Ebû Vâil (radıyallâhu
anh) anlatıyor:
"Ammâr bize
hitabetmişti. (Konuşmasını) vecîz ve belîğ yaptı. Minberden inince:
"Ey Ebû'l-Yakzân belîğ
ve vecîz konuştun! Keşke biraz daha nefesleseydiniz (uzatsaydınız)!"
dedik. Bize şu cevabı verdi:
“Ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, şöyle buyurmuştu:
"Kişinin namazının
uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alâmetidir.
Öyle ise, hutbeyi kısa tutun, namazı uzun (zîra, beyanda sihir var)."
(KÜTÜB-İ SİTTE/9-206 / 2874)
Ebû Dâvud'un bir
rivâyetinde Rasûlullah Aleyhisselâtu Vesselâm Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır :
"Kim cuma günü yıkanır,
dişlerini fırçalar, koku sürünür, en güzel elbisesini giyer, çıkıp
doğru mescide gelir, insanların omuzlarını yararak ilerlemeden yerini
alır, sonra da kalkıp Allah'ın dilediği kadar namaz kılar, sonra imam
hutbeye çıktığı zaman susup dinler, namazını bitirinceye kadar hiç
konuşmazsa, o cuma ile diğer cuma arasındaki (küçük günahları) için
kendisine kefâret olur." (KÜTÜB-İ SİTTE/ 9-215. Sayfa)
Mu'az İbnu Enes
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
cuma günü imam hutbe verirken hubve tarzında oturmayı yasakladı.
AÇIKLAMA:1- Hubve (veya
hıbve) tarzında oturmak, dilimizde adı olmayan bir oturuş tarzıdır;
şöyle ki: Kişi kabaları üzerine oturur, dizlerini havaya diker,
bacaklarını karnına yapıştırarak üzerinden kollarını kenetler.
(KÜTB-İ SİTTE/9-217 / 2890)
İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cum'a günü biriniz
(mescitte) uyuklayacak olursa oturduğu yeri değiştirsin." (KÜTÜB-İ
SİTTE/9-220 / 2894)
İbnu Abbâs (radıyallâhu
anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (Mekke'de)
ondokuz gün ikâmet etti ve namazları kasretti. Biz de (bundan böyle)
sefer yapıp ondokuz gün ikâmet ettik mi namazları hep kasrederdik,
ondokuzundan fazla kaldık mı artık dörde tamamlardık." (KÜTÜB-İ
SİTTE/9-230 / 2901)
İmrân İbnu Husayn
(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Fetih günü, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la birlikte Mekke'de hazır bulundum. Mekke'de onsekiz gece
kaldı, bu esnada namazları hep iki kıldı. Şöyle hitabediyordu:
"Ey bölge halkı! Siz bize
bakmayın, dört kılın. Biz hep yolcuyuz (bu sebeple kasrederek iki
kılıyoruz)." (KÜTÜB-İ SİTTE/9-230 / 2902)
Hârise İbnu Vehb
(radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Mina'da bize, sayıca en çok olduğumuz ve en
ziyade güven içinde olduğumuz bir zamanda namazı iki rek'at kıldırdı."
(KÜTÜB-İ SİTTE/9-231 / 2904)
Hz. Enes (radıyallâhu anh)
anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), güneş batıya meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi
vaktine te'hir eder, ikindi olunca mola verir, ikisini cemederdi
(beraber kılardı). Yola çıkmazdan önce güneş batıya meyletti (öğle
vakti) girdi ise, hareketten önce her ikisini de (öğle ve ikindi)
kılar sonra yola çıkardı." (KÜTÜB-İ SİTTE/9-236 / 2910)
İstanbul
-26.08.2005
http://sufizmveinsan.com
|