el
- Kuddûs:
Ayıplardan temiz demektir.
es-Selâm:
Selâm sahibi‚ yani herçeşit ayıptan selâmette‚her türlü âfetten berî
demektir.
el-Mü’min:
Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan imandan
gelir. Yahut‚ kıyamet günü kullarına‚ azabına karşı garanti veren‚
güven veren demektir‚ bu mâna emân’dan gelir.
el-Muheyyim:
Şâhid olan (görüp güzeten) demektir. Emîn mânasına geldiği de
söylenmiştir. Aslı‚ müeymin’dir‚ ancak hemze‚ hâ’ya kalbolmuştur. Keza
er-Rakîb ve el-Hafiz mânâsına geldiği de söylenmiştir.
el-Azîzu:
Kahreden‚ galebe çalan demektir. "İzzet"‚galebe çalmak mânasına gelir.
el Cebbâr:
Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan
demektir. Bu kelimenin‚ bütün mahlukâtının fevkinde yücedir mânasına
geldiği de söylenmiştir.
el-Mütekebbir:
Mahlukâta ait sıfatlardan yüce‚ uzak mânasına gelir. Ayrıca
"Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına
kalkanlara büyüklüyünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına
geldiği de söylenmiştir.Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:
"Mütekebbir" Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelmesinden gelir‚
tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kelimesinden gelmez.
el-Bârîu:
Mahlukâtı‚ mevcut bir misâle bakmaksızın‚ yoktan‚ örneksiz olarak
yaratan mânasına gelir. Bu kelime‚ öncelikle hayvanlar için
kullanılır‚ diğer mahluklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki
mahlukât hakkında nâdiren kullanılır.
el-Müsavvir:
Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan" demektir. Tsvîr lügat olarak hat
ve şekil çizmek mânasına gelir.
el-Gaffâr:
Kulların günahlarını tekrar tekrar affeden‚ mânasına gelir. Gafr
kelimesi‚ aslında setr (örtmek) ve kapatmak mânalarına gelir. Allah
Teâla kullarının günahlarını affedici‚ onlar için cezayı terketmek
sûretiyle (günahları) örtücüdür.
el-Fettâh:
Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın
(dâvalı-dâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hâkim iki hasmın
arasını fethetti" derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında,
hâkime fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih "Kullarına rızk ve rahmet
kapılarını açan", rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da
gelir.
el-Kâbız:
Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
el-Bâsıt:
Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece
Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır.
el-Hâfid:
Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları horlar ve
değersiz kılar demektir.
er-Râfi':
Velîlerini, dostlarını yüeltir. Azîz kılar demektir. Böylece Allah,
hem zelîl hem de azîz kılıcı olmaktadır.
El-Hakem:
Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendis ne verilen, ona
gönderilen demek olur.
El-Adlu:
Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer
vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil makamında
kullanılmıştır. Âdil'den daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin
kendisiyle isimlenmiştir.
el-Latîfu:
Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek
kadar latîf" mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Habîru:
Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
el-Gafûru:
Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan demektir.
eş-Şekûru:
Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren
demektir. Allah'ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini
kabul etmesidir.
el-Kebîru:
Celâ1 (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.
el-Mukîtu:
Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren mânasına geldiği
de söylenmiştir.
el-Hasîbu:
el-Kâfi demektir. Muf'il mânasında fâildir, tıpkı mü'lim mânasında
elim gibi, hasîb'in muhâsib mânasında kullanıldığı da söylenmiştir.
er-Rakîbu:
Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfîz (muhâfız) demektir.
el-Mucîbu:
Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.
el-Vâsiu:
Zenginliği, bütün fakrlar bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir.
el-Vedûdu:
el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef'û1 mânasında feûl'dür. Allah Teâlâ
Mevdûd'dur. Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya
fâil mânasında feûldür. Yani Allah Teâla sâlih kullarını sever, bu da
"onlardan razı olur" demektir.
el-Mecîdu:
Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.
el-Bâisu:
Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir.
eş-Şehîdu:
Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd
aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna
şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an
görür.
el-Hakku:
Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.
el-Vekîlu:
Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl
edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu hususta şu âyet
hatırlanabilir: "(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne güzel vekildir"
(A1-i İmrân 173).
el-Kaviyyu:
el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam, O'nu
hiçbir şey âciz kılamaz" mânasına da gelir.
el-Metînu:
Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.
el-Veliyyu:
Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: "İşlerin kendisiyle yürüdüğü
mütevelli, yetimin velîsi gibi" diye de açıklanmıştır.
el-Hamîdu:
Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef'ûl mânasında
fâildir.
el-Muhsî:
İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan
kimse demektir.
el-Mübdiu:
Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.
el-Muîdu:
Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata
iâde eden kimse demektir.
el-Vâcidu:
Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide
kökünden gelir.
el-Vâhidu:
Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd'dir. Ayrıca,
şerik ve arkadaşı olmayan kimse mânas da mevcuttur.
El-Ahadu:
Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad,
kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya
sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. "Bana kimse (ahad)
gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır." Vâhid'e
gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: "Bana halktan biri
(vahid) geldi" denir ama, "Bana haktan kimse (ahad) geldi" denmez.
Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir.
Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle
ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle
münferiddir.
es-Samedu:
İhtiyaçlarını temin etmek üzere, halkın kendisine başvurduğu
efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği kimsedir.
el-Muktediru:
Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir'den daha öte bir güçlülük
ifâde eder.
el-Mukaddimu:
Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.
el-Muahhiru:
Eşyayı yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa ona
takdîm eder, kim de te'hîre hak kazanırsa ona da te'hîr eder.
el-Evvelu:
Bütün eşyadan önce var olan demektir.
el-Âhiru:
Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak olan demektir.
ez-Zâhiru:
Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey demektir.
el-Bâtınu:
Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.
el-Vâlî:
Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.
el-Müteâli:
Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf
olmaktan yüce ve âlî olan.
el-Berru:
Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli,
şefkatli demektir.
el-Müntakimu:
Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden
müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun öfke ve nefret
derecesine ulaşmasıdır.
el-Afuvvu:
Afv'dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle
ise mâna: "Günahları çokça bağışlayan" dcmek olur.
er-Raûfu:
Katından gelen bir re'fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve
şefkatli olan demektir. Re'fetle rahmet arasındaki farka gelince;
rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re'fet isteksiz
olmaz, isteyerek olur.
Zü'l-Celâl:
Celâl, celîl'in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet derecede büyüklük,
azamet demektir. Zü'l-Celâl büyüklük sahibi olan mânasına gelir.
el-Muksidu:
Hükmünde âdil, demektir. Ef'àl babında adaletli oldu mânasına olan bu
kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim kasıt;
cevreden, zâlim demektir.
el-Câmiu:
Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.
el-Mâniu:
Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir.
en-Nûru:
Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da
hidâyetiyle irşâd eden demektir.
el-Vârisu:
Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.
er-Reşîdu:
Mahlukâta maslahatların gösteren demektir.
es-Sabûru:
Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir
müddet te'hîr eden demektir. Allah'ın sıfatı olarak sabûr'un mânası
halîm'in mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark
vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler.
Ancak halîm sıfatıyla Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.
Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur,
yücedir.
(Kütüb-i
Sitte /1767)
İstanbul
-15.06.2004
http://sufizmveinsan.com
|