Hidâyet!..
4. Bölüm


Sehl İbnu sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır."

İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) teşehhüd okuyunca şu mealde zikirde, duada bulunurdu:
"Hamd Allah'adır, O'na sığınır, O'ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden de O'na sığınırız. Allah kime hidâyet verirse onu kimse sapıtamaz, kimi de sapıtırsa onu kimse hidayete götüremez.
Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür.
O'nu hak ile, Kıyametten önce müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de o ikisine isyan ederse, (bilsin ki) sadece kendisine zarar verir, Allah'a hiç bir zarar veremez."

Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Yahudiler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın huzurlarında zoraki hapşırırlar ve bununla kendileri için yerhamukallah demesini umarlardı. Resulullah ise onlara: "Allah size hidayet versin ve aklınızı ıslah etsin" derdi."

Cerir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bana:
"Beni, Zü'l-Halasa'dan kurtarmaz mısın?" buyurdu. Bu, Has'am'da bir bina idi. el-Kabetu'l Yemâniyye denmekte idi. Ahmes kabilesinden yüzelli atlı ile oraya vardım. Ahmesliler at besleyen insanlardı. Ben ise at üzerinde duramıyordum. (Durumu Resulullah'a söyledim.) Aleyhissalatu vesselam göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izini göğsümün üzerinde gördüm. Sonra:
"Allah'ım, Cerir'i (atının üstünde) sabit kıl, onu hidayete ermiş ve hidayet edici kıl!" buyurdu. Ben gittim, onu kırdım ve yaktım."

Ahmed HULÛSİ-DUA VE ZİKİR- Sayfa:217
Hadi: Hidâyet eden; gerçeğe yönlendiren; gerçeği görmeyi sağlayan.

Abdülkerim CEYLÎ- İNSAN-I KÂMİL-Mukaddime- Sayfa:41-42
SEN SEVDİĞİNİ HİDÂYETE ERDİREMEZSİN LAKİN ALLAH SEVDİĞİNİ HİDÂYETE ERDİRİR.”(28-56) bununla beraber (42/52)  DE;
GERÇEKTEN SEN DOĞRU YOLA HİDÂYET EDERSİN.”  Âyeti vardır.

Şimdi görüldü ki; birincisinde  sen sevdiğine hidâyet edemezsin dendi.
Ötekinde ise doğru yola hidâyet edersin dendi.
O halde hidâyet iki şekilde anlatılıyor. (İki mânâ çıkıyor hidâyetten.)

Hidayet için işimize yarayan şu fikir var.

Resulullah S.A. Efendimizin elinde olmadığı anlatılan HİDÂYET, ancak Allah’ın zatına olan HİDÂYET’tir.

Resullullah S.A.Efendimizin elinde olan HİDÂYET’e gelince, bu da Cenab-ı Hakka  ulaştıran yola HİDÂYET’tir...

Mektûbât-ı Rabbânî - 429.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Peygamberler alemlere rahmettir. Onlara salât ve selam olsun.
Allah’u Teâla, onları halka hidayet için gönderdi. O büyüklerin vasıtası ile kullarını mukaddes zatına davet etti. Ve onları, rızasının ve ünsünün mahalli olan dar-ı selâma hidayet eyledi.

Bibliyografi:
Hidâyet (A.): Doğru yola kılavuzlama.
Mehdi (A.): Hidayet eden.

Mektûbât-ı Rabbânî - 355.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Şeyhlerim, hidayet edenlerim ve Allah-ü Taâlâ'ya ulaştıran delillerim o zatlardır. Bu yolda gözlerim, onların vesilesi ile açıldı.

Mektûbât-ı Rabbânî - 380.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Peygamberler, Sübhan Hakkın elçileridir. Halka gönderilmişlerdir ki, onları yüce Zatına davet edip onları dalâletten çıkarıp hidayet yoluna götüreler. Onların davetini kabul eden herkesi, cennetle müjdelerler. Kendilerini inkâr edenleri dahi, cehennem azabı ile tehdid ederler.

Mektûbât-ı Rabbânî - 409.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Keşke bileydim; onları bu din büyüklerine sövmeye ve İslâm ulularına taan etmeye götüren nedir? Halbuki, kâfirlerden ve fasıklardan birine sövmek, bir şahsa taan etmek şeriatta ibadet, keramet, fazilet ve necata vesile sayılmamaktadır. O halde, bu dinin hidayet erlerine ve İslâm hamilerine sövmek nasıl olur? Düşünülmelidir.

Mektûbât-ı Rabbânî - 534.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Bu büyüklerin (Hz. Hasan,Hz. Hüseyin kasdediliyor) yaşadıkları asırlarda, hatta ebedî âleme irtihallerinden sonra, her kime bir feyiz ve hidayet ulaştıysa.. bunların tavassutu ve onların heylulet durumu ile ulaştı.. İsterse, kutuplardan ve vaktin nücebâsından olsun..
(Nücebâ: Necîbler, asiller)
(Haylulet: Araya girme)

Taa, sıra Şeyh Abdülkadir Geylânî Hazretlerine gelinceye kadar.. Allah onun sırrının kudsiyetini artırsın.. Sıra kendisine gelince, anlatılan bu mansıp ona bırakıldı.. Sırrı mukaddes olsun..

...

Şu anlaşılmaktadır ki: Nücebadan olsun; kutuplardan olsun.. her kime feyizlerin ve bereketlerin ulaşması var ise, onun (Abdülkadir Geylânî Hz. nin) mübarek tavassutu ile ulaşmaktadır. Çünkü: Bu merkez, ondan başkasına müyesser olmadı.. Bundandır ki, şu şiiri söylemiştir:

Battı güneşleri evvelkilerin, güneşimiz;
Ebedîdir, ufuklar üzeredir sesimiz.

Burada:
— Güneş..
Tabirinden murat, hidayet ve irşat feyizlerinin güneşidir. Onun:
— Battı..
Tabirinden murat ise.. anlatılan feyzin olmayışıdır.

Önceleri, evvelkilere taalluk eden muamele; vücuda geldikten sonra, Şeyh'e (Abdülkadir Geylânî Hz. ne) taalluk edince; irşadın ve hidayetin ulaşmasına bir vasıta oldu.. Tıpkı: Kendisinden evvelkilerde olduğu gibi.. Feyzin vusulü dahi, aynı şekilde onun tavassutu ile olmaktadır.

Derleyen: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul -02
.05.
2006
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail