Hz.
Ebü Hüreyre ve Hz. Câbir (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Deve, sığır veya davar sâhibi olup da, bunlardaki Allah'ın
hakkını eda etmeyen herkese Kıyamet günü, bu mallar, olduğundan
daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir.
Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar
bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında
boynuzlarıyla tosluyacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinde
boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde
sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar
başlayacak. Mahlükatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye
kadar bu hâI devam edecek. Keza "kenz'‚ (hazine) sâhip olup
da ondaki (AIIah'ın) hakkını ödemeyen herkese, Kıyamet günü
hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp
peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak.
Sonunda yılan ona: "Gizlediğin hazineni aI! Ben ondan müstağniyim!"
diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını
anlayınca, elini ağzına sokar. Yılan da onu, aygırın (alafı)
kemirmesi gibi kemiriverecek."
Buhâri, Zekât 3, Tefsir, Âl-i İmrân 14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim,
Zekât 26, (987); Muvatta, Cihâd 3, (2, 444); Ebü Dâvud, Zekât 32,
(1658,1659,1660); Nesâi, Zekât 2, 6, (5,12-14).
Kim
malının zekâtını sevab umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de
zekâtını vermezse biz zekâtı ve malın yarısını (cezâlı
olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından biridir.
Al-i Muhammed'e ondan bir hak yoktur.
Rezin tahric etmiştir. Ebü Dâvud, Zekât 4, (1575); Nesâi, Zekât
4, (5,15,16).
Sizi
(ticari olmayan) atın ve kölenin zekâtından affettim. Öyle ise gümüş
paralarınızın zekâtını verin. Bunun her kırk dirhemine bir
dirhem vereceksiniz. Ancak yüz doksan dirheme zekât düşmez. İkiyüz
dirheme ulaştı mı beş dirhem verilecektir.
Tirmizi, Zekât 3, (620); Ebü Dâvud, Zekât 4, (1574); Nesâi, Zekât
18, (5, 37).
Amr
İbnu Şuayb, an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) tarikinden anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) Mekke caddelerinde dellâl
çıkararak şöyle ilan ettirdi: "Duyduk duymadık demeyin!
Sadaka-i fıtr her müslümana, erkek-kadın, hür-köle, küçük-büyük
olsun vâcibtir. Bu, ya iki müdd buğday veya onun dışında bir sa'
yiyecektir."
Tirmizi, Zekât 35, (674).
Ben
bâzan evime dönüyor, yatağımda veya odamda yere düşmüş bir
hurma buluyorum. Onu yemek üzere kaldırdığım vakit, "bu,
sadaka hurması olmasın?" diye aklıma geliyor, korkup (tekrar
yere) atıyorum.
Buhâri, Lukata 6; Müslim, Zekât 162,163, (1070); Ebü Dâvud, Zekât
29, (1651,1652).
Hz.
Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hasan İbnu Ali
(radıyallâhu anhümâ) zekât hurmasından bir tanesini alıp, hemen
ağzına attı. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hişt,
hişt at onu! Bilmiyor musun, biz zekât yemiyoruz!" -veya:
"Bize zekât helâl değildir!-" diye müdâhale etti."
Buhâri, Zekât 60, 57, Cihâd 188; Müslim, Zekât 161, (1069).
Sadaka,
ne zengine ne de sakatlığı olmayan güçlüye helâl değildir.
Tirmizi, Zekât 23, (652); Ebü Dâvud, Zekât 23, (1634); Nesâi, Zekât
90, (5, 99); İbnu Mâce, Zekât 26, (1839).
Ziyâd
İbnu'l-Hâris es-Sudâi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip biat ettim. O sırada bir adam
gelerek: "Bana sadakadan ver!" dedi. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) adama: "Allah, sadakalar hususunda, ne herhangi bir
peygambere ne de bir başkasına hüküm verme yetkisi tanımadı, hükmü
bizzat kendisi verdi. Ve, sadakaları sekiz hisseye ayırdı. Eğer
sen bunlardan birine girersen senin hakkını derhal sana
veririm" buyurdu."
Ebü Dâvud, Zekât 23, (1630).
Ümmü
Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam bize sadaka vermemizi emretmişti. Abdullah İbnu Mesud'un
hanımı Zeyneb radıyallahu anhüma: "Kardeşimin yetim çocukları
ile fakir olan kocama versem bu, beni sadaka mükellefiyetinden
kurtarur mu? Ben onlara şöyle şöyle infak ediyorum!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" buyurdular. Ravi der ki :
"Zeyneb san'atkar bir kadındı, el işi yapardı."
İstanbul
- 23.01.2003
http://sufizmveinsan.com
|