Ka'b
hikayesine devamla der ki: "(Bir gün) Medine çarşısında yürürken
Medine'ye buğday satmaya gelmiş, Şam ahalisinden Nabâti bir fellâh: "Ka'b
İbnu Mâlik'i bana kim gösterecek?" diyordu. Halk beni ona gösterdi.
Adam bana yaklaştı. Gassan Kralı'ndan bir mektup getirdi. Ben
okuma-yazma bilirdim, hemen okudum. Mektupta şöyle diyordu: "Bana
gelen habere göre arkadaşın sana sıkıntı veriyormuş. Allah seni
hakâret görmek, sıkıntı çekmek için yaratmadı. Bize gel, sana iyi
davranalım." mektubu okur okumaz: "Bu da bir başka belâ" dedim.
Tandıra götürüp attım ve yaktım.
Nihayet bu
(boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti.
Aniden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elçisi geldi. Bana: "Resûlullah,
hanımını terketmeni emrediyor" dedi. ben: "Boşayacak mıyım, yoksa
başka şekilde bir terk mi?" diye sordum. "Hayır, boşamıyacaksın, ondan
ayrıl, sakın yaklaşma!" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) aynı haberi diğer iki arkadaşıma da göndermişti. Hanımıma:
"Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu meselede bir hüküm
bildirinceye kadar da orada bekle" dedim.
Hilâl İbnu
Ümeyye'nin hanımı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a müracaat
ederek: "Ey Allah'ın Resulü, Ümeyye İbnu Hilâl kendini kaybetmiş bir
ihtiyardır, hizmetçisi de yoktur. Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru
var mı?" diye izin istemiş. Ve: "Hayır, hizmet edebilirsin, ancak
sakın yakınlaşmada bulunma" cevabını almış. Kadın da: "Hayır ya
Resûlullah! Vallahi, zaten onda kımıldayacak mecal kalmadı. Vallahi
cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara vermeden habire ağlıyor" dedi.
Ailemden
bazısı bana: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip hanımın,
hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur. Nitekim o,
Hilâl'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti" diye tavsiyede
bulundu. "Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım. Bana ne
diyeceğini nasıl bilebilirim, ben genç bir kimseyim."
Böylece
sıkıntısı daha da artan on gece daha geçirdim. Konuşmaktan
yasaklandığımızın üzerinden tam elli gece geçti. Ellinci gecenin sabah
namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım. Ben Allahu Teâla'nın
hakkımızda belirttiği o dehşetli hâl içinde oturmuş duruyordum. Ruhum
sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı. Sanki bir cendere
içerisindeydim. Bir ses işittim. Bu, Sel dağı üzerine çıkmış yüksek
sesle bağıran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve):
"Ey Kâ'b
İbnu Mâlik müjde!" diyordu. Hemen secdeye kapandım. Hakkımızda bir
kurtuluşun geldiğini anlamıştım.
Meğer
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cenab-ı Hakk'ın bizi affettiğine
dair müjdeli haberi o gün sabah namazında halka duyurmuş, halk da bize
müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da diğer iki arkadaşıma gitmişmiş.
Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de yaya olarak seğirtip dağa
çıkmış... Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı.
Müjdeci
sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal
iki parça elbisemi çıkarıp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim.
Yemin olsun o gün için başka bir şeyim yoktu. Emanet iki giyecek
te'min ettim, onları giyip, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
görmek arzusuyla dışarı fırladım. Yolda halk grup grup beni
karşılıyor. Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu.
Bu minval
üzere Mescid'e geldim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) etrafını
saran ashabının ortasında oturuyordu.
Beni görünce
Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh) kalktı, bana doğru koşup
musafaha yaptı ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun dışında
muhacirlerden başka kalkan olmadı."
Ka'b onun bu
samimi davranışını ömrü boyu unutmayacaktır.
Ka'b,
(sözlerine devam ederek) şunları söyledi: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a selam verince memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir
yüzle: "Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı
gününü tebrik ederim" dedi. Ben hemen sordum:
"Ey Allah'ın
Resûlü, bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cenâb-ı Hak'tan gelen
bir lütuf mu?"
"Hayır,
Allah'tan gelen bir lütuf!" dedi.
Ka'b,
ilaveten dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vech-i
mübarekleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi nurlanır ve
parlardı. Biz, bunu derhal anlardık.
Ben önüne
oturunca: "Ey Allah'ın Resulü! Mazhar olduğum bu af sebebiyle ne var
ne yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne bağışlıyorum" dedim.
"Hayır,
dedi. Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır, bu senin için daha
hayırlı."
"Ey Allah'ın
Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı
kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe hep doğru
söylemek olacaktır."
Allah'a
yemin olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bunu söylediğim
günden beri, doğru söz hususunda, Allah'ın bana lutfettiği ihsandan
daha güzeline mazhar olan birisini bilmiyorum. Yine Allah'a kasem
ederek söylüyorum, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a söz verdiğim
günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim. Geri kalan
ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasını diliyorum."
Ka'b şunu da
söyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teâla şu ayeti indirmişti:
"And olsun
ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere
iken Peygambere uyan Muhâcirler'le Ensâr'ın ve Peygamber'in
tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve
merhametli olduğu için kabul etmiştir. bütün genişliğine rağmen dünya
onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka
sığınacak kimse olmadığını anlayan, (savaştan) geri kalmış üç kişinin
tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini
kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandır. Ey
iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun!" (Tevbe,
117-119).
Ka'b şunu da
dermiş: "Allah'a yeminle söylüyorum, Allah beni İslâm'la
şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir.
(Allah'ın bana lutfettiği birinci büyük nimeti İslâm'la müşerref
olmam, ikinci büyük nimeti de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
doğru söz söylememi nasib etmiş olmasıdır). Aksi takdirde, diğer yalan
söyleyenler gibi ben de helâk olacaktım. Nitekim Cenâb-ı Hak, vahiy
indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için
söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir. Allahu Teâla şöyle
buyurmuştur: "Döndüğünüzde, kendilerin çıkışmamanız için, Allah'a
yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler.
Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir.
Kendilerinden hoşnud olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan
razı olsanız bile, Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz" (Tevbe,
95-96).
Kâ'b şunu
söyledi: "(Resûlullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere
katılmayanlar gidip özür diledikleri, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın da, yemin etmeleri üzerine özürlerini kabul buyurup
kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerden,
biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar olduğu aftan istifade
edememiştik.) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizim işimizi, Allah
hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti. Hakkımızda gelen ayette,
Cenab-ı Hakk'ın: "..geri kalmış üç kişi.." sözünden kasıd, savaştan
geri kalmamız değildir, bu geri kalış Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'in hakkımızdaki hükmü geri bırakması, yemin ederek özür
dileyenlerin özrünü kabul ettiği kimselerden ayrı tutmasıdır." (KÜTÜB-I
SİTTE /652)
İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma), "(Allah yolunda savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı
azabla azâb eder..." (Tevbe, 39) ayeti ile, "Medinelilere ve
çevrelerinde bulunan bedevileri, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri
kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz" (Tevbe, 120) ayetini şu
ayet neshetmiştir: "Müminler toptan savaşa çıkmamalıdır. Her
topluluktan bir tâifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri
döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?..." (Tevbe,
122). (KÜTÜB-I SİTTE /653)
Necdet İbnu
Nâki' diyor ki: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a şu ayet hakkında
sordum: "(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah size can yakıcı
azâbla azâb eder..." (Tevbe, 39). Şu açıklamayı yaptı: "Allah onlardan
yağmuru kesti. Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir ettiği)
azabları oldu." (KÜTÜB-I SİTTE /654)
İstanbul
- 08.04.2004
http://gulizk.com
|