Sehl İbnu sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi,
senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır."
İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) teşehhüd okuyunca şu mealde
zikirde, duada bulunurdu:
"Hamd Allah'adır, O'na sığınır, O'ndan mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerrinden de O'na sığınırız. Allah kime hidâyet
verirse onu kimse sapıtamaz, kimi de sapıtırsa onu kimse hidayete
götüremez.
Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka
ilah yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve
Resûlüdür.
O'nu hak ile, Kıyametten önce müjdeleyici ve korkutucu olarak
gönderdi. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur.
Kim de o ikisine isyan ederse, (bilsin ki) sadece kendisine zarar
verir, Allah'a hiç bir zarar veremez."
Ebu
Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Yahudiler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın huzurlarında zoraki
hapşırırlar ve bununla kendileri için yerhamukallah demesini
umarlardı. Resulullah ise onlara: "Allah size hidayet versin ve
aklınızı ıslah etsin" derdi."
Cerir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bana:
"Beni, Zü'l-Halasa'dan kurtarmaz mısın?" buyurdu. Bu, Has'am'da bir
bina idi. el-Kabetu'l Yemâniyye denmekte idi. Ahmes kabilesinden
yüzelli atlı ile oraya vardım. Ahmesliler at besleyen insanlardı.
Ben ise at üzerinde duramıyordum. (Durumu Resulullah'a söyledim.)
Aleyhissalatu vesselam göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izini
göğsümün üzerinde gördüm. Sonra:
"Allah'ım, Cerir'i (atının üstünde) sabit kıl, onu hidayete ermiş
ve hidayet edici kıl!" buyurdu. Ben gittim, onu kırdım ve
yaktım."
Ahmed HULÛSİ-DUA VE ZİKİR-
Sayfa:217
Hadi:
Hidâyet eden; gerçeğe yönlendiren; gerçeği görmeyi sağlayan.
Abdülkerim CEYLÎ- İNSAN-I KÂMİL-Mukaddime-
Sayfa:41-42
“SEN SEVDİĞİNİ HİDÂYETE ERDİREMEZSİN LAKİN ALLAH SEVDİĞİNİ
HİDÂYETE ERDİRİR.”(28-56) bununla beraber (42/52) DE;
“GERÇEKTEN SEN DOĞRU YOLA HİDÂYET EDERSİN.” Âyeti vardır.
Şimdi görüldü ki; birincisinde sen sevdiğine hidâyet edemezsin
dendi.
Ötekinde ise doğru yola hidâyet edersin dendi.
O halde hidâyet iki şekilde anlatılıyor. (İki mânâ çıkıyor
hidâyetten.)
…
Hidayet için işimize yarayan şu fikir var.
Resulullah S.A. Efendimizin elinde
olmadığı anlatılan HİDÂYET,
ancak Allah’ın zatına olan
HİDÂYET’tir.
Resullullah S.A.Efendimizin elinde
olan HİDÂYET’e gelince, bu da
Cenab-ı Hakka ulaştıran yola
HİDÂYET’tir...
Mektûbât-ı Rabbânî
- 429.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Peygamberler alemlere rahmettir.
Onlara salât ve selam olsun.
Allah’u Teâla, onları halka hidayet için gönderdi. O büyüklerin
vasıtası ile kullarını mukaddes zatına davet etti. Ve onları,
rızasının ve ünsünün mahalli olan dar-ı selâma hidayet eyledi.
Bibliyografi:
Hidâyet (A.): Doğru yola kılavuzlama.
Mehdi (A.): Hidayet eden.
Mektûbât-ı Rabbânî
- 355.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Şeyhlerim, hidayet edenlerim ve
Allah-ü Taâlâ'ya ulaştıran delillerim o zatlardır.
Bu yolda gözlerim, onların vesilesi ile açıldı.
Mektûbât-ı Rabbânî
- 380.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Peygamberler, Sübhan Hakkın
elçileridir. Halka gönderilmişlerdir ki, onları yüce Zatına davet
edip onları dalâletten çıkarıp hidayet yoluna götüreler.
Onların davetini kabul eden herkesi, cennetle müjdelerler.
Kendilerini inkâr edenleri dahi, cehennem azabı ile tehdid ederler.
Mektûbât-ı Rabbânî
- 409.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Keşke bileydim; onları bu
din büyüklerine sövmeye ve İslâm ulularına taan etmeye götüren
nedir? Halbuki, kâfirlerden ve fasıklardan birine sövmek, bir şahsa
taan etmek şeriatta ibadet, keramet, fazilet ve necata vesile
sayılmamaktadır. O halde, bu dinin hidayet erlerine ve İslâm
hamilerine sövmek nasıl olur? Düşünülmelidir.
Mektûbât-ı Rabbânî
- 534.Mektup: (Abdülkadir AKÇİÇEK tercümesi.)
Bu büyüklerin (Hz.
Hasan,Hz. Hüseyin kasdediliyor) yaşadıkları asırlarda,
hatta ebedî âleme irtihallerinden sonra, her kime bir feyiz ve
hidayet ulaştıysa.. bunların tavassutu ve onların heylulet durumu
ile ulaştı.. İsterse, kutuplardan ve vaktin nücebâsından olsun..
(Nücebâ: Necîbler, asiller)
(Haylulet: Araya girme)
Taa, sıra Şeyh Abdülkadir Geylânî Hazretlerine gelinceye kadar..
Allah onun sırrının kudsiyetini artırsın.. Sıra kendisine gelince,
anlatılan bu mansıp ona bırakıldı.. Sırrı mukaddes olsun..
...
Şu
anlaşılmaktadır ki: Nücebadan olsun; kutuplardan olsun.. her kime
feyizlerin ve bereketlerin ulaşması var ise, onun (Abdülkadir
Geylânî Hz. nin) mübarek tavassutu ile ulaşmaktadır. Çünkü: Bu
merkez, ondan başkasına müyesser olmadı.. Bundandır ki, şu şiiri
söylemiştir:
Battı güneşleri evvelkilerin, güneşimiz;
Ebedîdir, ufuklar üzeredir sesimiz.
Burada:
— Güneş..
Tabirinden murat, hidayet ve irşat feyizlerinin güneşidir. Onun:
— Battı..
Tabirinden murat ise.. anlatılan feyzin olmayışıdır.
Önceleri, evvelkilere taalluk eden muamele; vücuda geldikten sonra,
Şeyh'e (Abdülkadir Geylânî Hz. ne) taalluk edince; irşadın
ve hidayetin ulaşmasına bir vasıta oldu.. Tıpkı: Kendisinden
evvelkilerde olduğu gibi.. Feyzin vusulü dahi, aynı şekilde onun
tavassutu ile olmaktadır.
Derleyen: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul -02.05.2006
http://sufizmveinsan.com
|