Milâdi 611
yılında Şubat’a rastlayan Ramazan ayının , muhtemelen Kadir
gecesinde , Âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ e
Alâk Sûresinin ilk 5 âyeti ile başlayan vahiy ; 23 yıl
kadar devam etmiş , Hicrî 10.yılda Mekke'de, vedâ haccında,
cumaya rastlayan Arife günü , Arafat’ta “Abdâ” isimli devesinin
üzerinde iken nâzil olan ; "Bu gün dininizi kemâle erdirdim
; üzerindeki nimetimi tamamladım ; ve size din olarak İslâm’ı
seçtim …" ifadesinin yer aldığı Mâide Sûresi 3. Âyet ile
Kur’ân-ı Kerîm tamamlanmıştır.
İlk vahiyden sonra üç yıl kadar hiç vahiy gelmemiş olup bu
zamana “Fetret Devri” denir.
Rasûlullah
Efendimiz her gelen vahyi yanında bulunanlara öğretir ,
ezberletir ve yazdırırdı. Gelen vahiyleri yazdırdığı bu
insanlara “Vahiy Kâtipleri” denirdi.
Onun için sahaben bir kısım insanlar gece-gündüz bazen nöbetleşe
de olsa 24 saat Efendimizin yakınında bulunur , hane-i
saadetlerinde olduklarında da kapı eşiğinde nöbet tutarlardı.
Tespit edilebilen vahiy kâtipleri şunlardır :
Hz. Ebu Bekr , Hz. Ömer , Hz. Osman , Hz Ali , Abdullah İbn-i
Ebû Serh , Avâm oğlu Zübeyr , Said oğlu Hâlid , Said oğlu Eban ,
K’âb oğlu Ubeyy , Râbi’ oğlu Hanzele , Arkam oğlu Abdullah ,
Hasene oğlu Şurahâbil , Ebû Fâtıma oğlu Muaykab , Revâha oğlu
Abdullah , Sabit oğlu Zeyd , Ebû Süfyan oğlu Muâviye …v.b.
Tarihi
verilere göre , yazı ; Mekke’ye ilk defa , Efendimizin
çağdaşı , O’ndan biraz yaşlı olan Ebu Süfyan’ın babası Harb
tarafından dışarıdan getirilmiş olup ;
Kur’ân ,
Arap dilinde yazılmış ilk kitaptır.
28 harf
bulunan Arap alfabesini , yalnızca 15 işaret ile doğru yazabilme
ve okuyabilmenin sıkıntılarını gidermek için ; önce noktalarla
bazı işaretler diğerlerinden ayrılmış , harekeleme işi ise hicrî
1.yüzyılın ikinci yarısında Haccac bin Yusuf tarafından
gerçekleştirilerek bugünkü seviyeye gelmiştir.
O devirde
kağıt henüz mevcut değildi. Gerek Mekke , gerekse Medine’de
vahiy kâtipleri , kendi imkanlarına göre bulabildikleri ;
parşömen , papirüs , tabaklanmış deri parçaları , tahta levhalar
, develerin kürek kemikleri , yumuşak ve beyaz taş çeşitleri ,
hurma ağacının yapraklarının orta damarları , kırık seramik kap
parçalarlı v.b. gibi yazı malzemeleri üzerine yazıyorlardı.
Vahiy
kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit şöyle demiştir :
“Vahiy geldiğinde Rasûlullah bana yazdırıyordu ve ben yazımı
bitirdiğimde , yazdığım şeyi benden okumamı istiyordu. Şayet her
hangi bir hata varsa onu düzeltiyordu. Bundan sonra ben de hemen
(insanlara bunları tebliğ etmek için) çıkıyordum.”
Rasûlullah
vahiy aldığı her defasında , bunu önce sahabelerden oluşan bir
erkekler gurubuna okurdu. Sonra da bir kez daha olmak üzere
hanım sahabelerden oluşan bir guruba okurdu.
Yazıya
geçirilen kısımlarının tamamı herkeste bulunmuyordu. Bazı
parçalar birilerinde , bazı parçalar da başkalarında bulunuyordu
ve Rasûlullah Efendimizin sağlığında bile bu tür Kur’ân
parçalarına sahip olanların sayısı yüzlerce sahabeyi buluyordu.
Ezberlemede
ise durum farklı idi. Her kes değişik kısımları ezbere
biliyorlardı ama tamamını ezbere bilen kadın ve erkeklerden de
çok sayıda sahabe vardı ki bunlara “Hâfız” denir.
Burada bir
konuya değinmekte yarar var :
Hicretten birkaç yıl önce , Medineliler Müslüman olmak için
Mekke’ye gelmeye başladıklarında , Râfi bin Mâlik , Akabe ‘ de
Efendimiz ile karşılaştı ve kendisine o zaman kadar vahyedilmiş
bütün âyet ve sûrelerden oluşan bir Kur’ân nüshası verdi.
Râfi’de bunu Medine’de kendi mescitlerinde okumayı adet edindi.
Bu ; dünyada böyle bir hizmetin yapıldığı ilk mescittir.
Mushaf
; bir araya toplanıp bağlanmış sayfalar anlamına gelir.
Kur’ân’ın Mushaf haline getirilmesini zorunlu kılan olaylar
dizisi şöyle gelişmiştir:
Hz. Ebû Bekr’in hâlifeliğinin ilk yılında , daha öne Yemen
tarafında peygamberliğini îlan eden Müseylemet-ül Kezzap ‘ın
topladığı Yüz bin kişilik ordusunun üzerine , Hz. Hâlid bin
Velid komutasında on üç bin kişilik İslâm ordusu gönderildi .
Aralarında Yemâme’de çok kanlı bir savaş oldu.
Müslümanlar savaşın ilk safhasında pek mukavemet edemediler. Çok
şehit verildi fakat bir netice alınamadı. Kur’ân’ı iyi bilen
Müslümanların oluşturduğu ; “Kur’ân Ehli Kıtası” adı
verilen üç bin kişilik özel bir gurup düşmanı bozguna uğrattı
fakat çok sayıda da hâfız komutanlarıyla birlikte şehit oldu.
Şehit olan hâfızların sayısını değişik kaynaklar 70 ile 700
olarak zikretmekteler.
[Bu savaşta
Vahşi (r.a.) ; Uhud Savaşında Hz. Hamza’yı şehid ettiği aynı
mızrak ile yalancı peygamber Müseylemet-ül Kezzap ‘ı üzerinde
kadın kıyafeti olduğu halde kaçarken tanımış ve öldürmüştür.]
Bu savaştan
sonra Hz. Ömer , Halife Ebû Bekr’in yanına giderek:
-Sahabeler Yemame’de ateşe koşan pervaneler gibi idi. Halbuki
bunlar Kur’ân’ın hâfızlarıdır. Böyle giderse Kur’ân’ın unutulma
tehlikesi olabilir. Kur’ân’ı bir araya getirtip toplatsan çok
büyük bir iş yapmış olursun , dedi.
Hz. Ebu Bekr buna yanaşmadı ve şöyle dedi:
-Ben Allah Rasûlü’nün yapmadığı bir şeyi mi yapacağım?...
İki taraf ta kendi görüşlerini destekleyecek deliller ileri
sürdüler. Nihayet Ebu Bekr , vahiy kâtiplerinden Zeyd bin
Sabit’i getirtti , durumu anlattı , ve ilave etti :
-Sen vahiy katibiydin , eğer onunla aynı görüşte isen , ben de
ikinizin dediğini yaparım. Ama aynı fikrimde isek , ben bu işe
girişmeyeceğim.
Zeyd önce buna yanaşmadı :
-Rasûlullah’ın yapmadığı bir işi O mu yapacak ?... dedi.
Hz. Ömer :
-Eğer bunu yapacak olursanız size bir zararı olur mu? Diye
sordu.
Bir süre düşündükten sonra :
-Hayır , vallahi bundan bize gelecek bir zarar yok , dediler...
Akılları
yatmıştı. Bir heyet teşkil edildi .
Halka ilân edildi ki ; kimin yanında her hangi bir şey üzerine
yazılmış Kur’ân âyetleri varsa getireler.
Hz. Zeyd
başkanlığında kurulan heyette : Hz.Ali , Hz.Osman , Ubeyy bin
Ka’b , Abdullah ibn-i Abbas , Abdullah ibn-i Zübeyr , Abdullah
ibn-i Ömer … bulunmuş , hatta bütün sahabe yardım etmiştir.
Hz. Zeyd , getirilen dokümanları hemen kabul etmemiş , hele
ezbere okuyanlara karşı büsbütün ihtiyatla davranılmıştır.
Bizzat Rasûlullah Efendimizin huzurunda yazılanlar esas alınmış
, fakat bunda da pek titiz davranarak , Kur’ân âyetlerini
getirenlerden ; bu âyetlerin , Kur’ân’dan olduğuna dair iki
de tanık göstermelerini şart koşmuştu. Yalnızca Ebû
Huzeyme’nin getirdiği iki âyeti ; Efendimizin O’nun şahitliğini
iki şahitlik yerine saymasından ötürü kabul etmiştir.
Rasûlullah
Efendimiz zamanında Kur’ân’ın toplandığına dair bir kısım
haberler varsa da , iki sebepten bu pek mantıklı bir
değerlendirme olarak görülmemektedir . Öncelikle Efendimiz
zamanında Kur’ân âyetleri vahiy geldikçe yazılıyordu ama ,
Efendimiz sağ olduğundan toplanmasına ihtiyaç duyulmuyor , çünkü
; kimin Kur’ân’la ilgili bir sorunu olsa sorup , ilk ağızdan da
cevabını alıyordu , yanlışsa düzeltiliyor , eksikse
tamamlanıyordu. İkinci olarak da ; toplanmanın olması için
vahyin kesilmesi icap eder ki , Efendimiz hayatta olduğu sürece
vahiy gelmeye devam ediyordu.
Sûreler
içinde yer alan âyetlerin , bizzat Efendimizin verdiği emre
göre sıralanmış olduğu konusunda herkes hemfikirdir.
Efendimiz her
Ramazan ayında , o âna kadar gelmiş olan Kur’ân âyetlerini
okurdu.
Hz. Zeyd’in anlattığına göre : “Cebrâil Aleyhisselam’ın
Resûl-i Ekrem’e Kur’ân-ı Kerim’in tamamını son olarak okuduğu
zaman ben de huzurlarında idim . Kur’ân-ı Kerim’i o tertibe göre
toplamağa karar verdim. Yazılı olarak gelenleri ve ashabın
hatırında olanları toplayıp,
Efendimize son okunan sıraya göre yazdım, yalnız
; Berâe Sûresinin son iki âyetini bulamadım , nihayet sahabeden
Ebû Huzeymet-ül Ensârî ‘ de bulup ait olduğu yere koydum …”
Demiştir.
Böylece
tamamlanan ilk Mushaf’a : “Ana Mushaf” adını verdiler.
Hz. Ali’nin ;
Efendimizin vefatının ardından : “Ridâmı ancak Cuma namazını
kılmak için sırtıma alacağım , ondan başka , Kur’ân’ı bir araya
getirinceye kadar hiç bir iş için dışarıya çıkmayacağım dediği
, evinde oturup Kur’ân’ı “Mushaf” haline getirdiği ve
sûreleri iniş sırasına göre topladığı hakkındaki rivayetler
ise zayıftır. Hz. Ali’nin karakteri ve haksızlığa karşı şiddeti
mâlûmdur. Kur’ân’ın tertibine , toplanışına ait bir itirazı
olsaydı bunu açıkça söylemekten çekinmezdi. Kaldı ki konuyla
ilgili tüm kaynaklarda Hz. Ali’nin vahiy komisyonunda aktif
olarak görev aldığı belirtilmektedir. Kur’ân’la ilgili yanlış
bir düzenlemeye ise rıza gösterdiğini düşünmek aslâ mümkün
değildir.
Burada sûre
sayısındaki itilaflara da değinmekte yarar görüyoruz.
İbn-i Mes’ut Kur’ân’da 112 sûre olduğunu ; Muavvezeteyn’in
(Kul eûzü‘ler) sûre olmadığını söylemesini , âlimler ; bunların
dua olduğunu zannetmesine bağlamışlar ve bizzat Efendimiz
tarafından namazda okunmasının ; Sûre olduğunun ispatı olarak
kabul edilmiştir. Bunun dışında bazı sûreleri bitiştirmek
neticesinde daha az sayıda sûre bulunduğu yanında bazı kunut
dualarının sûre olduğu iddiaları olmuşsa da mesnetleri
olmadığından kabul görmemişlerdir.
Halifeye
teslim edilen “Ana Mushaf” , Hz. Ebû Bekr’in vefatından
sonra Hz. Ömer’e , O’nun vefatı ile de Efendimizin zevcelerinden
olan Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa validemize intikal etmiştir.
Hz. Osman’ın
hilâfetinde Huzeyfe (r.a.) ; sınırların genişlemesi , yeni
millet ve toprakların devlete dahil olması ile Kur’ân
okuyanların âyetleri kendi lehçelerine göre okuduklarını tespit
etmiş , bunun mânâyı bozmaya doğru gideceğinden ürkmüş , Hz.
Osman’ın dikkatini çekmiş , O’da ; Hz.Zeyd bin Sabit
başkanlığında Abdullah bin Zübeyr , Sâ’d bin As , Abdurrahman
bin Hâris ‘i görevlendirerek bir nüsha daha yazdırmış , sonra
bunu ; Ümmül Mü’minîn Hz.Hafsa’da bulunan nüshayı
emaneten alarak karşılaştırmış , hiçbir farklılık olmadığını
görünce “Asıl Mushaf’ı” iade etmiş ve bu nüsha esas
alınarak 7 adet çoğaltılmış , bunlar : Şam , Yemen , Bahreyn
, Kûfe , Basra , Mekke’ye yollanmış biri de Medine
‘de bırakılmıştır.
Bugün
elimizde bulunan Kur’ân-ı Kerim nüshalarının aslı bunlardır.
Yazılan ,
usta öğreticiler huzurunda okunması öğrenilen , ve hâfızlar
(yalnızca ülkemizde 150.000 civarında hâfız bulunmakta)
tarafından tek harekesi değiştirilmeden ezberlenmiş olarak
günümüze kadar gelmiş bulunan Kur’ân-ı Kerim hakkında zaman
zaman ; asıl Kur’ân bu değil , veya bu Kur’ân eksik veya şu
âyetler sonradan eklenmiştir , hatta şeytan Rasûlullah
Efendimizin ağzından konuşarak aslında âyet olmayan bir kısım
ifâdelerin Kur’ân’a eklenmesini sağlamıştır … gibi akıl dışı
iddialar olagelmiştir. Kur’ân’ın toplanması esnasında gösterilen
titizliğin ve yukarıda zikredilen intikal usullerinin ; öne
sürülen bu sapık iddiaların neden mümkün olamayacağını ispat
konusunda yeterli delil sayılacaktır.
İnnâ nahnü
nezzelnezzikre ve innâ lehû lehâfizûn. (Hicr Sûresi-Âyet :9)
Hiç şüphe yok ki,
Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.
Kur’ân’ın
şefâatine nâil ve mahzar olmamız dileğiyle …
YARARLANILAN KAYNAKLAR :
Muhammed Mustafa -1 - Ahmed
HULÛSİ – Kitsan Yayınları
Ebû Bekr es Sıddîk - Ahmed HULÛSİ – Kitsan
Yayınları
Hz. Muhammed’in Hayatı - Lûtfullah AHMED- İstanbul Maarif
Kitaphanesi
Kısas-ı Enbiyâ-Tevârih-i Hulefâ-Ahmed Cevdet Paşa – Doğan Güneş
Yayınları
Tarih-i Taberi Tercemesi Ebû Cafer M. bin Cerir
Et-Taberî –Can Kitabevi
Dört Büyük Halîfe Seyyid Eyyûb bin Sıddîk –
Bedir Yayınevi
Hz. Ebûbekir – Mustafa Necati BURSALI –
Çile Yayınları
Hak Dini Kur’ân Dili – Elmalılı M.Hamdi Yazır –
Azim Yayınları
Kur’ân-ı Kerim ve Meâli – Abdülbâki GÖLPINARLI – Elif
Kitabevi/Milenyum Yayınları
Kur’ân-ı Kerim Tarihi – Prof.Dr.Muhammed Hamidullah –
Beyan Yayınları
Hamdi
CENİK
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul
- 31.03.2005
http://sufizmveinsan.com
|