiyle gönderdi. Onu hacc mahallerinde halka
okuyup tebliğ edeceğim" dedi.
Sonra kurban günü geldi. Arafat'ı terk etti. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) dönünce, tekrar halka hitabetti. Onlara Arafat'ı terk etme
(âdâbın)dan kesimlerinden (vesâir) menâsiklerinden söz etti. Sözü
bitince, yine Hz. Ali (kerremallah vechehu) ayağa kalktı, halka, Berâe
suresini sonuna kadar okudu.
Nefru'l-evvel günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) kalktı ve halka bir hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terk
edeceklerini, nasıl taşlama yapacaklarını tarif etti, haccın
menâsikini öğretti. Konuşmasını bitirince fecirden Hz. Ali (radıyallahu
anh) kalktı. Halka Berâe suresini sonuna kadar (bir kere daha) okudu."
(KÜTÜB-İ SİTTE/638)
Tabiin'den Zeyd
İbnu Vehb anlatıyor: "Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik.
Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi
kaldı: "Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize dil
uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri
sayılmaz- belki vazgeçerler" (Tevbe 12), münafıklardan da sadece dört
kişi kaldı."
Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: "Siz Muhammed (aleyhissalâtu
vesselâm)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde
bulunuyorsunuz, ama bunların mâhiyeti nedir, ne değildir biz
anlamıyoruz. Söz gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz.
Pekâla şu evlerimizi yarıp işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne
demeli?" dedi.
Huzeyfe (radıyallahu anh): "Onlar fasıklardır. Ben tekrar ediyorum
münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir
ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu hissedecek halde
değildir." (KÜTÜB-İ SİTTE/639)
İstanbul - 11.03.2004
http://gulizk.com
|